|
|
DEMEK Kİ
BİLMEDİĞİMİZ DUALARA AMİN DEMEYECEĞİZ
Doğrusunu söylemek gerekirse;
“İstikşafi ” diye tanımlanan heyetler arası görüşmelerin nereye varacağı
daha işin başından belliydi:
Bir bakıma “Otelde muhabbet”
İktidar’ın üst yönetiminin amacı belliydi ve sadece rollerini oynadılar
diyelim ama; muhalefetimiz de, medyamız da takıldı bu lafa;
“İstikşafi olarak görüşecekler…”
“İstikşafi açıdan görüşüyorlar…”
“İstikşaf’ta şu anlaşmazlıklar kaldı”
“İstikşaf da istikşaf… istikşaf da istikşaf”
Başta muhalefet olmak üzere hiç kimse de heyetlere “yahu kardeşim
bırakın şimdi şu istikşaflaşmayı da koalisyon ortaklığı için anlaşıp
anlaşamayacağınızı görüşün, bakın memleket yan yatmış çamura batmış
vaziyette” falan demedi.
“İstikşaf” sözcüğü de muhtemelen uzun yıllar sonra ilk defa Osmanlıca
sözlüklerin tozlu sayfaları arasından ortaya çıkarıldı, ne olduğu tam
anlaşılamadan, hatta bir türlü hatasız söylenemeden en çok kullanılan
sözcükler arasına girdi.
“İstikşaf” “istiskaf” “istikşaş” “istifşak” “iktisşak”… aman allahım
daha kim bilir ne şekillerde söylendi.
Tabii ne olduğunu, bunun ne anlama geldiğini bilmese hatta söyleyemese
de “erbabı” bunun bir “dolambaçlı” durumu ifade ettiğini, herkesin
anladığı “görüşme” sözcüğü varken bu kullanışsız tanımın boşuna piyasaya
sürülmediğini hissediyordu.
“Bir kısım medya” zaten bir yerlerden kulağına üflenen başlıklara,
laflara teşne; çoğu zaman dilleri dolansa da modeli neredeyse kendileri
çözmüşçesine ekranlardan, gazetelerinden halkımıza an be an bilmiş
bilmiş yetiştirdiler “sözde” gelişmeleri:
“Tam da istikşaflaşmak üzereler…”
“Onun satır arasında şu var, bunun suratının ifadesi şöyle…”
“İstikşafi” ne ki, günlük yaşamında 200 kelimeden fazlasına gerek
duymayan halkımız da ne yapsın? Bekledi mecburen o ne anlama geldiğini
keşfedemediği sonucu:
Şunlar “hele bir iyicene istikşaflaşsınlar bakalım!”
Bol bol, rahat rahat istikşaflaşıldı tabii…
Ne oldu? , 32 gün boyunca “istikşaflaştılar da istikşaflaştılar”.
Nihayet bu iş artık “işba” yani doyum noktasına geldi ve Başbakan pür
ciddiyetle varılan sonucu açıkladı: “İstikşafi görüşmelerimiz sonunda
koalisyon teklif etmeye uygun bir yapı görmedik!”.
CHP de doğruladı bunu: “32 günün sonunda bize koalisyon ortaklığı bile
teklif etmediler!”.
E hadi bakalım buradan yak…
Peki, madem bu istikşaflaşma denen şey “sizinle hükümet ortaklığı
yapalım mı” görüşmesi cinsinden falan bir şey değildi de biz niye girdik
bu beklentiye, milletçe niye “anlaştılar-anlaşamadılar” diye papatya
falı açtık bu 32 gün boyunca
Niye işi gücü bırakıp niyet okumalara zorladık kendimizi?
Şimdi anladık mı “istikşaflaşma”nın aslında ne iş olduğunu?
Anladık tabii…
İki “farklı” partinin birbirinden “farklı” hükümet anlayışları olduğunun
“farkedilmesi” ve “karşılıklı bakışıp kesişmek “gibi bir şeymiş.
