Ekonomi "zam"a mahkumsa ben yapmam deme imkanı var mı?


Biraz şom ağızlılık gibi olacak ama, maalesef “yapılması beklenen” zamlar ard arda gelmeye başladı ve bu furya kolayca kesilmeyecek.

Olmasa olmaz mıydı?

Olacaksa bu kadar mı olmalıydı?

Gelin, yapılan zamların “sürpriz”lerine şaşırıp kalmak, kuru kuru öfkelenmek yerine bu konunun biraz derinlerine inmeye çalışalım.

*

Bir kere, enflasyonla yaşayan ülkelerin “zam üzerine zam”ları olmazsa olmaz bir özelliktir.

Enflasyon, para değerinin düşmesi olduğuna göre, paranın düştüğü her adımda ülkedeki fiyatların da bir o kadar yükseltilmesi gerekir doğal olarak.

 

İşin bir başka gerçeği de, sadece gelirinizin enflasyon kadar yükselmesi halinde bundan etkilenmeyeceğinizdir. Örneğin, belirli bir dönemde enflasyon yüzde yüz, sizin geliriniz de yüzde yüz artmışsa “satınalma gücü”nüzde bir değişiklik olmaz. Her iki halde de elinize geçen parayla yine aynı mal ya da hizmetleri aynı rahatlıkla satın alabilirsiniz.

 

Dolayısıyla size daha önce 3 liraya satılan domatesin fiyatı bu sefer 6 lira olmuşsa, sonuçta ne manav daha fazla para kazanmış olur ne siz domatesi daha pahalıya yemiş olursunuz.

Demek ki, enflasyon kadar artan fiyatlar ve bu arada vergiler, vs aslında gerçek (reel) artışlar değil, sayısal (nominal) artışlardır.

Eğer bir sıkıntı olacaksa bunun nedeni gelirinizin enflasyon kadar artmadığıdır.

 

O zaman, şimdi karşımıza çıkan bazı “zam”ların aslında enflasyon dolayısıyla “yeniden ayarlanmış” rakamlar olduğunu kabul edip, -hakkaniyetli davranmak gerekirse- her seferinde “zam üzerine zam” diye tanımlamamak gerekir.

Yine örneğin, enflasyon (Tüketici fiyatları endeksi) şu kadar arttı diye kiranıza bir o kadar zam gelmişse ve siz bunu ödemede sıkıntıya düşüyorsanız, dikkat edeceğiniz konu mal sahibinizin gaddarlığı, kiraları enflasyon bahanesiyle “zamlandırması” değil, elinize geçen paranın o enflasyon kadar artmadığıdır.

*

Şimdi buradan geçelim “gerçek” anlamdaki zamlara.

Zamları yapanları ikiye ayıralım: Bunlardan biri devlet, ikincisi özel sektör.

Sonra da bunların neden zam yapmak zorunda olduklarını ayrı ayrı ele alalım:

 

Devlet ya da bir süreliğine onun yetkilerini kullanıp sorumluluğunu taşıyan hükümet, “icraat”ını sürdürebilmek için belirli bir gelire ihtiyaç duyar. Çünkü piyasa ekonomisinde devlet de yaşayabilmek, icraatta bulunabilmek için piyasadan bazı mal ve hizmetleri satınalmak, karşılığında bir bedel (bütçe harcamaları) ödemek zorundadır.

 

Bu ihtiyacını zaman zaman borçlanarak karşılıyor olsa da, -sonuçta- kendisine gereken paralar halkının cebinden çıkacaktır..

Bu çıkış, çoğu zaman vergiler, harçlar yoluyla olduğu gibi kendisinin sunduğu mal ve hizmetlerin gelirleri ile de sağlanır.

 

Devlet, gelirleri harcamalarını karşılamaya yetmeyince; vergilere, köprü geçiş ücretlerine, belediye otobüs biletlerine, doğalgaza, elektriğe… ve fiyatını kendisinin belirlediği, “fiyatının içine kendi payını da koydurduğu” her şeye “zam” yapar.

 

Dolayısıyla devletin bir şeye zam yapıp yapmayacağı tartışılırken başbakanın ya da ilgili bakanın “zam yapmak gibi bir niyetimiz yok” türü demeçlerine değil, devlet gelirlerinin giderlerini karşılamaya yetip yetmediğine bakmak gerekir. Çünkü ortada bir devlet harcaması varsa, bunun tek kaynağı millettir. Belki krallıklarda olabilir ama bu bedeli zam yapmayıp da kendi cebinden ödeyen bir bakanı ya da başbakanı henüz tarih yazmamıştır.

