|
|
AKP’NİN ASGARİ ÜCRET VAADLERİ
VE KUĞUNUN SON ÖTÜŞÜ
“Swan song”
Bu deyim İngilizcede “Kuğunun son ötüşü” anlamında kullanılıyormuş.
Tam tercümesi: “Kuğu şarkısı”
Öğrendiğimiz kadarıyla kuğular ötmez, olsa olsa hışırtıya, tıslamaya
benzer garip sesler çıkarırlarmış.
Hayatlarındaki ilk ve son ötüşleri de ölürlerken duyulurmuş.
Herhalde can havliyle olacak, o son anlarında, bir defalığına çok güçlü
ve hüzünlü bir ötüşleri olurmuş.
“Kuğunun şarkısı” ya da “kuğunun son ötüşü” denen şey de işte bunu
anlatan bir deyim olarak yerleşmiş dillere.
“Sadece ölürken söylenen…”
*
Buradan gelelim siyasetin kuğularına…
7 Haziranda ve bu seçimde CHP’nin bir sosyal demokrat parti olarak
asgari ücreti 1500 liraya çıkarma vaadine bazı nedenlerle tam olarak
katılamıyorum.
Ama tam olarak katılmasam da, bir sosyal demokrat parti olarak bunun
söylenmesine pek itirazım yok.
Hani “yağmasa da gürlüyor” derler ya…
En azından emekten ve emekçiden yana bir “tavrı” ifade ettiği için
yararlı.
Ancak bu arada, geçen seçimlerde karşı çıkmasına karşın AKP’nin şimdi
kendisinin de “Asgari ücreti 1.300 liraya çıkaracağız” demesi, doğrusu
bana kuğuların son ötüşünü anımsattı.
Eğer bu benzetmede bir isabet varsa, AKP anlaşılan kendi tabiatında
olmamasına rağmen, gider ayak o kuğular gibi son şarkısını söylüyor:
“Asgari ücreti 1.300 lira yapacağız!”
“Asgari ücreti 1.300 lira yapacağız!”
Neden böyle düşündüm; anlatayım:
Bir kere AKP son onüç yıldır iktidarda olmasına ve bir önceki seçimde
“nereden bulacaksınız bu parayı” ve “asgari ücreti ödeyecek olan
patronlardır” demesine karşın tam da yumurta kapıya geldiği günlerde
böyle bir vaade bulunuyor.
Bulunamaz mı?
Bulunabilir elbette, CHP daha fazlasını vaad ettiğine göre onun
bulunduğu bu vaadde bir gariplik yok; gariplik bu konudaki “ani tavır
değişikliği”nde.
AKP, kuğuların hiç tabiatlarına uymamasına karşın son anda can havliyle
ötmesi gibi, herkesin bildiği üzere bu bıçak sırtı seçimde tavrını
emekten yana koyunca anlaşılıyor ki durumu hayli kritik ve duygusu son
ötüşünü yapan kuğularınkinden farklı değil.
Buna da “niye ki?” diyebilirsiniz.
Şundan: Bir kere AKP siyaset yelpazesinde sağda, ekonomide liberal,
yabancı sermaye konusunda davetkar bir parti. Dolayısıyla sürdürdüğü
siyaset anlayışı emeğin ve emekçinin ekonomi pastasından daha büyük
paylar elde etmesine sıcak bakmaya pek uygun değil.
İç-dış sermaye ile, Erdoğan’ın çok kullandığı deyimle “win-win” yani
“sen de kazan, ben de kazanayım tercihinde.
Hatta bu işi daha da ileri götürmekte israrlı; zaten 6 milyon resmi
işsiz, en az bir o kadar da “ha” dendiğinde koşacak insanın olduğu bu
ülkede her fırsatta çiftlere en az üçer çocuk yapın diyerek uzun vadede
hem taraftarlarını doğal yolla arttırmayı amaçlıyor hem ülkenin bu bol
nüfusla giderek Hindistan, Pakistan gibi birer ucuz işçi cenneti
olmasını teşvik ediyor.
Dolayısıyla şimdiki tavır, bir zamanlar kendinden “ziyadesiyle” memnun
olanların işine gelmeyecek bir çıkış.
Bazıları “ölü gözünden yaş beklercesine” ve kim bilir hangi
“duygusallık”larla, “ama fakir fukaraya, işsiz güçsüze en çok onlar
destek oluyor, bundan daha sosyal demokrat, hatta halkçı bir siyaset
olabilir miydi” diyecektir.
Evet, oluyorlar ama bu destek asla onlara çalışmaları, emeklerinin
karşılığının verilmesi anlamında değil; tam aksine çalışmamaları ve bu
desteğe ve dolayısıyla önce ekonomik, sonra siyaseten kendilerine
sürekli bağlı olarak kalmaları için “sadaka” olarak veriliyordu. Küresel
sermaye için o üç otuz paralık sadaka da “düzen”lerinin dengelerini
bozmayacağından dolayı kolay katlanılan bir maliyetti.
Bunun gerçekten sadaka mı yoksa yoksul halktan yana mı olduğunun
denenmesi de bedava; o desteği alanlar bir an için AKP’yi bırakıp CHP’ye
ya da bir başka partiye oy versinler bakalım nafakaları nasıl da “şıp”
diye kesiliyor.
