|
|
.YUNANİSTAN
KENDİ “DUYUN-U UMUMİYE” İDARESİNE
EVET DERKEN
“Muharrem Kararnamesi”ni daha önce de duymuş
olmalısınız.
Adeta bir “Felaket kararnamesi” gibi anılır.
Bizde kimilerinin her nedense çok beğendiği, büyük devlet adamı
dedikleri Sultan II Abdülhamit Han’ın devri iktidarında Osmanlı’nın “biz
battık, borçları da maaşları da ödeyemiyoruz, ey Avrupalılar, gelin
bizim maliyemizi nasıl idare edecekseniz edin” dediği ünlü kararname…
Kararname eski takvime göre Muharrem ayının 28’inde (20 Aralık 1881)
yayınlandığı için de tarihe “Muharrem Kararnamesi” adıyla geçmiş..
*
Yunanistan bu son durumda, aynen Sultan II Abdülhamid’in yaptığı gibi;
kendi “Muharrem Kararnamesine” evet demek zorunda kalıyor. Yani ekonomik
bağımsızlığını, mali idaresini kendi parlamentosunun kararıyla Avrupa’lı
alacaklılara teslim ediyor.
Şimdi gelin, bu iş neden Yunanistan için de bir “Muharrem Kararnamesi”
onu anlatalım:
Bu bir “Muharrem Kararnamesi”dir…
Çünkü anlaşıldığına göre Yunanistan, daha önceleri çok söylediğimiz
gibi, “Duyun-u umumiye” mantığıyla hareket edecek olan Avrupa Birliği’ne
tam teslim oldu.
Gelen haberlerden anladığımız kadarıyla Çipras Hükümeti; önceleri bayağı
esti, gürledi ama son aşamada daha “radikal” bir kararı göze alamadığı
ya da henüz bilemediğimiz o göze görünmez etkilerle “göze aldırılmadığı”
için “bu iş buraya kadar” demek zorunda kaldı.
Çipras’ın bu konuda verdiği tek ipucu “İnanmadığım bir anlaşmaya imza
attım…” demesi.
Şimdi muhtemelen karşısındaki “Troyka” yani Avrupa Birliği, IMF ve
Avrupa Merkez Bankası “istisnasız” Yunan ekonomisinde “yaprak
kımıldaması”na kadar her şeyi denetimi altına alacak, “milli irade”nin
yerine, aslında parlamentonun elinde olması gereken yetkiyle ekonomide
her şeye “alacaklılar” karar verecek.
Dolayısıyla her şeyde “insaf” alacaklılardan beklenecek.
Çünkü bu işin “racon”u bu.
Bizdeki “Duyun-u Umumiye İdaresinin Genel Müdürlüğü’ne bağlı tam 26
bölge müdürlüğü, bunlara bağlı 720 il ve ilçe müdürlüğü 1912 yılında
8931 memuru vardı. Yani devlet içinde devletti. Muhtemelen Yunanistan’da
da buna benzer bir yapı oluşturulacak.
Düşünebiliyor musunuz;
-Yunanistan’da hangi verginin hangi oranda toplanacağını, nasıl
denetleneceğini, nelerin teşvik edilip nelerin daha fazla
vergilendirileceğini artık Troyka belirleyecek.
-“Ekonomik kalkınma mı”, “halkın refahı mı” yoksa borçların bir an önce
ödenmesi mi” öncelikli olmalı konusunda tabii ki hep o “alacaklılar” söz
sahibi olacaklar.
-Yunan devleti elinde para eden ne varsa yerli yabancı demeden bu işi
kazançlı bulan birilerine satılacak. Bu satışta neyin kime kaça
satılacağı Troyka’nın yetkisinde olacak.
-Yunan halkı “vatandaş” olarak aldığı pek çok hizmetin artık “müşterisi”
olacak.
-Yunan siyasetçileri “yasama”da ve “yürütme”de “halkımız böyle istiyor”
değil “Troyka böyle istiyor” diye siyaset yapacak.
Ötesini söylemeyelim, kimse daha fazla incinmesin.
*
O da nereden çıkıyor denebilir.
Kendimizden biliyoruz tabii, başımıza geldi de ondan.
Bunların bir kısmını yakın zamanlarda yaşadık. Çoğumuzun hatırlayacağı o
Kemal Derviş’le başlayan IMF’li günlerin üzerinden pek fazla zaman
geçmedi.
Paraya kavuşmak için 15 günde şu 15 kanunu çıkaracaksınız” “şunu şunu
satacaksınız” “falanı da bakan yapacaksınız” dediklerinde “milli
irade”nin ruh halini bir düşünsenize…
Ama asıl ders alınması gerekenler Osmanlı’nın 60 yıl süren “Duyun-u
Umumiye” döneminde yaşananlar.
Kısaca değinelim:
“Osmanlı” borçlanmaya 1854’te başlamış, bundan sadece 20 yıl sonra,
1874’de de iflas bayrağını çekmişti.
Bunun üzerine bir de 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı (ünlü 93 harbi)
gelince, 1881’deki kararname ile bu borçları tasfiye etmek için “Duyun-u
Umumiye” idaresi kuruldu.
Düyun-u Umumiye Meclisi, bir Fransız, bir Alman, bir Avusturyalı, bir
İtalyan, bir Türk, İngiltere'yle Hollanda'yı ortaklaşa temsil eden bir
İngiliz ve önde gelen alacaklılar adına da bir başka üye olmak üzere
yedi kişiden oluşuyordu.
