|
Meydanlardaki halkımız neyin teminatı,
O “teminat” neleri gözden kaçırmamalı
Ülkemizde yaklaşık bir aydır döne döne 15
Temmuz kalkışması anlatılıyor değil mi…
Televizyonlarda açık oturumlar,
Gazetelerde haberler, köşe yazıları,
Siyasi partilerden ev gezmesindeki yurttaşa kadar hemen herkes kendine
göre bu konuda bir “ufuk turu” atıyor…
İlgilenmemek mümkün değil.
Öyle ya, adeta bir savaş yaşadık.
O gece iktidarı ele geçirmek üzere kelleyi koltuğa alıp harekete
geçenler bombalar yağdırdı, önüne çıkanı taradı ve sonuçta; 240 kişi
şehit oldu, 1440 kişi yaralandı, hemen o günlerde on bine yakın kişi
tutuklandı, görevden alınanların sayısı yüz bine yaklaştı.
Olayın artçı sarsıntıları hala devam etmekte…
*
Mutlaka tarihimizin en önemli olaylarından birini yaşadık yaşamasına da…
Acaba bu musibetin nereden gelip ileride nerelere gidebileceği konusunda
gerçekçi değerlendirmeler yapıyor muyuz?
Tabii burada eşi dostu, sokaktaki adamı hatta rüzgara göre “iş” yapan
medyayı falan kastetmiyorum.
Kastettiğim, bu olayı iyi değerlendirmesi gerekenler;
Yani bu ülkenin “geleceğine” yön verme konusunda yetkilendirilmiş ve bu
işlerin sorumluluğunu taşıyanlar, özellikle de siyasetin başını
çekenler.
Onlar bu olayı doğru değerlendirip, olaydaki doğruların altını iyi
çizmeliler ki peşlerinden giden “milli irade” de olayı doğru
değerlendirebilsin ve bu ülkenin bundan sonrası için doğru yollarda
yürünebilsin.
Ellerinde elbette ki sıradan insanlardan daha fazla ve derinliği olan
bilgi var,
Görev ve sorumlulukları elbette ki sokaktaki bir adamın, bir televizyon
izleyicisinin, bir gazete okurunun “tecessüs”ünü yani merakını
gidermekten çok daha fazla.
*
Bunu niye söylüyoruz?
Birincisi, olayın henüz dumanının tüttüğü dakikalarda, bu kalkışmanın
arkasında “emperyalizm”in olduğunun en yetkili ve sorumluluk taşıyan
ağızlardan ifade edildiğini izledik.
Bu değerlendirme o ilk günlerde kademe kademe başkalarınca da tekrar
edildi, demeçler verildi ve işin içinde olduğu düşünülenlere karşı ciddi
siyasi tavırlar da alındı.
Bu değerlendirme ve tavır şu günlerde de bir ölçüde sürmekle birlikte,
“sanırım” yavaş yavaş hız kesmeye ve keskinliğini kaybetmeye başladı.
Oysa o ilk saatlerde bile fark edilen bu “durum”un, üzerinden geçen bir
ay süresince toplanan yeni deliller, alınan ifadeler ve yapılan
çalışmalarla “daha da net” bir biçimde ortaya çıkarılması gerekmez
miydi?
Olayın şimdi kamuoyunda; bir dış güçten ziyade kendi kendine kutsallık
vehmeden ve kafasındaki sapık hedef dolayısıyla; memleketini gözden
çıkaran, çocuk yaştan başlayıp bu ülkenin kaderinde rol oynayacak
mevkilere gelene kadar on binlerce insanın beynini yıkayan cahil bir
vaizin hainliği olarak algılanması; acaba asıl olayın gözden kaçırılması
mıdır yoksa “siyaset”in ya da “diplomasi”nin gereği mi?
Bunların gereği ise tabii ki bu iş siyasetçilerin bileceği iştir.
Biz yurttaş olarak işin yönteminden çok alınacak sonuç ile ilgiliyiz.
Ama bir biçimde gözlerden kaçıyorsa, o zaman, şimdi gözden kaçan durum
mutlaka tarihin ağına takılacak ve o sorumluluk taşıyan birileri oldukça
mahcup olacak demektir.
Özetle, hemen herkesin “bu adam bunu beceremez, asla feraseti buna
yetmez” dendiğine göre, olayın dönüp dolaşıp o kişinin ve aklını ona
emanet etmiş olanların işi olduğunu gündeme getirmek, açıklamaları bunun
etrafında döndürmek -korkarım- geri plandaki asıl ve etkili unsurları ve
mekanizmayı gözden kaçırmak demektir.
Tabii ileride de karşımızda olabilecek potansiyel tehlikeleri de…
*
Biz eğer demokrasiyi, rejimi ve devleti halka emanet edeceksek ve bunda
samimi isek, açıktır ki o meydanlarda geceleyen halkın sadece birilerine
kinlenip ya da kinlendirilip “asalım” demesinden daha da öncelikle işin
bütün gerçeklerini bilmesi, meydanlardaki “nöbeti” kime karşı tuttuğunu
bilmesi daha doğru olacaktır.
