|
|
SİYASETTE “PARA MESELESİ”
DEMOKRASİYİ NE KADAR KASAR?
Çok kasar…
Yani seçmenin düşündüğü gibi hareketini engeller.
Neden böyle olduğunu söylemeden önce şu iki tanım; “siyasi bilinç” ve
“propaganda”nın ne olduğu üzerinde anlaşalım mı?
“Siyasi bilinç” seçmen kitlesinin siyasette neyin ne olduğunu biliyor,
yapılan ya da yapılacak olanı çok iyi değerlendirebiliyor ve bu bilinçle
hareket ediyor olması halidir.
“Propaganda” ise, kitleleri belirli bir biçimde düşünmeye, hareket
etmeye "yönlendirme" gayreti diye tanımlanabilir.
Şimdi belki de, bu iki tanımı gözümüzün önüne getirdiğimiz anda bile
yukarıdaki sorunun yanıtı kafamızda beliriveriyor:
Malum, bizim gibi ülkelerde "damarımı kesseler" türünden “siyasi
taraftarlık” bir kenara ama yukarıda tanımladığımız anlamdaki “siyasi
bilinçle hareket” oldukça sınırlı düzeydedir. İşte bu durumda, siyasette
para meselesi demokrasiyi epeyce kasar.
Yani işin içinde para, çıkar olunca demokrasinin eli kolu önemli ölçüde
bağlanır, seçtiklerinin neyi ne yaptıklarına falan bakmadan, birilerinin
yönü hiç olmayacak taraflara sapıverir.
*
Bir ülkede seçmen eğer bilinçliyse, propaganda gücüyle onu kolay kolay
karşı düşünceye yönlendirmek mümkün olamayacağı için, ne propaganda için
fazla paraya ihtiyaç vardır ve ne de parası olanın arkasından gitme
zorunluluğu.
Ama seçmenin siyasi bilinç düşükse, çıkar karşılığı ya da bu günlerde
uygulanan bize özgü “propaganda” ile eğilimini değiştirme olasılığı
yüksek ise, kitlelerde siyasetin en önemli anahtarı “para”dır.
Parası olanı öne sürersiniz, basar parayı, yapar bolca malzemeli
“propaganda”yı, kolayca sonuca ulaşır.
“Bu durum” aşağı yukarı bizdeki siyasetin temel denklemi iken, “bilinçli
seçmene” ya da siyasi programınız dolayısıyla “seçmenin bilincine” hitab
ederken -yanlışlıkla diyelim- “para” ve “paralı”yı öne çıkarırsanız, o
“kampanya” dönemlerinde ortaya bir garip durum çıkar:
Bir taraftan “paranın ağır bastığı” siyasetçilerinizle bilinçli
kitlelerin önüne çıktığınızdan dolayı bir kan uyuşmazlığı ile
karşılaşırsınız, öbür taraftan da “paralı propaganda”ya göre (Makarna,
vb) yönlendirilebilen kitlelere günlük yaşamlarında pek de umurlarında
olmayan “hak-hukuk”, “demokrasi”, “bağımsızlık-ulusal çıkarlar” gibi
onları “soyut” gelecek şeylere inandırmaya çabalamış olursunuz.
Bu manzara, orta ve uzun dönemlerde değil ama seçmenin karşısına daha
çok “seçim kampanyaları” döneminde çıkan partilerin sıkça
karşılaştıkları bir zaaftır:
*
Denilecektir ki, “madem halkın önemli bir kısmının siyasi bilinçle
hareket etmediği ortada, o zaman ne yapmalı da oyları yükseltip iktidar
olma şansını yükseltmeli?
Cevap vermeye çalışalım:
1.Yukarıda belirttiğimiz analiz, “seçim kampanyası” dönemleri içindir.
Parti, seçimlere sadece “seçim döneminde” değil de yılın her günü
hazırlanıyorsa, açıktır ki hedefindeki seçmeni her gün “malzeme” ile
değil, “bilincine” hitabederek kazanmaya çalışacaktır.
Bu önce o siyasi partinin kendi bilinçli örgütlenmesinden başlar,
disiplinli çalışması ve liyakate önem vermesiyle geliştirilir.
2.Temeli bir ideale değil de “çıkar örgütlenmesi”ne dayanan siyasi
partiler için böyle bir gayrete gerek yoktur. Onlar, ya zaten iktidarda
olduklarından veya arkalarında her zaman kuvvetli “yatırımcıları” olduğu
için, varsa ellerindeki “malzeme” ve imkanlarla her zaman; yoksa,
özellikle kampanya dönemlerinde yapacakları “malzemeli propaganda” ile
her zaman hedeflerindeki kitleleri kendilerine bağlayacaklardır.
