|
|
Sular yukarı
yükselirken yağan yağmurdan şikayet etmek
Vereceğimiz örnek biraz
mevsimsiz ama anlatacağımız konu için tam da zamanı…
Siz hiç yağmurda denize girdiniz mi?
Yani boğazınıza kadar suda iken tepenize yağmurun yağdığı bir sahne
düşünün…
İşte böyle bir durumda yağmurun sizi ıslatmasından şikayet etmenin
anlamı olabilir mi?
Etmezsiniz, çünkü zaten suyun içindesinizdir.
Yine de “ıslanmak istemiyorum” mu diyorsunuz?
O zaman önce denizden çıkmanız gerekir.
*
Yine bir yılın başındayız.
Yılbaşılar iyidir hoştur da, en tatsız görülen tarafı yeni yılla
birlikte gelen “zam”lardır değil mi?
Bu işte başı devlet çeker. Bazı vergilere zam, harçlara zam, kimi
hizmetlere zam falan…
Eğer tutturabileceğine inanıyorsa ardından “piyasa” gelir; “yeni yılda,
yeni fiyat listeleri”…
Yeni yılın getirdiği “artı”lar bu zamları göz ardı ettirecek kadar
sevindirici gibiyse hadi neyse diyelim ama, özellikle dar gelirliler;
dul, emekli, sözde işli, işsiz, memur, öğrenci yönünden düşündüğümüzde
“yeni yıl”ın daha çok yeni zamların habercisi olduğu duygusu yaşatır bir
kesime.
Öyle midir gerçekte?
Her “yeni yıl” bir zam bahanesi midir?
Bu “furya”dan kurtuluş yok mudur?
Bunlardan korunmak için zamlara karşı mı çıkmalı, yoksa yılbaşılara mı
küsmeli?
Ya da bunlar bir “sonuç” da, asıl “olumsuzluğu” bir başka yerde aramak
mı gerekir?
*
İster devlet, isterse özel sektör için düşünün; bu günün koşullarında
yapılan zamların çoğunun nedeni “daha fazla kazanmak”tan çok “mevcut
durumu koruyabilmek”, “geriye düşmemek”tir.
Neden böyle?
Neden geriye düşmemek için de “daha fazla kazanmak” için değil?
Aslında bal gibi isteseler de; “milli ekonomi geri giderken” bu gün
devletin de özel sektörün de dar gelirlinin üzerine daha fazla
“yüklenme” ve buradan bir şeyler kazanma gibi beklentileri olamaz.
Sebebi ortada:
Bunu devlet adına yapabilecek olan “hükümetler” yapmak istemezler.
Düşünsenize, geçtiğimiz seçimlerde bütün kampanyalar “sana biz daha
fazla vereceğiz” şeklinde değil miydi?
Dar gelirlinin sıkıntısı bu gün had safhadadır. Bu gün geniş kitleler
devletten üste bir şeyler beklerken “devletin dar gelirlilerden” biraz
daha pay kapmak istemesi –en azından- bu günün siyasetine çok uygun
düşmez.
“Neme lazım” derler, o “yanlış siyaset iktidar kaybettirir”.
Özel sektör yapamaz.
“Piyasa meselesi.
Tekel durumunda olmadıkça, rakipler çok, piyasa giderek daralırken fiyat
yükseltmek müşteri ve dolayısıyla para kaybetmek demektir.
Çünkü gelirlerin artmadığı, talebin sınırlı olduğu bir piyasada fiyat
arttırmak demek, “parası olan alsın, kimse almazsa elde kalsın”
demektir.
Kalınca da “çark” dönemez.
“O zaman nedir bu artışların nedeni” diyeceksiniz değil mi?
Fiyat artışlarının çoğu aslında gerçek/reel değil, “zahiri” ya da
“nominal”dir.
Bunun Türkçesi, “rakamsal”dır.
O “arttı” dediğimiz vergilerin, harçların, fiyatların -hepsi demeyelim
ama- pek çoğu belki karşıdan “artış” gibi görünür fakat arttıranların
cebine fazladan bir şeyler girmez gerçekte.
Olayı bu açıdan düşündünüz mü hiç?
İsterseniz bir esnafla konuşun; size artan kendi maliyetlerini,
kiralarını, hammaddesini, malzemesini, göze görünmeyen ıvır zıvırını
falan sayıp döksün.
*
Biz de anlatalım bu arada:
Ekonomide biri “reel” diğeri “nominal/rakamsal” gelişen iki değişken
vardır.
Bunlar, “para” denen değişim aracının cilveleri dolayısıyla kimi zaman
birbirlerinden oldukça ayrı hareket ederler.
Çok “kaba” bir örnek verelim:
-Bir işçi 8 saat çalışıp bir kilo et alırken bir süre sonra iki kilo et
alabilir hale gelebiliyorsa, onun reel/gerçek geliri ikiye katlandı
demektir.