Duyun-u Umumiye idaresi, kendisine Cağaloğlu’nda şimdiki İstanbul Erkek
Lisesi binasını yaptırarak ülkeye yerleşti ve bu ülkenin ekonomisini,
dolayısıyla ekonomi ile ilgisi kurulabilecek her şeyini tam 60 yıl idare
etti. Kurtuluş savaşı olmasaydı kuşkusuz daha da çok yıllar idare(!)
edecekti. Duyun-u Umumiye’nin kadrosu, yaklaşık rakamlarla Osmanlı
Maliyesinin 6000 personeline karşı yüzde elli fazlasıyla 9000 kişiydi.
Bu yapıda kolay kolay ne borçlar bitecek, ne Duyun-u Umumiye İdaresi
ülkeden gidecekti.
20 yılda alınan borç, pazarlıkla itibari değerinin yarısına indirilmişti
ama alınışının altmışıncı yılında bile henüz ödenip bitirilememişti ki,
araya Kurtuluş Savaşı girdi; Lozan’da Türkiye, “Kalan borçlardan
payımıza düşeni öderiz, ama Duyun-u Umumiye’ye hayır” dedi.
Milli hükümet hem kurtuluş savaşını verdi hem borcunu ödedi hem şimdi
sata sata bitirilemeyen o dev işletmeleri kurdu.
Borcun son taksiti, alınışından tam 100 yıl sonra, 1954’de ödendi.
Duyun-u Umumiye, Hem Osmanlı’nın ve dolayısıyla bizim, hem başta yine
Almanya olmak üzere Avrupalı’ların ciddi bir deneyimidir.
Duyun-u Umumiye, devlet içinde devletti.
Sevr anlaşmasının mali hükümleri Duyun-u Umumiye’nin görüş ve
önerileriydi.
Duyun-u Umumiye, Osmanlı’nın İtalyan’larla savaşında (Trablusgarp)
Osmanlıdan tahsil ettiği gelirlerle İtalya’ya borç vermiş, düşmanı
finanse etmişti (*)
Nereden bakılırsa bakılsın, iş sadece bir “borç-alacak” meselesi olma
sınırını aşmıştı.
Yunanistan 1831’de yani Duyun-u Umumiye öncesi Osmanlı'dan
bağımsızlığını elde ettiği için bu deneyimi bizimle birlikte
yaşamamıştır.
Demek ki kısmet bu günlereymiş.
*
Gelelim not etmek istediğimiz diğer birkaç konuya:
1.Daha önceden de belirttiğimiz gibi; Referandum olayı ile birlikte
artık bu işler alacaklılar ile borçlu hükümetler arasındaki mesele
olmaktan çıkarak, “alacaklılar” ile “borçlu ülkelerin halkları”
arasındaki meseleler haline dönüşmeğe başlamıştır. Çünkü sıkılacak olan
halkın kemeridir ve insanlar bunun farkına varmış, tepkilerini
göstermişlerdir. Dolayısıyla şimdi Yunan Parlamentosu’nun kararı ile
yapılacak “anlaşma” çok da uzun ömürlü olmayabilecek, kesinlik
taşımayabilecektir.
2.Troyka, sırf itirazları yumuşatmak, radikal çıkışları önlemek için
“siyaseten” önce nisbeten ılımlı bir “tarife” uygulayacak; ama giderek
ve duruma hakim olabildiği ölçüde ağırlığını hissettirmeye, bütün
ekonomiye ve dolayısıyla siyasete müdahaleye başlayacaktır.
Artık Yunanistan’ın AB ile ilişkileri Troyka’nın tercihlerine göre
sürdürülecektir.
3.Bu durumun kısa sürede kendiliğinden sonlanması beklenmemelidir.
Çünkü Troyka üretim artışı, ekonomik kalkınma ve halkın bir an önce
refaha kavuşması ile değil tahsilatla, bankaları güçlendirmekle
ilgilenecektir.
Havuz problemlerini düşünün; Havuzu boşaltan boru havuzu dolduran
borudan daha geniş olduğu takdirde o havuz hiçbir zaman dolmaz. Ekonomi
havuzu da öyle. Ödenecek borcun taksitinden daha fazlası kazanılamazsa o
borç bitmez. Osmanlı, bu borçların hiçbir zaman bitmediğini,
alacaklıların bunu bitirmeye o kadar da gönüllü olmadığını yaşayıp
görmüştür.
4.Çipras’ın çıkışı tümüyle bir “Radikal Sol” çıkış değil, içinde sağ bir
parti olan ANEL (Bağımsız Yunanlılar Partisi) nin de bulunduğu “radikal”
ya da "tepkide birleşmiş" bir koalisyondu. Bu eğer bir “radikal sol”
çıkış olsaydı, herhalde “İşçinin gelir düzeyini korumak amacıyla
Euro’dan ayrılmayı göze alamadık” gibi emeğin kurtuluşunu Euroda kalmaya
bağlayan o sözleri duymazdık.
Çünkü neresinden bakarsanız bakın belli ki, bu kemer sıktırma ve
dışarıdan yönetmede ne Eurocular ve ne de başkaları Yunanlı işsizlerin,
çalışanların ve emeklilerin çıkarlarını kendi hükümetleri kadar
gözetemezdi.
---------------
(*) Duyun-u Umumiye konusunda etraflıca bilgilenmek için bakınız: Saffet
Kartopu / Duyun-u Umumiye İdaresi ve İdareyle İlgili Görüşler / Küresel
İktisat ve İşletme Çalışmaları Dergisi Cilt: 1 Sayı: 2 (32 – 40)
|
|