*
Asgari ücretlerin yükseltilmesi, düzenin diğer belirleyici unsurlarına
da ciddi müdahaleler yapılması, ekonomideki paylaşıma ciddi bir yenilik
getirme iddiası olarak her zaman savunulabilir. Ancak her şey “eskisi
gibi sürüp gidecekse” bu önerinin yürüyen “düzen” içinde bazı ciddi
sıkıntılara yol açacağı da açık.
“Ücretlerin” değil ama sadece “asgari ücret”lerin yükseltilmesi önerisi,
maalesef “düzen içi” yani sermaye bazlı siyasetin bu konuda üzerine pek
fazla hesap yapmadığı tezlerden gibi görünüyor.
Açıklamaya çalışalım:.
Devlet kapısında da, özel sektörde de olsa, “çalışanlar” görev ve
kıdemlerine göre birbirlerinden farklı ücretler alırlar. Dolayısıyla iş
yerlerinde asgari ücretten başlayıp yukarıya doğru zincirleme giden bir
sıralama vardır.
Örneğin işe yeni girmiş düz işçi asgari ücretten 1000 lira alırken biraz
eskisi 1300, usta başısı 1500, şefi 2000, müdürü 3000 lira alırken siz
en alttakinin ücretini bir hamlede 300 lira gibi yüzde 30 oranında
arttırdığınızda, aynı oranda olmasa da işyerinin “bütün kademelerindek”i
çalışanlarına belirli bir zam yapmazsanız oradaki ücret düzenini ve
hiyerarşiyi bozarsınız.
Asgari ücretteki %30’luk zam, yukarıya doğru bir domino etkisi yaratır.
Bu nedenle asgari ücretin 300 liralık artışı öyle sanıldığı kadar
sınırlı ve sadece asgari ücretle çalışanların cebine konacak,
diğerlerine “aynen devam” denebilecek bir artış değil, işyerlerindeki
tüm işçilik maliyetlerini yükseltecek daha geniş çaplı bir düzenlemedir.
“Bunun ucu patrona dokunacak, o kadar da olsun” dense de, bu durum
sonuçta ister istemez ekonomideki üretim maliyetlerini yükseltecektir.
Türkiye ekonomisi şu anda “maalesef” hızlı kur artışı, güvensizlik ve
pazarlarındaki daralma dolayısıyla batma-çıkma mücadelesi vermektedir.
İşçilik maliyeti yoluyla sonuçta üretim maliyetlerini yükselttiğiniz
zaman şu anda can çekişmekte olan pek çok işletme batacak, aslında onu
“koruyalım” diye yola çıktığınız işçimiz mecburen kapı dışarı
edilecektir.
İçerideki üretim maliyetinin yükselmesinin bir başka sonucu, zaten
yetersiz olan yeni yatırımları durduracaktır. Çünkü 6 milyon kişinin
işsiz kaldığı bir ekonomide asgari ücreti sıçratmak işçi sınıfına
yaramaz, aksine var olan istihdamı daraltır.
İşci ve memur açısından “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmak”tır.
1000 lirayı 1300’e çıkarırken o bin liradan da olmaktır.
Üretim maliyetinin yükselmesi ve üretimden vazgeçilmesi bir başka sorunu
daha doğurur: Böyle bir durumda, içeride pahalılanan ya da artık yerli
olarak üretilemeyen mal dışarıdan ithal edilecek ve bu durumda da
ülkedeki istihdam “kendi elimizle” kısılırken başka ülkelerin
üretimlerine müşteri olmakla oraların işçilerine istihdam sağlanmış
olacaktır.
Böyle bir politika tabii ki bu boyutlarıyla düşünülmüş, hesaplanmış
görünmüyor ve uygulanması, yerli ve yabancı sermayeyi kolayca AKP’nin
aleyhine çevirecek, bu vaadlerle seçim kazansa bile ömrü çok uzun
olamayacaktır.
Emeğin payının arttırılması ve işçinin, memurun eline daha fazla para
geçmesi tabii ki karşı çıkılacak bir durum değildir.
Gönlümüz emeğin daha fazla kazanmasından yanadır.
Ancak; Türkiye ekonomisi, şu andaki dengeleri itibariyle işçi
ücretlerinin yükseltilmesinden ziyade, sadakaya muhtaç bırakılmış
işsizine iş bulunmasına gerek göstermektedir. 6 Milyon kişinin işsiz,
,oturduğu dolayısıyla açlıkla boğuştuğu bir ülkede emeğe hizmet, bir
şekilde iş bulmuş olanlara seçim dolayısıyla göz kırpmaktan çok;
ortadaki işsizlere iş sağlamakla, istihdamı daraltmakla değil öncelikle
“hiç ekmek bulamayanlara” çözüm yaratmakla olur.
Zaten “siyaset” de –elbette partilerin iktidar yarışmasıdır ama- halkın
önceliklerini belirleyip eldeki imkanları buna göre yönetmek diye
anlatılmakta değil midir?
Daha doğru ve çalışma ekonomisini bozmayacak "emekten yana" bir öneri mi
istiyorsunuz?
Örneğin, hangi kademede olursa olsun indirin tüm ücret gelirlerinin
vergi oranlarını, ücreti ayrı tarifeden vergilendirin ; hem istihdam
ucuzlasın ve artsın, hem üretim maliyetleri düşsün ekonominin önü
açılsın.
Yapabilirim diyebiliyor musunuz?
"Yapamayız" diyorsanız bunun neden olamayacağını açıkça söyleyebiliyor
musunuz?
|
|