|
|
KOMŞUDA “BOZA” PİŞER, BİZE DE DÜŞER
“Komşuda pişer, bize de düşer” sözünü
biliyorsunuzdur mutlaka.
Genellikle, “Yakınlarda iyi bir şeyler varsa ucundan biz de
yararlanırız” anlamında kullanılır.
İyi de, ya şimdi o “eskilerinin deyimiyle” komşunun “ensesinde boza
pişiyorsa” yani ekonomik sıkıntı çok büyükse?
TV’lerden, gazetelerden ya da internetten bol bol izlediğimiz o olayları
kastediyorum; Belli ki orada ciddi bir “batma-çıkma meselesi” var.
Peki yaşanan bu sıkıntı ne iştir acaba, oradan bize ne düşer diye
düşünüyor musunuz?
“Biz kendi derdimize düşmüşüz,” bize ne Yunanistan’dan munanistandan
demeyin; “küresel alemde” bunların hepsi bir bütünün parçaları:
Süper güçleri bilirsiniz.
Dünyada birileri kendilerini daha güçlü kılmak için sürekli bir
başkalarını kendine bağlı hale getirmeye çalışıyor, bunun için
ekonomiden başlayıp siyasete kadar uzanan çeşitli yönlendirmeler
yapıyorlar değil mi?
Sonunda ne oluyor peki?
Kurbağayı yavaştan ısıtma örneğinde olduğu gibi “ölçülü” olduğunda pek
kolay fark edilmiyor.
Büyük sermaye, bir kısım medya, durumu idare eden günübirlikçi
siyasetçiler falan devrede olunca “olacak o kadar” denip iş oluruna
bırakılıyor da… O “Hep bana” diyenler bir ara ipin ucunu kaçırınca bu
kez doğrudan halk tepki gösteriyor ve iş sonunda varıyor şimdi örneği
Yunanistan’da yaşanan bu günlere.
*
Olaylara “bu düzende biraz şartlandırılmış olarak bakanlara” bakılırsa:
“Yediler içtiler Avrupa’nın çil çil paralarını; şimdi çamura yatıyorlar,
ödesinler ceketlerini satıp, borcun üzerine yatmak resmen
şerefsizliktir..”.
İyi, güzel de bu işlerde hem çok uyanık hem böyle şeylerden hiç
hazetmeyen o Avrupalılar, yaklaşık 30 yıldır bu paraları göz göre göre
“yediriyorsa” bu işlerde bir gariplik sezmiyor musunuz?
Bizim memlekette “Alman usulü” denen uygulamayı bir hatırlasanıza
azıcık…
Bu usulde, aynı masada yemek yense bile herkesin kendi yemek parasını
kendisinin ödediğini, kimsenin kimseye bir lokma bile kaptırmadığını
bilmez misiniz?
Siz hiç 320 milyar Avroya yükselmiş paranın o kadar da hesapsız biçimde
“yedirileceğini” düşünüyor musunuz? Hele kasanın başında da Almanya
varsa.
Gelin şu işi daha iyi anlamaya çalışalım:
1.Bu Dünya “maalesef” ortalama insanların saflıkları kadar “safça”
dönmüyor.
Uçan kuşun bile kendine göre bir nedeni var.
Köklü siyasetlerin sahipleri, elinde büyük ekonomik gücü olanlar, bu
gücü biraz daha büyütmek; ama en azından bu üstünlüklerini koruyabilmek
açısından, bizim gibi “diğerleri” üzerine inceden inceye “modeller”
kuruyor, kendilerine -haydi yine en azından diyelim- “ters gelmeyecek”
yapıların adeta koruyucuları oluyorlar.
Dolayısıyla bu işlerde hiçbir şey tesadüf, gözden kaçırma ya da ağır
ihmal falan değil.
2.Kurulan bu modellerden biri de Avrupa Birliği.
İkinci Dünya Harbi sonrasında, sanayiin en önemli iki hammaddesi “Kömür”
ve “çelik” konusunda aralarında rekabet etmektense işbirliği yaparak bu
güçlerini korumak isteyen Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, Lüksemburg
ve İtalya 1951 yılında Paris’te bir araya gelip bir birlik kuruyorlar:
Adı “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu”
Sonra 1957 yılında, iştigal konuları arasına “Avrupa Atom Birliği”ni de
katıyorlar ve birlikteliklerinin adını “AET” yani Avrupa Ekonomik
Topluluğu’na çeviriyorlar.
1958'de yürürlüğe soktukları Roma Antlaşması ile de, üye ülkeler
arasında malların gümrük vergisi ödenmeksizin serbestçe alınıp
satılmasını öngörüyorlar.
Yani “Ortak Pazar”.
Ama “ nihai hedef” sadece ekonomik değil.
Ortak tarım, ulaştırma, rekabet gibi diğer birçok alanda da ortak
politikalar oluşturulması, ekonomik politikaların yakınlaştırılması,
ekonomik ve parasal birlik kurulması, ortak bir dış politika ve güvenlik
politikası oluşturulmasını da öngörüyorlar.
1987 senesinde kabul ettikleri “Avrupa Tek Senedi” ile de “Malların,
kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşımının sağlandığı,
iç sınırların olmadığı bir alan” kuruluyor.
Aralarına yeni ülkeleri de alarak bir “Birleşik Avrupa Devleti”ne doğru
ilerlerlerken 2002’de İngiltere hariç ortak para birimi “Euro”ya
geçiliyor.
Yunanistan’ın 1975’de müzakerelere başlayıp 1985’de girdiği; bizim hala
kapı önünde “ah bir alsalar” diye beklediğimiz ama “kolay kolay
alamayız” diye yıllardır bekletildiğimiz bu günkü “Avrupa Birliği” çok
özet olarak bu.
