Hesaba kitaba vurunca bir türlü akla yatmayan işlerimiz



Aslında “öbür türlü" düşünmenin ne kadar rahat ve makbul olduğunu mutlaka biliyorsunuzdur.
Ama Türkiye’de “memleket meselelerine meraklı” bir kuşaktan geliyorsanız ve aklınız bazı “hesap”lara takılıyorsa durumunuz ne kadar zordur biliyor musunuz?

Hesapsızlık sizi rahatsız eder.
Ve tabii sizin bu rahatsızlığınız da çevrenizdeki “Boşver”cileri, “böyle gelmiş böyle gider”cileri”… “siyaset bu”cuları…
Ama ne yapalım; yine de boş veremiyoruz...
*
Biliyorsunuz, bizde “faiz” konusu bir süredir milli mesele halini almıştı.
Geçenlerde Merkez Bankası başkanımız değişti ya; yeni başkanın ayağının tozuyla aldığı ilk karar bankalar arası faizin indirilmesi oldu.
Hadi buraya kadar kendi takdiridir diyelim ama, o esnada çok enteresan bir şey daha oldu:
Bizim neslin bankacıları, faizler düşünce döviz fırlar derler…

Öyle olmadı.
Tam tersine, faiz düşünce aynı anda döviz de düşmeye başladı.
Düşen döviz ertesi gün yeniden toparladı ve bir süre sonra bizimkilerin dediği çıktı ama o ilk günkü tuhaf olayın nedeni bir türlü anlaşılamadı.
Bazıları “Yine birileri bir şeyler çeviriyor…” dediler.
Garip…

Zaten dikkat edenler bilir; Türkiye’de ne zaman bir şeyler kötüye gitse, ekonomiyi sıkıntıya sokacak bir olay olsa; tuhaf bir biçimde hemen o gün bu olayla şirketlerimizin ne kadar da değerleneceği (!) anlaşılır ve dolayısıyla hisse senetlerine rağbet artar, borsa endeksi yükselir.
Birileri de böyle zamanlarda hiç olmayacak biçimde elindeki dövizi satıp Türk lirasına koşar ve memlekette döviz ucuzlar.
Eşe dosta öngörülerinizi söylediğinize pişman olursunuz, “bak yine dediğinin tersi çıktı” derler.
Anlaşılmaz bir durum.
İnsanın inanası gelmez, bütün bildiklerine ve öğretilere terstir ama ne “hikmet” ise bu anlaşılmaz ekonomi olayı bizde sıkça görülür.
*
Memleketin büyük meselelerinden biri de işsizlik değil mi?.
Hani 2002’den bu yana sürekli kalkınıyorduk ve cumhuriyetin ilk 10 yılında yapılanlar bile bu işlerin yanında “fasarya” sayılırdı ya…
Peki ülke bu kadar kalkınırken “bu ülkenin emeği ile geçinen” insanları bu işten ne anladı, ne kadar kalkındı derseniz onu resmi rakamlara bakarak söyleyelim:

-2002 yılında işsizlik yüzde 10,3’tü
-2016 yılı ocak ayında yüzde 11,3 oldu.

Yani bu iktidarın “kalkınma” gayretleri, her nasılsa bizdeki işsizlik oranını da kalkındırıp(!) bir puan kadar arttırmış.
Kalkınmamız –hay kalkınamaz olaydık- 14 yıl öncekinden daha fazlasını işsiz bırakmış

Bu ne demek diyenler için söyleyelim:
Bu günkü “işsiz” sayısı 3 milyon 290 bin deniyor ya…
Eğer 2002 yılındaki kadar kalkınmış olsaydık şimdiki işsiz sayımız bundan 290.000 kişi daha düşük olacak, şimdi işsiz olanlardan 290.000 kişi bir işte çalışıyor, evine ekmek götürüyor olacaktı.