-Aynı işçi 8 saat çalışıp kazandığı 50 lira karşılığı bir kilo et
alabilirken, yevmiyesi 70 liraya çıktığında, fiyatı 70 liraya çıkan
etten yine bir kilo alabiliyorsa, geliri “sözde” yüzde 40 artmış ama
aslında ücreti yerinde saymıştır. Alım gücü değişmemiştir.
-O işçinin yevmiyesi 50’den 70’e çıkarken etin fiyatı 70’den 77 liraya
çıkmışsa, “geliri” rakamsal olarak yüzde 40 artmış(!) ama gerçekte yüzde
10 eksilmiştir.
Bu günkü ekonomide, “dönem başı” olmasından dolayı hemen her yılbaşında
gelen zamlar (!) çoğu zaman, gerçek/reel olarak bir artış değil,
“parasal/nominal” fiyat ayarlamalarıdır demiştik.
Dolayısıyla “arttıranların” cebine fazladan bir şey girmez ama onun
cebine girmeyen, sizin satınalma gücünüzü azaltır, bütçenizi sarsar.
Neden mi?
Çünkü vergiler, harçlar, fiyatlar… ekonomideki reel değerlerini
koruyabilmek için her yıl enflasyon ölçüsünde yükseltilirken sizin
ücretiniz aynı ölçüde yükseltilmemiş, kazancınız enflasyon kadar bile
artmamışsa tabii ki sizin bütçeniz sarsılacaktır.
*
Enflasyon, parasal/rakamsal değerleri “piyasada” kendiliğinden
yükseltir. Devlette ise “kanunla, kararnameyle” yükselir. Ama bu arada
ücret ve gelirlerin aynı oranda yükselememesi, o ücret ve gelir
sahiplerinin aradaki fark kadar “kaybı” demektir.
Enflasyon yükselirken ücret ve gelirlerinde “göz göre göre” kayba
uğramakta olanların, öncelikle buradaki kayıplarını farkedip, buna
kitlesel olarak karşı çıkmak yerine, sadece bir kısım mal ve hizmetin
fiyatlarındaki “ayarlama”ya bireysel tepki göstermeleri, hayatlarına
“toptan gelen” zammın nedenini burada aramaları, asıl kayıplarının
kaynağını görmezden gelmek değil midir?
Sanılır ki dar gelirliyi “zam yağmuru” ıslatır.
Hayır, dar gelirli aslında enflasyon denizindeki çaresizliğinden suyun
içindedir. O denizin suları boğazına kadar yükselmiştir de; ya toplanıp
siyaseten bir şey yapamaz, ya pek farkında değildir, gider, itiraz
ediyorum diye yağmuruna takılır.
Sözüm ona, birileri dar gelirliyi “enflasyon canavarından” koruyacaktır
ya…
O enflasyon hesaplarının; pin-pon topu, gofret, baharat, ay çekirdeği,
bebek çorabı, aspiratör, telefon tamiri, parfümler, mendil gibi
“ihtiyaç”ların(!) da hesaba katılarak yapılması; dar gelirlinin yani
ortalama insanın gerçek enflasyonunu, karnını doyurma mücadelesinde ne
kadar geriye düştüğünü doğru ölçmez.
Bunun içindir ki, Merkez Bankası ve kimi kuruluşlar “hayatın ne kadar
pahalılandığını” ve “ekonominin ne tarafa doğru gittiğini” kendi
açılarından daha doğru ölçebilmek için “Çekirdek enflasyon” diye
adlandırdıkları başka bir enflasyon hesabı yaparlar.
O “çekirdek enflasyon” hesabında da asla “pinpon topu”, “ay çekirdeği”
gibi ihtiyaç maddeleri(!) hesaba katılmaz.
Şu durum gözlerden hiç kaçmasın:
-Satın alma gücünü düşüren şey, geçim sıkıntısını arttıran olay;
“enflasyondan kaynaklanan zamlar” değil, ücret ve gelirlerin enflasyon
kadar artamıyor olmasıdır. Bu genel ekonominin yönetilmesindeki tercih
ve yanlışlardan kaynaklanmaktadır. Çözümü politiktir.
-Yılbaşı zamlarını ürkerek karşılayanların gerçek enflasyonu; etin,
ekmeğin, ilacın, kira artışının, yani “öncelikli” ihtiyaçların
fiyatlarındaki enflasyondur. Buna endekslenmeyen her “artış”
göstermeliktir, geriye gidişi saklar.
Enflasyon denizinde suların seviyesi giderek boyu aşarken yağmura
takılmayın.
Sıkılıyorsanız, bunun nedeni ücretinizin ya da gelirinizin gerçekte
neden gerilemekte olduğunu, bu gerilemenin hangi politikalardan
kaynaklandığını çözmeye çalışarak arayın.
|
|