Damat Ferit Paşa da çokça sevilirdi
Sevilmek kadar güzel bir şey var mıdır?
“Bu dünyada” sevilmekten sevilmeye de fark var tabii.
İnsan iki türlü sevilebilir: Biri bu dünyada, yani yaşarken sevilmek
anlamında
ikincisi bu dünya üzerindeki insanlar tarafından sevilerek...
Sözünü etmek istediğim ikinciler yani bu “dünya üzerindekilerin” sevdikleri.
Düz bir mantıkla düşünürsek, bir insan bu dünya üzerinde ne kadar çok insan
tarafından sevilirse o kadar iyidir diyebilir miyiz?
Hele hele yedi düvel tarafından…
Örneğin Osmanlı adına Sevr anlaşmasını imzalayan Damat Ferit Paşa mı daha
çok sevilir yoksa Lozan’da yedi düvelin temsilcilerine kök söktüren o inatçı
diplomat İsmet Paşa mı?
Bu soruyu Türkiye’de sorarsanız tabii ki İsmet Paşa.
Ama biz kaç kişiyiz ki?
Ya diğer taraftaki Damat Ferit Paşa’yı sevenler?
Bir düşünün, başta İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya ile bu devletlerle
birlikte müttefik kuvvetleri oluşturan Ermenistan, Belçika, Yunanistan,
Hicaz, Lehistan, Portekiz, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven ve Çekoslovakya, daha
sonra da Amerika Birleşik Devletleri.
Kendi dayattıkları koşulları kabul eden bu “devlet adamı” Damat Ferit
Paşa’yı neden daha çok sevmesinler ki?
Her iki paşa da uluslararası ilişkileri sırasındaki tavırları dolayısıyla
tartışılsalar acaba hangisinin sevenleri daha çok çıkar? Örneğin İsmet
Paşa’ya
“Aylardan beri müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizin hiç birini
alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden.
Ama ne reddederseniz, cebimize atıyoruz. Cebimize saklıyoruz. Memleketiniz
haraptır. Yarın geleceksiniz. Bunları tamir etmek için, kalkınmak için
yardım isteyeceksiniz. O zaman bu cebime koyduklarımdan her birini birer
birer çıkarıp size vereceğim.”
diyen İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Gürzon’a göre, kendileri açısından
Sevri imzalayan Damat Ferit Paşa, Lozan’da direnen İsmet Paşa’dan daha çok
sevilen, kabul gören biri değil midir?
Demek ki uluslararasında her sevginin(!) maddi bir temeli vardır:
Çıkarı olan taraf karşısındakini her zaman sever ve elinden geldiğince de
över.
Uluslararası ilişkilerdeki bu kuralı biz vatandaşlar da neredeyse
diplomatlar kadar iyi öğrenmiş olmalıyız: Uluslar arasında sevgi yok, sadece
çıkar ilişkileri vardır.
Karşılıklı sevgi ve dostluktan söz edenler, gün gelir çıkarları kalmadığı
için sizden nefret de ederler. Bu nedenle kimse “falan başbakan, filan
devlet başkanı bizi çok seviyor” gibilerden sözlerle ne kendini ne de
insanlarımızı aldatmamalıdır.
Sayın Başbakan herhalde kendinden önceki dönemleri kastederek “bütün
komşularımızla dost olduk, eskiden hepsiyle düşmandık” anlamına gelen
beyanlarda bulunmaya ve kendisine uluslararası etkinliği olan bir
diplomat-devlet adamı pozu takınmaya bayılıyor bunu da her fırsatta
söylemeye gayret ediyor.
Yukarıda belirttiğimiz kural göz önünde tutulursa, hiç kimsenin böyle bir
tablo olmadığını kolayca kavraması gerekir.
Yani dostluklar “tamamen duygusal” dır.
“Globalleşme” de denen “dünya tekellerinin sınırları tanımaz pazar
zorlamaları”, kimilerinin her tarafa olduğu gibi bize de “tamamen duygusal”
yönelişlerini yani pazarlama gayretlerini arttırmıştır.
Çevremizdeki her "dostluk"un bu gayretlerle ilişkili ayrı bir hikayesi
vardır.
Bu devletler için olduğu gibi devlet yöneticileri için de böyledir.
Örneğin IMF yöneticilerinin, Dünya bankasının, diğer bu gibi yabancı finans
kurumlarının Türkiye’ye zaman zaman artan muhabbeti ve “doğrusu tam da
istediğimiz gibi yapıyorsunuz, gayet iyi yöndesiniz, aynen devam edin” tarzı
övücü sözleri tamamen duygusal değildir de nedir?
Türkiye’nin bir eski maliye bakanına İngilizler acaba neden “yılın en
başarılı maliye bakanı” demişlerdir de birkaç ay sonra başbakanı onu
ekibinden silivermiştir? Olayın taraflarından buradaki farklılığın izahını
beklemek gerekmez mi?
***
Türkiye’nin yaşadığı “reel ekonomi krizi” dolayısıyla ne yazık ki bu
günlerde para eden ne varsa özelleştirme adı altında piyasaya
çıkarılacaktır.
Türk pazarı, stratejik olsun olmasın her alanda biraz daha yabancı
“dost”lara açılacaktır.
Bu “tamamen duygusal” mantıkla çalışan küresel ekonomi arenasındaki
“dostlarımız” da yapılanların ne kadar “yararlı” işler olduğunu, bunun ne
kadar büyük bir küresel açılım olduğunu söyleyecek, birileri de bunu
süsleyip püsleyip halka duyuracaklardır.
Önümüzde İDO ve İGDAŞ özelleştirmeleri, yani bu iki kurumun uluslararası
sermaye patronluğuna geçmesi olayı vardır.
Bir dikkat edin bakalım, bu işin ne kadar da “başarılı” ve “hayırlı” olduğu
konusunda yabancı ülkelerden hangi iltifatlar gelecek, hangi kardeşlikler,
dostluklar ortaya atılacak ve hangi “tamamen duygusal” tavırlar
sergilenecektir.
Siz siz olun, yakında gündeme gelecek bu olaylara bir de bu gözlükle bakmayı
deneyin.
Bakalım kimlerin neden bu kadar sevildiği konusunda bazı ipuçları
yakalayabilecek misiniz?
|