|
|
DAHA FAZLA BORÇLANMAK,
DAHA FAZLA FAİZE KATLANMAK
Finansman ya da para
ticaretinin mantığı bellidir değil mi?
“Ne kadar çok “borç” kullanırsan o kadar faiz ödersin”.
Bunu, borç alınan paranın miktarı olarak da, alınan borcun vadesi olarak
da düşünseniz hep aynı sonucu verir.
Daha fazla borçlanma daha büyük faiz; daha uzun borçlanma yine daha
büyük faiz…
Sonunda size bu parayı kullandıracak olanlara ödeyeceğiniz “bedel”,
katlanmayı kabul ettiğiniz faiz oranının borç ve vade ile çarpımıyla
bulunuyor.
Peki, diyelim ki geliriniz giderlerinizi karşılayamıyor. Şu ya da bu
nedenlerle biraz “açıldınız”
Kolay kolay da toparlanamıyorsunuz.
Hatta sadece siz mi?
Milyonlarca dar gelirli yurttaş.
Önce “senin ödeme gücün ne?” falan demeden insanlara –deyim yerindeyse
“ayaküstü” kredi kartları verdiler, sonra aylık aylık ödeyip hesabını
bilmek varken “üç bizden, beş-on da bankadan” deyip uzun uzun vadeler
tanıdılar.
Vadeler doldu, paralar yetmeyince başka bankaların kartları devreye
sokuldu, bu işleri düzenleyenler “kardeşim bu koyundan kaç post çıkar”
falan demedi, aynı müşteriye ayrı ayrı limitler açtılar ve sonunda
“deniz bitti”.
Bu işleri “düzen”lemekle görevli ve yetkili biri, bir ara “kredi
kartları bankalar için altın yumurtlayan tavuktur” bile demişti ama bir
dönem geldi ki o tavuk daha fazla yumurtlayamaz oldu.
Büyük bir sıkıntı baş göstermişti.
Ödeyemeyenler çoğalmıştı.
Kredi kartları borçluları artmış, şikayetler ayyuka çıkmıştı.
Bu işlerin içindekiler her an bir kriz yaşanabilir demeye başlamışlardı
ki; kartlı alışverişlerin taksitleri o endişeyle sınırlandırılarak olay
biraz “soğutulmaya” çalışıldı.
-Kredi kartında belirlenen taksit sayısı en fazla 9 ay oldu.
-Beyaz eşya ve mobilyada üst sınır 12 olarak belirlendi.
-Taksit erteleme uygulaması kaldırıldı.
-Cep telefonu alımında kredi kartına taksit uygulaması sona erdi.
-Akaryakıt ve gıdaya taksit yasağı geldi.
-Taşıtta vade 48 ayla sınırlandırıldı.
-İhtiyaç kredisinde en uzun vade 36 ay olarak belirlendi.
Dönemin Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan kararı şöyle
açıklıyordu:
“Bunların hepsi sıhhatli şeyler, ama tabi kolay işler değil. Çünkü
siyasi motivasyon da tam bunun tersine işliyor, vatandaş bol para
harcasın, çok şey satın alsın, mutlu olsun.
Ama biz ihtiyatlı olmayı tercih edelim. Bazen de çok ihtiyatlı olduğumuz
için de bazen işte eleştiriliyoruz, ama çok önemli değil. Türkiye için
doğrusu neyse onu yaptık işte, inşallah daha da iyi olur”
Ama ekonominin çarkları “inşallah”la yürümediği için bu sınırlamalar
yine bankaların bulduğu çözüm(!)lerle ve her halde gösterilen müsamaha
ile büyük ölçüde delindi.
Zaten Sayın Babacan da “Siyasi motivasyon da tam bunun tersine işliyor”
demiyor muydu?
“Siyasi motivasyon” yani siyasi yönlendirme ve istekten kasıt tabii ki
hükümetti.
O kararı, -2014 Şubatında yürürlüğe girmek üzere- 31 Aralık 2013 salı
günlü Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliği ile BDDK
almıştı.
Aradan çok geçmedi; medya BDDK’nın “Finans sektöründen gelen talep
üzerine(!) kredi kartı taksitlerinin 9’dan 12 aya çıkarılacağı
çalışmalarını duyurdu.
Bu arada bir şeyi daha:
BDDK verilerine göre temmuz ayında takipteki tüketici kredileri ve kredi
kartı tutarı 15 milyar 111 milyon liraya ulaşmış, takibe dönüşüm oranı;
tüketici kredilerinde yılbaşından bu yana yüzde 20, kredi kartlarında
ise 14.5 civarında artmıştı. (*)
Yani biraz perhiz, biraz turşu misali:
Kredilerin geri dönüşlerinde artan sıkıntıyı bildiren de orasıydı, bu
işi biraz gevşetsek iyi olur diyen de.
*
Şimdi oturup bir düşünelim bakalım:
Kredi kartı ve tüketici kredilerinin vadeleri 2014 yılı başlarında neden
daraltılmıştı?
Artık ciddi bir sorun haline gelen kredileri dizginlemek, dış ticaret
açığını azaltmak ve tüketim üzerine baskı kurmak için değil mi?
Peki, aradan geçen bir buçuk senede yani bu gün yurttaşın ve ekonominin
durumunda ciddi bir iyileşme görülmüş müdür?
Hayır.
Bunun cevabını BDDK veriyor zaten.
İyi de, Dünya’da kritik bir durgunluk başlamışken,
Türkiye her zamankinden daha fazla cari açık derdine düşmüşken,
Döviz kurları yükselip satınalma gücümüz hızla düşerken, yani artık bir
biçimde kontrol altına alınarak atlatılabilecek bir “kriz”de değil, tam
anlamıyla sıkıntının göbeğine düşmüşken, şu anda gelirleri gerileyen
insanlarımızı biraz daha faizle, biraz daha borç altına sokarak
“ferahlatma” iddiası kabul edilebilir bir şey miydi?
Borca batmış birine “al sana biraz daha borçlanma imkanı getiriyoruz”
demek acaba onun ekonomisini desteklemek midir yoksa artık bir yenisini
kaldıramayacağı sırtına biraz daha faiz yüklemek, geleceğinden birkaç
ayı ya da yılı daha ipotek altına almak mı?
Siz bir borçluya daha fazla borç vererek mi yoksa iyi kötü onun gelirini
yükselterek mi destek olunacağını düşünürsünüz?
Babacan “Siyasi motivasyon da tam bunun tersine işliyor” diyordu ya: bu
sözü bir kere daha ölçüp tartın bakalım kafanızda; acaba siyaset kimler
için “tersine” işliyordu?
Örneğin; kendi siyaseti için, bankalar ve finans kesimi için, inşaat
sektörü, iletişim sektörü, otomotivciler için “düz”, borçlu yurttaş için
ya da henüz tam anlamıyla borca batmamışlar için “ters” denebilir mi?
( *)
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/30009792.asp
|
|