*

O halde “zam” deyince, hükümetin ne dediğinden daha çok, hükümetin gelir ve giderlerinin ne yönde geliştiğine, dolayısıyla “zam”mın ne zaman zorunlu hale geleceğine bakmak lazımdır.

 

1.Ülkemiz, ekonomi ve istihdam politikaları açısından şanssızdır. Milli gelir düşük, dağılımı oldukça çarpıktır. İktidardaki siyasetin de beslendiği böylesi bir durumda tabii ki dar gelirli, işsiz geniş kesim, yaşama tutunabilmek için hükümetlerin verdiği “destek”lere muhtaçtır ve karşılığında ona oyları ile “teveccüh” gösterir.

Türkiye’de, son yıllarda giderek artan biçimde ve bu gün için yaklaşık 24 milyon kişi çeşitli yollarla devlet desteği almakta, nüfus artıp istihdam gerilerken bu desteğin bütçeye maliyeti giderek yükselmektedir.

Bu durum, hükümetlerin giderini, dolayısıyla zam ihtiyacının da giderek artmasını getirir.

 

2.Sayısı 3 milyon dolayındaki mülteciler ağır ve her gün daha da ağırlaşan bir yük olmaktadır. Bu yük, Türkiye’nin olağan bütçe dengelerini sarsmaktadır.

Dış göçten kaynaklanan 3 milyona bu günlerde bir de güneydoğudan batıya yayılan, oralardaki ekonomiden koparak büyük şehirlerin işsizleri arasına katılan nüfus eklenmektedir. Ortadaki rakamlar gelişmiş Avrupa ülkelerini bile ürküten boyutlardadır.

 

3.Terörle mücadele büyük bir “askeri” gider kalemi oluşturuyor.

Türkiye’nin Irak-Suriye ve Güneydoğu’daki “savunma” harcamaları son birkaç yıldır ciddi boyutlara ulaşmıştır ve giderek yükselme eğilimindedir. Bu harcamaların bütçe gelirlerini düşüreceği, artan ihtiyacın yeni vergi ve zamlarla karşılanması gerektiği açıktır.

 

4.Küresel ekonomideki gelişmeler ve bizim ekonomimizin içinde bulunduğu koşullar dolayısıyla daha önce alınmış olan dış borçların çevrilmesi ile bir zamanların uygun koşullarında başlatılan büyük projelerin sürdürülme mecburiyeti, şimdi hükümeti iç kaynaklara daha da muhtaç hale getirmiştir.

Bu eğilim de giderek daha fazla zam ihtiyacı doğacağına işaret etmektedir.

 

5.Bütün bu ağırlaşan koşullara karşılık hükümetin “biz büyük ülkeyiz, kalkınıyoruz” görüntüsü vermek, daha doğrusu bir zamanlar kolayca gelen sıcak para dönemindeki alışkanlıkla sürdürdüğü harcamalar hala sürmektedir.

Kamu yöneticilerine alınan, kullandırılan özel uçaklar, lüks otomobil filoları, gereksiz ama görkemli açılış törenleri, yüksek ücretlerle atamalar ve siyasi kadrolaşmalarla ortaya çıkan “israf” tabii ki kendisine bir kaynak yaratmak zorundadır.

Bu kaynak, yapılacak “zam”lardır.

 

6.Kamu harcamalarında yaygın denetimsizlik ve bunun doğal sonucu olan yolsuzluklar dolayısıyla yaşanan kayıpların bütçe dengelerini önemli ölçüde bozduğunu kabul etmek gerekir.

Bedeli tartışmalı özelleştirmeler, kamu mallarının alelacele satışları, belediyelerin ve belediye şirketlerinin denetimsizliği, buralarda uğranan maddi kayıpların halkın sırtından “karşılanmasını” gerektirmektedir. Bu karşılama, bazen kamusal servetin çar çur edilmesi, bazen bir kamu hizmetinin paralı hale getirilmesi, ama sonuçta mevcut hizmetlere “zam” olarak gerçekleşmektedir.

 

7.2015 yılında üstüste gelen seçimler, hükümetin bir seçim ekonomisi uygulamasına yol açmıştır. “seçim ekonomisi”nin temel özelliği, seçime giderken harcamaların abartılması, yapılması gerekli fiyat ayarlamalarının ertelenmesidir. Dolayısıyla bunun doğal sonucu, seçim dönemlerinden sonra bir zam furyasının yaşanmasıdır.

