|
Temmuzların en sıcağı ve “kontrolsüz
güç” güç değildir
Bizde epeyce bilinen bir sözdür:
“Kontrolsuz güç, güç değildir”
Acaba kim söylemiş diye merak edip internette şöyle bir dolaşınca
kaynağı ortaya çıktı..
Meğerse ünlü bir otomobil lastiği firmasının 80’li yıllarda kullandığı
ama sonradan çoğu kişinin diline dolanan bir “reklam sloganı” imiş.
Sonunda o reklamın videosunu da bulup izledim:
Filmde, yağan yağmurun ıslatıp kayganlaştırdığı bir yolda hızla araba
kullanan delikanlının önünde aniden bir kamyon beliriyor. Son anda bir
fren… Lastikler mükemmel ya… Bütün bu olumsuz koşullara rağmen oğlanın
arabası kamyona çarpmaya neredeyse bir karış kala zınk diye duruveriyor…
Tamam, lastikler o hızlı otomobili bile kontrol altına alıp beklendiği
gibi durabiliyor ama delikanlının kamyona olan tepkisi biraz “kontrol
dışı” maalesef…
Filmde “hah” işte şimdi arabadan fırlayıp o öfkeyle kamyoncuya haddini
bildirecek diye bekliyorsunuz ama o anda ne oluyor biliyor musunuz?
Reklamın en vurucu yeri de burası galiba…
Lastikleri sayesinde, o en zor anda bile arabasını kontrol edip
durdurabilen delikanlı, bu kez öfkesi dolayısıyla kendisini kontrol
edemediği için bir anda ayağı kayıp tepetaklak geliyor…
Bu arada, işin esprisi yani reklamla verilmek istenen mesaj o kadar
kuvvetli gelmiş ki, aradan geçen yaklaşık 30 yılda, o sağlamlığın ve
tutuculuğun hangi lastik markasında olduğu yani pazarlanan “ürün”
unutulup gitmiş ama o lastiği öne çıkaracak olan “kontrolsuz güç güç
değildir” lafı daha baskın çıkıp neredeyse bir hukuk ve siyaset prensibi
olarak kabul görmeye başlamış.
*
Henüz tam olarak “geçti” de diyemeyeceğimiz “15 Temmuz” bir garip
“kalkışma” teşebbüsüydü.
O gece olanları, ardından gelişen diğer olayları burada sıralamaya gerek
yok. Her şey çok taze ve bu yazı köşesinde kaldığı esnada bile
muhtemelen yeni yeni gelişmeler birbirini izleyecek, neyin ne olduğu
konusunu da tam olarak ancak zaman içinde öğreneceğiz.
Dolayısıyla, henüz olayın dumanı üzerindeyken bu konuda çok köşeli
şeyler söylemek, kesin hükümler vermek mümkün değil.
Bu nedenle, biz şimdilik “her türlü darbeyi yanlış bulduğumuzun, asla
taraftarı olmadığımızın” altını çizip yargılamaları beklemek lazım
diyelim.
*
Ama, şimdiden söylenmesi gereken bir şeyi de hiç sonraya bırakmamak
gerekiyor.
O da, bu yazının başlığına aldığımız “Kontrolsuz güç güç değildir”
konusu.
Bu olay, şöyle ya da böyle “tehlike” olmaktan çıkmakla “şimdi” hükümetin
eline büyük bir güç geçmiştir.
Halkın önemli bir kısmı meydanlara çağırılmış ve darbecilere bir de
böyle tepki verilmiştir.
Kalkışma sırasında halkın meydanlara çıkarılıp olaya taraf olmaya
çağırılması, eğer o kritik anlarda bir son çare olarak görüldü ise, bu
durum belki mücadelenin kazanılmasında belirleyici ve yararlı da
olmuştur ama; o anlardaki “zorunluluk” kalktıktan sonra halka
“meydanları boş bırakmayın” denmesi ile, korkarım; bu sefer de “her
zaman kontrol edilemeyebilecek” bir gücün doğmasına yol açılmıştır.
Bu gücün yarın herhangi bir olay karşısında, eline geçirebildiği her
şeyle ve meydanlara çıkarak, o andaki kitle psikolojisiyle hareket
etmesi, her zaman çok da hayırlı sonuçlar yaratmayabilir.
O güç, kontrolsuz olunca ve hükümetten de destek ve teşvik gördüğü
inancı taşıdıkça, Türkiye’nin malum nüfus yapısı dolayısıyla hemen her
bölgede ve her konuda devletin amaçladığı gibi bir tepki yerine daha
farklı ve kolaylıkla zapt edilemez yönelimler gösterebilir.
Hele bu toplumun yaklaşık yüzde ellisinin iktidar, yüzde ellisinin
muhalefet partileri yanlısı olduğu gerçeği karşısında...
