|
İyileri birbirlerine düşman eylemek ve
sonra iyi şeyler beklemek
Fransız devrimine ve aydınlanma hareketine
büyük katkısı olan François Ma?ie A?ouet, ki kendileri bizim bildiğimiz
adıyla “Voltaire”dir; 1772’de bu günkü siyasetimizde yaşanan sıkıntılara
ışık tutabilecek çok önemli bir şey söylüyor:
“Mieux est l'ennemi du bien”
Yani “Mükemmel, iyinin düşmanıdır”
Enteresan değil mi?
“Mükemmel” yani “daha iyi olan” ile “iyi olan” arasındaki bir düşmanlık
–haydi biraz hafifleterek söyleyelim- bir çekemezlik, bir itişme, bir
kıyasıya rekabet hali nasıl olabilir ki?
Biz hep “iyi”lerin “iyiliğin doğası gereği” hep birlik olacaklarını aynı
safta bulunacaklarını düşünmez miyiz?
“Ah şu iyi bildiklerimiz bir araya gelseler de şu işleri düzeltseler”
gibilerinden örneğin…
Aralarında ufak tefek görüş farkları olsa da, “iyi” dediklerimizin bir
birleriyle iyi ilişkiler, hatta güç birliği içinde olduklarına inanmak,
böyle olmasını beklemek istemez miyiz?
Biri için iyi olan diğeri için de iyi ise; ve ortak amaçları sadece
“iyilik” ise, bu iki “iyi” neden birbirleri ile düşmanlık içinde
olsunlar ki?
Çelişik bir mantık, tuhaf bir durum gibi değil mi?
*
“Olabilir mi böyle bir şey gerçekte?” diye düşündüğümde aklıma ilk anda
“mıknatıs”lar geldi.
Belki okul dönemlerindeki fizik derslerinden hatırlarsınız; mıknatısın
kuzey ve güneye dönük iki zıt kutbunda böylesi bir özellik görülür; biri
güneye diğer, kuzeye dönük o “birbirine ters” kutuplar birbirlerini
çekerken “aynı” kutuplar gerçekten itişirler aralarında her nedense.
Eksi ile artı, olumlu ile olumsuz arasındaki bu ters ilişki her şeyin
uyum içinde olduğuna inandığımız doğada büyük bir gariplik sergilemiyor
mu?
*
Koca düşünür Voltaire bu sözünün yanı sıra bir de;
“Bir gün her şeyin daha iyi oIacağını düşünmek, umudumuz;
Bu gün her şeyin iyi oIduğunu düşünmek, yanıIgımızdır” der.
O halde, o yanılgılara düşmemek için biraz daha üzerinde duralım bakalım
şu “iyilerle daha iyiler arasındaki zıtlıklar konusunun ve
umutlarımızın…
*
Hepimizin en büyük umudu, daha yaşanası bir dünya değil mi?
Kimse kimseyle savaşmasın, kimse aç kalmasın, kimse üzülmesin…
Böyle bir düzeni kurabilmek için de böylesi “iyi” düşünenler bir araya
gelsinler; dünyamızı, ülkemizi gerektiği gibi yönetsinler diye
“umutlanırız” hep aslında…
Ama o ne?
Galiba daha ilk adımda Voltaire’i haklı çıkaracak bazı durumlar baş
gösteriyor sanki.
Öyle olacağı konusunda umutlanırken bir bakıyoruz ki en büyük yanılgı da
buradan kaynaklanıyor.
Sonra “hüsran”, kırılmalar ve nasıl oluyor da bizleri hiç
bağdaşamadıklarımız, karşı kutuptakiler yönetirken bizim “iyidir”
dediklerimiz sadece birbirleriyle zıtlaşıyor, itişiyorlar ve sonuçta
kaybediyoruz.
Bir durup düşünelim bakalım bu konuyu; acaba bir yanda “zıtların
birlikteliği” diğer yanda “iyilerin” ya da “aynı yoldakilerin zıtlığı”
nasıl oluşuyor siyasal yaşamımızda.
*
Toplumda ortaya çıkıp da “ben iyi şeyler yapmaya adayım” dediğinizde
başlıyor o “mıknatıs” tersliği…
Diyelim ki demokrasinin en küçük uygulamasında, örneğin mahallemizden
“iyi” birilerini seçip “haydi bizi temsil et” diyeceğiz.