“E, hani kalkınıyorduk 14 yıldır, bu nasıl kalkınma” falan diyeceksiniz ya…
Boş verin bunları, bu kalkınma işinden parmaklarını yalayanlar sağ olsun. Biz şimdi başka bir hesaplama yapalım.
*
“Resmi” verilere göre son 14 yıldaki imrendirici(!) bir kalkınma olayı yaşamamızdan dolayı işsiz kalanların sayısı yüzde bir oranında artmış ama; bu işsizlik meselesine biraz daha yakından bakacak olursak, son zamanda bir başka “harikalık” olmuş:

TÜİK son bülteninden… bakalım ne deniyor:
“15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı 0,8 puanlık azalış ile %19,2 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 0,3 puanlık azalış ile %11,3 olarak gerçekleşti…”

Ne güzel değil mi?
Hani bu ekonomi nereye gidiyor deniyor ya?
Nereye gidecek; “o şom ağızlılar” kötüye gidiyor dese de, bakın resmi rakamlara göre son bir yılda işsizlik azalıyor, her gün daha çok insan işe giriyor “gibi gibi”.

*
Ama baştan da söyledik ya; aklımız bizi yine rahat bırakmayıp hemen “bunun üzerine de küçük bir hesap yapalım mı” diyerek keyfimizi kaçırıyor.

İsterseniz gelin o hesabı bu sefer hep birlikte yapalım:
Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) tarafından 2014 yılında yapılan bir tesbite göre Türkiye’de her yüz kişiden 13’ü turizm sektöründe çalışıyormuş ve Ekim/SSK bilgilerine göre bunların 987 bin kadarı sigortalıymış.

O zaman anlaşılıyor ki, turizmde bir milyona yakını sigortalı olmak üzere toplam 1 milyon 711 bin kişi çalışıyormuş.
Peki, Turizmciler şimdi biz battık, mahvolduk bu sene turist “nanay” derken özellikle mevsime ve konjonktüre bağlı bu işlerde çalıştırılan adam sayısının en az yarı yarıya düşmesi beklenmez mi?

Nedir o sayı örneğin?
1.711.000 kişi bölü iki; eşittir 855.000 kişi yaklaşık.
Demek ki turizmde bu sezon bütün işletmeler kan ağlarken en azından 855 bin kişi “işsizler ordusunun yeni tertipten neferleri olmak durumunda”.
Bunu bir kenara koyalım.
*
Buradan gelelim Suriyeli olayına.
Bir hesaba göre 3 milyon göçmen var deniyor ya, öyle kabul edelim.
Bunlar Türkiye’ye gelince tarımdan inşaata kadar çeşitli işlerde gayrı resmi olarak çalışmaya başladılar mı?
Evet, bunu herkes biliyor.
Şimdi bunların kabaca bir yüzde 10’unun yani 3 milyon kişi içinden 300 bininin bir şekilde çalıştığını kabul edelim.

Sorum şu:
300 bin Suriyeli geçim derdine düşüp tarımdan inşaata çeşitli işlerde çalışmaya başladığında memlekette sırf bunlar için 300 bin yeni iş imkanı mı açılmıştır da onlar bu işleri bulmuşlardır, yoksa daha düşük ücretlere ve her koşula razı oldukları için 300 bin Türk vatandaşını “işsiz bırakıp” onların işlerini mi devir almışlardır?

Ne tarımda, ne sanayide ve ne de hizmet sektöründe Suriyeliler geldi diye ek işler ve kapasite yaratılmadığına, hele hele işler kötüye giderken bu düşünülemeyeceğine göre tabii ki “ikincisi”.
Yani 300 bin Suriyeli işe girmişse 300 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı işsiz kalmıştır.
*
Demek ki, çok kaba hesaplara göre ve sadece bu iki kalemlik “etki”den dolayı, Türkiye’de (855+300=) 1 milyon 355 bin kişinin işsizler ordusuna katılmış olması gerekir.
Oysa açıklamalara göre 2015’den 2016’ya geçerken sözde işsizlik azalmış değil mi?

Ne diyorlardı en son?
“15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı 0,8 puanlık azalış ile %19,2 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 0,3 puanlık azalış ile %11,3 olarak gerçekleşti…”

Doğrusu bu açıklamaya şaşırmamak elde değil.
Çünkü TÜİK’in şimdiki 3 milyon 290 binlik işsizlik rakamına –bırakalım diğer sektörleri ve oralardaki gerilemelerle rakamın azalmayıp daha da büyüyeceğini, - sadece yukarıda hesapladığımız 1 milyon 355 bin kişiyi eklediğimiz zaman bile, bizdeki işsiz sayısı hemen 4 milyon 645 bine, işsizlik oranı da 11,3’den hemen yüzde 15,7’ye fırlayıveriyor.

Bu hesaplar ne garip değil mi?
İster inan rahat et, ister kafan karışsın; düşün dur.