Geç bunları anam babam bilirim ben…

Ekonomiden sorumlu bakanımızın son aylarda üzerine epeyce “cek”li “cak”lı demeçler verdiği Mali Kural yasa tasarısının “yetişemeyeceği gerekçesiyle” Meclis’te görüşülmeyip bir sonraki döneme bırakıldığını öğrenince dilime hemen ünlü sanatçımız Levent Yüksel’in sevdirdiği şarkının sözleri takılıverdi:

Geç bunları anam babam geç bunları
Bir kalemde
Bilirim ben yaptığımı…


Hükümet, ekonomi politikalarını dünyadaki sıcak para trafiğine bağladığı için yabancıların bize verdiği “notlar” konusunda oldukça hassastır.
O notlar, kırılgan ekonomimizin önemli oyuncularını aynen karne alan okul çocukları gibi heyecanlandırır.

Notlar arttıkça karnesi güzelleşen ekonomimiz daha çok sıcak para alır;
Aldığı sıcak para ne kadar çok artarsa ekonomimiz yabancı para babalarına o kadar çok para kazandırır;

Onlar bizi ne kadar “çok para kazandıran, bereketli memleket” sayarlarsa, biz o kadar çok para kaybederiz.

Baktığımız ekonomi aynı olduğuna göre; mantık icabı, yabancılara oradan öyle görünen durum, bizim buradan bakıldığında da böyle görünmektedir.

Uluslararası para kurumları, paralarını yeryüzünde bir oraya bir buraya aktararak hızla dolaştırırken “ısınan” yani sıcaklayan parayı idare etmek ne de olsa ince bir iştir.

Oh ne güzel, sıcak sıcak dolaşıyor, içimizi ısıtıyor derken sermayeyi batırmak istemeyen para babaları, bir taraftan da dünyadaki müşterilerinin borç ödeyebilme kabiliyetlerini sürekli ölçerek işi bir ölçüde sağlama almak isterler.
Bunun için kredi derecelendirme kuruluşları kurulmuştur.

Bu derecelendirme kuruluşları sürekli müşterilerini gözlem altında tutarlar ve belirli aralıklarla onlara notlar verirler.

İyi not alan, finansörlerine temiz kazanç getireceği için uluslararası parayı daha kolay ve daha ucuza çeker.

Notu kötü olan parayı yine alacaktır ama iş biraz sıkıntılı olacağından doğal olarak fiyatı da yükselecektir.

Bu kuruluşlardan en ünlüsü, müşterisini daha da yakından takip etmekte yarar gördüğünden olacak, kendisi açısından önemli bir “finans işi merkezi” olan İstanbul’umuzda da büro açmıştır.
Bu kuruluşun internet sitesinde; bizim karne verme, onların “derecelendirme” dediği işlem tanımlanırken şöyle denmektedir:

“Rating (derecelendirme) en genel tanımı ile bir kuruluşun finansal yükümlülüklerini zamanında yerine getirip getiremeyeceği hakkında verilen bagımsız bir görüştür.”

Yani işin Türkçesi, raiting denen işi yapanlar, yabancıların karlı bulup para yatıracakları ülkelerin vade sonunda bu paraları geri ödeyip ödeyemeyecekleri konusunda pek pipiriklidirler.
Çünkü bu işlerde kar ne kadar yüksekse risk de faiz de o kadar yüksektir.

Büyük para sahiplerinin “Tamam, bu işten iyi para kazanacağız anladık ama, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım, kendileri çok iyi müşterimizdir derken ana parayı da batırmayalım” şeklindeki endişelerini gidermeye çalışırlar.

***
Bir ekonominin nasıl idare edileceği, şüphesiz o ülke hükümetinin yetkisindedir ve de en önemli görevidir.

Kur politikasının ithalata mı yoksa ihracata mı yarayacağı, işçisine memuruna kaç para zam yapacağı, kıdem tazminatlarının kırpılıp kırpılmayacağı, üretiminin mi yoksa tüketiminin mi destekleneceği yani sonuç olarak ülkede kimin kazandırılıp kimin batırılacağı gibi konularda karar yetkisi hükümetlerindir.