Bir “iyi” çıkıyor ortaya, etrafına diğer iyileri de alıp yürüyecek değil
mi hesaba göre?
Öyle olmuyor işte; -söylemi ne olursa olsun- yanına kendisine rakip
olabilecek, belki bir gün kendini aşabilecek kimseyi almama hatta “rakip
olabilir” düşüncesiyle “mesafe koyma” gereğini duyuyor o diğer
“iyi”lere.
Peki kimlere yakınlık gösteriyor?
Sadece kendisine asla karşı çıkmayacak; en diplomatik ifadesi ile
“sessiz” taraftarlara…
Çünkü biliyor ki, bu “iyilik” yarışında –aslında siyaset oyununda-
Voltaire’in deyişiyle “mükemmel” geldiğinde “iyi” daha geri planda
kalacaktır.
Dikkat edin, bir mahalleden başlayıp taa en tepeye kadar giden siyaset
yarışının bütün aşamalarında hep “topluma iyilik”ten söz edilip “iyi”ler
ortaya atılırken, bu garip oyunun kuralı gereği her iyi, özellikle
kendinden “iyi” olanları itmeye, etrafına tam aksine, kendisini asla
aşamayacak olanları çekmeye gayret eder.
İlçe seçimleri, il seçimleri, genel kongrelere kadar bu mekanizma hep
böyle çalışır. Ve... örgütlenmede her kademe ilerleyişi aslında pek çok
“iyi” sayılabilecek olanın bir kere daha uzaklaştırılması, elenmesiyle
sonuçlanır.
İlçe, mahalleden gelenlerin; il ilçelerden gelenlerin; merkez illerden
gelenlerin “asla” siyasette kendine rakip olmayacak olanlardan
oluşmasını ister ve her bir aşamada “diğer iyiler” hoyratça elenirler.
Bu elemeler aslında o partinin, önce mahallede, sonra ilçede, ilde ve
nihayet merkezde hep ters mıknatıslanmayla bir kısım gücünü devreden
çıkarmasına, “içerideki seçimleri” kaybedenleri budaya budaya “sonuçta ”
kendini zayıflatmasına yol açar.
Hafızalar şöyle bir yoklandığında hemen herkes “iyi” saydığı, “takımda
olmasını gerekli gördüğü” kimselerin bu “düzen” içinde devre dışı
kaldığını görür.
Kim bilir, belki hani o “başkan çok iyi ama çevresi kötü” inancının
altında bile bu ünlü Fransız aydınlanmacısı Voltaire”in bundan tam 244
yıl kadar önce yaptığı ve dile getirdiği tesbit yatar.
*
Peki, iyileri iyilerle bir araya getirip siyasetin her aşamasında “en
iyi takımları kurmak” varken oyunun ille de bu kurallara göre oynanması
ilahi bir emir mi?
Acaba neden insanlar hep toplumu en iyiler yönetsin demelerine karşın
her aşamada en azından iki iyiden birini –aslında bir kanadı- feda
ederek, önünü keserek ve sonuçta kendi takımlarının gücünü budaya budaya
sözüm ona “ilerlemeye” çalışırlar?
Ve sonra da “acaba biz nerede yanlış yaptık da bir türlü belimizi
doğrultamıyoruz” der hayıflanırlar?
Bunun nedeni insan ruhunun hastalıkları mıdır? Sinsi bir düzenin bilerek
yarattığı sarmal mı?
Yoksa insanların “iyi” konusunu ideolojiler kadar net ve doğru
anlayamamış olmaları, “iyi”liği sadece kimi insanların kişisel
tavırlarına bağlamaları, “sen ne diyorsan bizim için de doğru olan odur”
demelerinden mi?
Voltaire bunu 244 yıl önceden görüp söylediğine göre acaba neden bu
“mıknatıs tabiatı” bir türlü aşılamıyor ve biz hala “O iyi ama etrafı
kötü” deyip şaşkınlıktan aslında kendi tercihlerimizle oluşan duruma
şaşırmaktan- bir türlü kurtulamıyoruz acaba?
Bir iyinin etrafı neden kötü olmak zorundadır ki?
Bir bilen varsa çıkıp o her zaman pek de inandırıcı olmayan “Seçim
yarışı bitti, şimdi hep birlikte, elele” klişesini bir tarafa bırakıp,
bu genel zaafı nasıl aşabileceğimizi söylese, acaba hepimiz için daha
bir “iyi” olmaz mı?
|
|