Böyle bir durumda, zaman zaman “madem bu iş böyle yürüyor o halde biz de
aynını yapalım” dendiği görülür ki; yanlış ve yararsızdır.
Yanlıştır; böyle bir kampanyayı başlattığınız için çok taraftarı
olmasanız da “paralı” adayları öne çıkartmak zorunda kalırsınız;
Faydasızdır, çünkü “çıkar örgütlenmesine dayalı” partilerde, hedeflenen
pastanın büyüklüğü dolayısıyla karşınıza bu işe “yatırım” yapacak daha
güçlü adaylar çıkacaktır.
Dolayısıyla sonucu belli bu yarışta, siz boşu boşuna hem olması gerekeni
değil, “paralı” adayı öne çıkarmak zorunda kalırsınız, hem alınamayacak
bir sonuç için boşu boşuna “sağlıklı kaynaklarınızı” da seferber etmiş,
yanlış kulvarlarda kürek çekmiş olursunuz.
3.”Çıkar örgütü” yapısında olmayan bir siyasi partinin seçmeni eğitmeye,
onu bilinçlendirmeye yönelik uzun vadeli –hatta sürekli- gayreti
esastır. Böyle bir siyasi parti, parasal gücünün önemli kısmını, seçim
kampanyaları sırasındaki “malzemeli propaganda”ya harcamak zorunda
kalmayacağı için hiçbir zaman yeni bir seçimin “yıkım” olacağından da
dert yanmayacaktır.
Çünkü eğer bir “yıkım” olacaksa, bu yıkımdan etkilenecek olanlar, asla
partinin ideolojisiyle, seçmenin bilinçlendirilmesiyle uğraşanlar değil,
başarısını daha çok “malzemeli propaganda” için para harcamaya borçlu
olanlardır.
Böyle bir yıkım, olsa olsa “çıkar örgütlenmesi” anlamındaki partilerde,
onların paralı adaylarında söz konusu olabilir.
Seçimler şüphesiz “masraflı”dır.
Çünkü bir kadronun, bir fikrin, bir iddianın tanıtılmasının da maliyeti
olacaktır ama o izlenen siyaset tabanın siyasetiyse, o siyaset tabandan
yukarıya doğru bir hareketse, böyle bir durumda kimsenin “kişisel”
yıkımdan söz edecek kadar zora düşmesi söz konusu olamaz. Seçimi böyle
kazanmış olanlara selam olsun.
Ama aksine , her yenilenen ya da yeniden yapılan seçim, “malzemeli,
paraya dayanan propagandalı” türdeki siyasetin zorlandığı, yıkıldığı
seçimler olacaktır.
4. Türkiye, bu günkü tablosuyla ne yazık ki “olması gereken demokrasi”si
ile “masraflı demokrasi”si arasındaki dengede çok da beğenilebilir bir
noktada değildir.
Seçimler adaletsiz propaganda koşullarında yapılmış, hukuk dışı
müdahaleler olmuş, seçim barajı ve tek adam modeline tepkiler
dolayısıyla çeşitli “oy kaymaları” yaşanmış ve sonuçta, sağlıklı
olmayan, üstelik dengeli bir hükümet yapısı bile çıkaramayacak bir
manzara ile karşılaşılmıştır.
Şimdi şartların nisbeten makulleştirilerek seçmenin karşısına yeniden
çıkılması mümkün ve hatta gerekli iken ne yazık ki yaygın olan söylem
“Bu kadar masraf edip seçim kazanan vekillere azık olur, hele iki yıl
sabredelim, onlar milletvekilliğinden emeklilik haklarını ve diğer
ayrıcalıklarını kazansınlar, seçime ondan sonra gidelim” şeklindedir.
Ne dersiniz? Sağlıklı bir demokraside bir ülkenin ülkenin “dengeli bir
hükümet” ve dolayısıyla ekonomiden dış politikaya, eğitimden hukuka
kadar acilen el atılması gereken konulara sahip çıkılması ihtiyacı mı
önceliklidir yoksa bu acil ve yaşamsal ihtiyaçlara rağmen bir an önce
milletvekillerimizin masraflarının kurtarılması mı?
Bazen birilerinin siyasette nasıl zengin olduğu ya da zenginliği
dolayısıyla siyasette öne çıktığı tartışmaları oluyor ya; bırakalım bu
bireysel örnekleri; o işler “sebep”ten ziyade “sonuç”tur.
Biz asıl, çarpık işleyen “sistem”e bakalım.
O başkalarından önce de kendimize soralım:
Acaba “para meseleleri” şimdiki sistemde gerçek demokrasiyi ne kadar
kasıyor, ya da ona ne kadar imkan verebiliyor.
.
. |
|