Hele hele dini ve etnik farklılıkların hassasiyetinin halen ciddi
boyutlarda olması karşısında…
Peki biz böylesi her türlü sonuca razı olabilir miyiz?
Ülkeyi “devlet düzeni” ve ağırbaşlılığı içinde yönetmekle görevli ve
sorumluluğunda olanlar, karşılaşacakları her türlü olumsuzluk karşısında
“meydanlardaki vatandaşımız şimdi böyle istiyor” deyip kendisini öfkeli
kitlelerin o andaki taleplerini yerine getirmekle görevli sayabilir mi?
Meydanlar, o andaki etnisiteleri, dini inançları, veya taraftarlıkları
dolayısıyla kendilerine has ve anlık düşünceleriyle şiddet uygulamaya,
yargısız infazlara kalkarsa, yakıp yıkarsa önünde durulabilinir mi?
Ya farklı meydanlarımız farklı görüşlerdeki kitlelerin birer “toplanma
kampı” gibi ortaya çıkar ve buralardakiler birbirleriyle çatışmayı
kendilerinde hak görür ve “ihkak-ı hakka” yani o ileri sürdükleri,
inandıkları haklarını kendi elleriyle ve o anda almaya yönelirlerse,
bizim güvenlik güçlerimiz hangi “meydan”dakileri durdurup hangisinin
“demokrasiyi savunduğunu” nasıl ayırt edebilecek, kime yol verip kimleri
dağıtacaktır?
Tarihimizdeki, örneğin 6/7 Eylül olayları gibi bu meydanlardaki
kontrolsuz güçlerin yarattığı tahribat ve sıkıntılar niye hatırlanıp göz
önüne getirilmez?
*
Gelelim işin bir başka tarafına.
Bu olay ile, devlet içinde yuvalanan “farklı” yapılanma şöyle ya da
böyle önemli ölçüde temizlenmiştir.
Son çırpınışları, bu yapının tehlikesinin ne büyük boyutlarda olduğunu
da gözler önüne sermiştir.
İyi de olmuştur.
Buraya kadar tamam.
Ama belki daha doğru bir üslupla ve herkesi kavrayacak biçimde “ halk
demokrasiye sahip çıksın” demek varken ülkenin bütün minarelerinden ve
geleneğimizde genellikle “İslam uğruna silaha sarılmak” olarak anlaşılan
“cihada çağırmak” gibi kitlelerin dini inançlarını harekete geçirmek,
sonra meydanlara “siz ne istiyorsanız haklısınız” demek, bu ülkenin
medeni dünya karşısındaki görünümünü hayli hırpalamakta, olayın renginin
değişmesine yol açmakta değil midir?
Ülkemizin de içinde bulunduğu bu coğrafya’da, yani sınırlarımızın hemen
diplerinde yapılan ve -yapanlara bakıldığında- kimi “cihad” çağrılarının
kolay kolay demokrasiyi kurtarmak olarak algılanmadığı belli değil
midir?
Ülkemizin gerek ekonomik gerekse siyaseten sıkıntılı bu döneminde
yaratılan görüntüler acaba Türkiye’nin bu günlerde kurtarılmaya
çalışılan turizminden başlayıp yatırım yapılabilirliğine; kredi
verilebilirliğinden uluslararası diplomasisine kadar pek çok alanda
notumuzu düşürmez mi?
Bu görüntüler bizi “batı” karşısında tam bir “Ortadoğu”lu gibi göstermez
mi?
Biz “aslında öyle değil” desek de “vaziyet” onları haklı çıkarmaz mı?
Bu tablo, hemen yanı başımızdaki İŞİD’çileri de içerideki
sempatizanlarını da fırsat bu fırsattır deyip o meydanlara sızdırmaz mı?
Özerklik peşinde dolaşanlar “o zaman bu meydanlarda da biz varız” deyip
–maazallah- o zor oturtuldukları yerlerden fırsatı “değerlendirmeye”
kalkmazlar mı?
*
Şimdi süratle yapılacak olan, “Tahrir Meydanı” gibi algılanabilecek
görüntülerinden en kısa zamanda kaçınmak, olaylı günlerde “demokrasiye
sahip çıkıyorum” bahanesiyle haddini aşanları hizaya çekmek, böylesi
dönemlerde çok görülen ve devletin kendi halindeki kadrolarını tedirgin
eden “sokaktaki cadı avı” havasını dağıtmaktır.
Çünkü “mülk”ün yani devletin temeli, öfkeli kitleleri bir şekilde
meydanlara toplayarak “bakın bunlar da devletten yana” demek değil,
böyle zamanlarda bile elden geldiğince “adalet” yani hukukun içerisinde
kalmaktır.
Aksi halde, şimdi hepimizi sevindiren bu büyük başarı yarın önü kolayca
alınamayacak bir kaos ortamının tohumlarını ekiyor olabilir.
|
|