*
Olayın daha çok kişilere bağlanarak, “emperyalizm” ayağının kamuoyunda
giderek geri planlara düşmesi yanında bir başka tarafına daha değinmekte
yarar var.
Bu dünyada bilinir ki, “emperyalizm”in nihai amacı, gücünün yettiği
ülkeleri ekonomik açıdan avucunun altına almaktır.
Çünkü genelde kabul edilen tanımından çıkaracağımız üzere emperyalizm,
kapitalizmin saldırganlaşmış biçimidir. Hedefi ülkeleri etkisi altına
alarak pazarı genişletmek, “para” kazanmaktır.
Dolayısıyla “emperyalizm” bir ülkeye saldırdığında, bu saldırıyı şu ya
da bu dini inanç, etnisite falan gibi çeşitli bahaneler ileri sürerek
kendini mazur göstermeye kalksa bile olayın özü bellidir.
Emperyalizm kimsenin etnisitesini kollamak için de, dini inançlarını
korumak için de parmağını oynatmaz. Bu işler onun amacı değil, olsa olsa
aracıdır.
*
Yine olayımıza dönecek olursak;
Bu olayla ilgili olarak kamuoyundaki algının önemli bir ağırlığı ne
yazık ki daha çok, pek makbul sayılmasa da bir dini cemaatin bu işe,
kendi dini görüşüne göre bir düzen kurmak, o başındakini de bir
Ayetullah konumuna getirme çabası şeklindedir.
İşte bu yaygın algı, aslında olayın can alıcı noktasını geri planda
bırakmaktadır.
Böyle olunca, kendisinden rejimi, devleti, demokrasiyi korumasını
beklediğimiz halkımızın aslında bu saydıklarımızı koruduğunu bilmesi,
öncelikle bunun bilincinde olması gerekirken, adeta kendi inanç
dünyasına bir saldırı olduğunu ve bunu koruması gerektiğini
düşünmektedir.
Bu işin doğrusu, insanımızın öncelikle ülkesinin, rejiminin koruyucusu
olması gerektiğini bilmesi ve buna kastedenlere cephe alması değil
midir?
Tehlike asıl buradan gelişmekte değil midir?
O asıl düşman, o “emperyalizm” yarın amacına ulaşmak için yarın bu
cemaati ve bazı dini inançları değil de bunların dışında bir yöntemi
tercih etse, acaba meydanlar hangi sloganlarla coşturulabilecektir?
Toparlayalım:
Yaşanan olayların maliyeti çok büyüktür.
Bunun yanı sıra bu olaydan dolayı çıkarılması gereken ders de aynı
büyüklükte olmalıdır.
Bu talihsizliğin, bu gafletin bir daha yaşanmaması için alınması gereken
tavrın sorumluluğu da büyüktür.
Bu ülkeyi yönetenler ve yönetime talip olanlar bunu biliyorlardır diye
düşünelim.
Orası tamam ama, “asıl gücümüz meydanlara dökülen kitlelerdir,
halkımızdır” diyorsak onların da aynı istikamette bilgilendirilmesi,
kamuoyundaki algının başka başka alanlara sapmasının önlenmesi gerekmez
mi?
Yarın bütün bu cemaatin kökü kazınsa, bütün sempatizanları
yanlışlarından dönse bile, arkalarındaki itici gücün bu sevdasından
vazgeçeceğini, bir daha böyle bir şeylerle karşılaşma olasılığının
kalktığını kabul edebilir miyiz?
Üstelik bu kalkışmanın 15 temmuzda başarılı olmamasına rağmen yine de
“birilerine” hizmet ettiği, çok işine yaradığı da ortadayken.
Hele hele sınırların yeniden çizileceği açık açık söylenen, amaçlanan
haritaların duvarlara asıldığı, kanın göz yaşının dinmediği bu
coğrafyada…
Ne dersiniz; bu başarısız girişim her halükarda o birilerinin işine
yaramışsa biz şimdi eskisinden daha da kritik sorunlarla karşı karşıya
değil miyiz? Dikkatlerimizi şimdi biraz daha o uzun vadeli emperyalist
planlar üzerine yoğunlaşmamalı mı?
Yanılır da işin gerçeğini ihmal edersek, bu gün onları kullanan yarın
başkalarını kullanır, bir başka maskeyle saldırır.
Huylu huyundan vaz geçmez.
Emperyalizmin huyudur; saldırgandır, kapitalizm krizleri hep böyle
atlatmayı düşünür.
O öyle düşünürken bizim kendi kurtuluş savaşımızda yaşayıp onların
topuna karşı koyup kazandığımız kendi deneyimimizi düşünmemiz, yine o
başarılı yolu izlememiz gerekmez mi?
|
|