Her ne kadar, iyi ki biz de küreselleşiyoruz falan dense de, bir ekonomide yukarıda saydığımız işleri sizden çok yabancılara kazandıran biçimde düzenleyerek küreselleştirmeye kalkarsanız, bunun sonu “hükümet etme yetkinizin de küreselleşmesi” sonucunu doğuracağından bu işte paçayı kaptırmamaya çok özen gösterilmelidir.

Türkiye ekonomisinin uzunca bir süredir bu küreselleşme dalgasına kendini fazlaca ve adeta frensizce kaptırmış olması, anlaşılan sonuçta ülkeye para getiren küresel sermayeyi bile tedirgin etmektedir ki, sonunda bu hükümetin günün ekonomik ve sosyal icaplarına göre kararlar almasındansa, kendini belirli kurallarla on yıllığına bağlamalarını istemiştir.

Bu isteğin nedeni, o uluslar arası sermayedarların; bizim hükümetin kendi ekonomisini yönetme yetkisini aklına estiği gibi kullanmasından endişelenmesi değil midir?

Eğer onların sorunları gidişattan endişelenmeleri ise; bu, hükümetin tasarruflarına pek fazla güven duymama, onu en az on yıl için belirli bir kalıba sokma ihtiyacını duyduklarının göstergesi değil midir?

Sonuçta, bu gün için Hükümet, tamam çıktı çıkıyor derken onların istediği “mali kural” yasasını Meclisin bir sonraki yasama dönemine bırakıp, referandum ve seçim hassasiyetleri arasında “Hele bakalım, Allah kerim” demiştir.

Üzülelim mi, sevinelim mi?
İyi oldu, yabancıların burunlarını bu işe bu kadar da sokup bizi on yıllığına istedikleri kalıba sokmalarına razı olamayız, ne lazımsa biz duruma göre kendi kararımızı kendimiz veririz, ipotek altına girmeyiz diyenlerin sevinmesi beklenebilir.
Buna karşılık sıcak para sahiplerinin; bu güne kadarki yüreklerini serin tutan uygulamalara rağmen şimdi nedense paracıklarını güvende görememeleri ve işi biraz daha sağlama bağlamaya çalışmaları, yarın sıcak paralarının başına bir şeyler geleceğinden endişe etmelerine varan düşünce ve gözlemleri de o kadar üzüntü verecek bir durum.

***
İşte vaziyet böyleyken, yukarıda sözünü ettiğimiz derecelendirme kuruluşunun Gelişmekte olan Avrupa Ülkeleri Başkanı, “Mali kurallar; politika öngörülebilirliği, disiplin ve şeffaflık açısından yararlı olmakla birlikte uygulamasında ortaya çıkabilecek ekonomik ve politik maliyetlerin ağırlaşması halinde iptal edilebilir” diyerek sözde kendilerine ve hükümete mazeret üretiyor ve zevahiri kurtarmaya çalışıyor ama bu arada durumu bütün çıplaklığı ile de dile getiriyor:

Ne diyor ? tek tek okuyalım:
-Politika öngörülebilirliği,
-Disiplin,
-Şeffaflık
açılarından yararlı olmakla birlikte;
-ekonomik
-Politik
maliyetlerin ağırlaşması durumunda mali kural dahi iptal edilebilir…

Yani, iş sizde o kadar sarpa saracaksa; politika öngörülebilirliği, disiplin, şeffaflık diye boşu boşuna olmayacak duaya amin demez, biz de “ya kısmet” deyip ipin ucunu bırakabiliriz diyor.
Hani bizde iflah olmayacak hastaya doktorların “artık ne yerse yesin” demesi gibi.
Onlar işte artık böyle diyorlar.
Peki biz ne diyelim?
Levent Yüksel’in söylediğini biraz değiştirerek:
Geç bunları anam babam geç bunları
Bir kalemde
Biliriz biz ikinizin de yaptıklarını…

……

deyip gelecek seçim sonrası uygulanacak farklı bir mali düzenin hazırlıklarına mı başlayalım?
Sizi bilmem ama benim dilime nedense hep bu şarkı dolanıyor