 

8.Vergiciliğin gereken düzende ve verimli sonuçlar verememekte olması başka bir zam sebebidir. Kamu finansmanında ana kaynak vergi gelirleridir. Ekonomideki daralma, ithalatın düşmesi , tüketici kredilerinin kısılması gibi nedenlerle vergi gelirlerinde önemli bir gerileme mevcuttur. Bu gerileme yine vergi yoluyla telafi edildiğinde yapılan şey; mevcut vergilere zam yapmaktır.

 

Örneğin, dünyada ham petrol fiyatları düşerken bizim hala pahalı petrol dönemlerindeki fiyatlardan akaryakıt kullanmamızın nedeni, hükümetin akaryakıttan aldığı vergilerden “vazgeçmemesi”, fiyatı düşen malın vergisini sabit tutmakla aslında onun üzerindeki vergi oranını yükseltmiş olmasıdır.

Bütün bunlar kamu’nun yani devletin halka sunulan mal ve hizmetlerin fiyatını yükseltmesine, özel sektör eliyle sunulan bazı mal ve hizmetlerden alınan ÖTV, KDV gibi vergiler, harçlar ve diğer gelirlerin arttırılması yoluyla yapılmaktadır..

Bazı hizmetlerin verilmekten vazgeçilip halkın piyasa ile karşı karşıya bırakılması da bu “ayarlama”lardan bir başka türüdür.

 

*

Özel sektörün zam nedenleri de şöyle:

 

1.Piyasada tekel haline getirilen, tekelleşen, rekabetsiz kalan firmalar sundukları mal ve hizmetlerin fiyatlarını kolayca yükseltebilmektedir. Örneğin özelleştirilen ve hatta uygulamada “tekelleştirilen” deniz ulaşımında böyle bir durum vardır.

 

2.Devletin gelir ihtiyacı dolayısıyla özel sektöre vergi, harç, ruhsal, vs yoluyla yüklenmeleri özel sektörü piyasaya sunduğu mal ve hizmetlere zam yapmasına yol açmaktadır.

Satın aldığınız araba, beyaz eşya, televizyon fiyatının içinde üretici, ya da ithalatçının ödediği ÖTV’nin arttırılması, görünüşte özel sektörün ama aslında devletin yaptığı zamdır.

 

3.Girdilerin büyük ölçüde ithalatla sağlanması, her kur artışında iç para türünden maliyetlerin artmasına ve “zam” ihtiyacına yol açmaktadır.

 

4.Türkiye ekonomisinde iç ve dış pazardaki daralma, üretimde ölçeği düşürüyor.

Bu, birim başına sabit maliyetin, tedarik maliyetinin yükselmesi demek. Yükselen maliyet de tabii ki üreticinin ayakta kalabilmesi, üretimini bu şartlarda da sürdürebilmesi için zam yapılmasını gerektirir. İhracat kapılarının birer birer kapanması, işletmelerin “üretim ölçeklerini” düşürürken, birim başına üretim maliyetlerini, o da fiyatları arttırır. Bu nedenle, ihracattaki her gerileme haberi, bir başka yönüyle, üretim maliyetlerinin o ölçüde yükselme haberidir.

 

5.Bir başka faktör, hükümetin asgari ücreti yüzde 30 oranında yükseltmesidir. Buradaki yükseltme asgari ücretten çalıştırılanları tabii ki “bir an için” mutlu ediyor ama, o artışın, artan vergi oranları dolayısıyla önce “asgari ücretin üzerinde geliri olanlardan”, sonra da nüfusun geriye kalanından vergi ve fiyat yoluyla tahsil edileceği yani “bir kısmını devlet üstlenecek” dense de sonuçta bu halktan çıkacağı açıktır.

 

*

Zamların kaynakları ya da “itici güçleri” bu anlatılanlar olunca, açıktır ki saydığımız koşullar ortadan kalkmadan zamlardan kurtulma şansı yoktur.

“Zam” aslında tek başına ele alınacak, her hangi bir siyasinin tasarrufu olarak görülecek bir olay değil; sürdürülen hükümet politikalarının, ekonomi ve maliye politikalarının yarattığı bir “sonuç”tur.

 

Ya zamların derinliği, acımasızlığı, şiddeti?

Tabii ki o da bu koşulların “derin”liği ölçüsünde hissedilecektir.

O sonuç beğenilmiyorsa, arkasındaki genel siyasete bakılacaktır.

Siyaseti beğenen, onun getirdiği sonucu da beğenmek zorundadır.

Şu ya da bu siyaset de zaten ekonominin omuzlarında yükselen bir olgu değil midir?