Nasıl anlatayım daha iyi, şöyle bir şeye de benziyor:
Hani oğlan tarafı kız tarafına el altından haber gönderip “efendim bir
maniniz yoksa bizim delikanlıyla birlikte size bir kahve içmeye, hayırlı
bir konuda istikşafi görüşmeler yapmaya gelmek istiyoruz” der de… bunu
duyan kız tarafı deliler gibi evi siler süpürür, bal dök yala yapar,
çeki düzen verir, “hayırlı” misafirleri bir heyecan fırtınası içinde
bekler ya… işte aynen öyle düşünün bir tarafı.
Mesela evin hanımı sorar yine de kocaya:
-Bey, şimdi bunlar bizim kızı kesin istemeye geliyorlar, eminsin değil
mi?
Bir daha söyle bakayım tam olarak ne demişler haber gönderirken?
-Ne bileyim hanım, bunlar biraz okumuş takımı, Osmanlı torunu zahir,
arapça bir şeyler de söylemiş ama benim anladığım kadarıyla basbayağı
istemeye geliyorlar. Şimdi ben bunlara “Bir daha söyleyin bakayım; bizim
eve, koca delikanlıyı da alıp ma’aile niye geliyorsunuz mu diyeydim?
Senin kızla bu oğlan zaten yıllardır tanışmıyorlar mı, ilk defa burada
görüp beğenecek değiller ya!
-Yahu bey, şunu doğru dürüst anlasaydın ya Türkçesini sorup; beni böyle
merakta bırakmasaydın!
-……
Sonra…
Ellerinde çiçekler, kutuda baklava oğlan tarafı gelir ve kahveler
içilirken karşılıklı bin bir nezaket cümlesi peş peşe sıralanır ya…
Şimdi bu perdenin şöyle bir finalle kapandığını düşünün:
Kız tarafı “ha şimdi “allahın emri, peygamberin kavli diye başlayıp
isteyecekler” diye her yutkunmada heyecena gark olur ve içten içe “söyle
artık be adam” diye meraktan ölüp ölüp dirilirler ya…
İşte o müthiş gecenin hayli ileri bir saatinde oğlanın babası nihayet
bütün ciddiyetini takınır ve: “Sizi ailece tanımaktan da ne kadar onur
duyduk bilemezsiniz. Hele oğlumuzla kızımız aralarındaki uzunca
tanışıklıktan sonra, hani şu siyah saçlı da hafif tombulca olanı değil
miydi sizinki, şu bize kahve getiren… Evet ne diyordum, bizlerin de
böylesi istikşafi görüşmeler yapmamız, olur ya onların da bir gün gelip
birbirleriyle evlenmeye niyetlenmeleri halinde ne kadar yararlı olur
değil mi efendim!”
Bence bu istikşafi görüşmeler meselesinin herkesin anlayacağı türden
aslı aynen bu.
Şimdi, yukarıda örnek olsun diye anlattığımız kız anası-kız babası gibi
pek çoğumuz hem şaşkın hem öfkeliyiz değil mi?
Peki adam daha işin başında “bu görüşmeyi istikşafi” yani tanışma,
fikrini alma kapsamında yapıyoruz demiş de neden kimse gidip bir
Osmanlıca sözlüğe bile bakmamiş ya da kelimenin anlamını biliyorsa
“bırakalım o muhabbetleri de biz işimize bakalım” gibi “damardan” bir
laf etmemiş?
“Aman karşı tarafı ürkütmeyelim, işi olmaza sokan biz olmayalım”
endişesinden mi?
“Karşı tarafın laf canbazlığı yaptığına ihtimal vermemekten mi?
“Yoksa zaten biz de bu işin olmayacağını biliyorduk, efendilik bizde
kalsın” düşüncesiyle mi?
Vallahi, bu çok önemli memleket meselesi üzerine 32 günün 35 saatinde 5
ayrı görüşme yapıldığına göre, bu iş hayırlı bir sonuca ulaşsa da
ulaşmasa da, herhalde ortaya epeyce istikşafi malzeme yani “keşif”
çıkmıştır.
Ve işler şöyle ya da böyle bir sonuca bağlanacak olsa da ; bu olayı
yaşamakla yapılan“keşifler” herhalde ilerideki günlerin siyasi
sohbetlerinde bol bol kullanılacak, bazı kulaklar çınlatılacaktır.
|
|