3.Avrupa Birliği, temeli kömür ve çelik birliği olmasına ve giderek bir
“Birleşik Avrupa Devleti”ne dönüşmeye çalışmasına rağmen, nedense en
iddialı çabası sanayi falan değil de “Ortak Tarım Politikası”.
AB, “Aman” diyor, “çiftçinin refahı çok önemli. Onlara daha iyi bir
yaşam sağlamak için sübvansiyonlar yapalım. Ekip biçmeseler bile
refahlarını yüksek tutacak paralar koyalım ceplerine.
Ve bu “niyet”le AB, topladığı fonlarının önemli bir kısmını, ekip
biçmese de “refahını yüksek tutmak için” çiftçiye “doğrudan” yardımda
kullanıyor.
Hatırlarsınız, iki binli yılların başında IMF de bize aynı şeyi söyledi
ve bu politika halen uygulanıyor: Çiftçi tarlasını ekerse indirimli
tohum, mazot, ilaç ve destekleme sağlama yok; ama ekmediği zaman
elindeki tarlasına hektar başına şu kadar lira nakit para!
Bu paraların toplamı öyle az buz da değil. Örneğin 2006 yılında AB,
bütçesindeki paranın %46,7’si olan 49,8 milyar avroyu bu işe harcamış.
Tarım “desteği”nin “en fazla” verildiği ülkeler arasında da, tesadüf(!)
bu ya, şimdi ikisi batık, diğer ikisi ufak ufak batmakta olan ülkeler
var: yani, İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve. İspanya
4.Bu durumda insan sormadan edemiyor:
-Peki bu batanlar da dahil, üye ülkelerin hepsi bu “Avrupa Birliği”nin
bileşenleri, bunlar bir araya gelmekle hep sırt sırta verip refah
düzeylerini yükseltmeyi amaçlamışlardı da, neden bu işin dinamosu olan
Almanya giderek güçlenir, topluluğun neredeyse tek söz sahibi olurken
bazıları ve özellikle de tarım sübvansiyonlarını en çok alanlar şimdi
birer birer batıyorlar?
-Bu batanların ve batmakta olanların acaba şu anda kendi karınlarını
doyurmaya yarayacak, kendine yeterli tarım ve hayvancılıkları kaldı mı?
-Bu ülkeler Avrupa Birliğine girerken yıllarca tepeden tırnağa
incelenmiş, röntgenlerden geçmiş; girdikten sonra ne denmişse aynen onu
yapmışsa; “kalkının” deyip “aklı” da “parayı” da verenlerin hep
gözetiminde olmuşlarsa, nasıl oluyor da işler -bırakalım kalkınmayı bir
tarafa- “batmaya” kadar gidiyor?
Bizim 1968 kuşağı eskiden şimdiki Avrupa Birliği’nin o zamanki hali için
“Onlar ortak, biz pazar” derlerdi ve bu işten pirelenirlerdi.
Şimdi tarımı çökmüş, sanayii yetersiz, dış ticaret dengesi bozuk bu
“batık”lar aslında o ortaklığın içinde de olmalarına rağmen bu gün
açıkça birilerinin pazarı haline gelmediler mi?
5. Avrupa Birliği’nin Yunanistan da dahil bütün “batıkları” öncelikle bu
işi sorgulamak durumundadırlar.
“Birlik” nasıl olmuş da kendi bünyesinde böyle bir “iç dengesizlik” yani
birileri yükselirken diğerlerini batıran bir sonuç yaratmıştır?
Madem “ortak”lardı; batarken de çıkarken de aynı ortak “kaderi”
paylaşmaları, modelde bir yanlış varsa o yanlışı yine kendi içlerinde
düzeltmeleri gerekmez miydi?
*
Hepimizin huyudur…
Mahallede iki kişiyi kavga ederken görsek hemen araya girip ayırmaya
kalkarız değil mi?
“Düzen” ya da “huzur” bozulmasın diye tabii
İyi de, ya o “düzen” taraflardan sadece birine çalışıyor ve diğeri
sürekli kaybediyorsa?
O zaman “mesele”yi iyice anlayıp dinlemeden “huzur” adına “gidişat”a
sahip çıkmanın, neye hizmet ettiğini anlamadan “ille de düzen” demenin
bir başka sonucu; iyi niyetle de olsa bu çarpık durumdan yana çıkmak,
başka bir anlatımla da “farkında olmadan “düzen-baz” durumuna düşmek
yanlış olmaz mı?
Komşudaki konuya işte bir de buradan bakmakta yarar var.
Acaba Yunan halkı, neredeyse gıpta ile baktığımız “keyifli” bir
yaşamları varken acaba neden o eski “düzen” partilerine sırt çevirip
şimdi bu kadar radikalleştiler? Hatta seçimlerde yüzde 40’tan fazla oy
vermedikleri o radikal cepheye iş biraz daha netleşince “referandum”da
neden bu kez yüzde 61 oranında yani daha da fazla sahip çıktılar?
Acaba itirazları sırf aldıkları paranın üzerine yatmak mı, yoksa bu
gidişe olan itirazları mıydı?
Buna katılmayabilirsiniz belki, haydi Yunanlılar “malumunuz”
Peki, daha önce batan İrlandalılar, topun ağzındaki Portekizliler ve
İspanyollar?
Onlar da mı hepten “ehli keyf” ve birlikte yemek yedikleri masanın
hesabını Alman’a yıkıp sıvışmaya çalışıyor?
Yarın onlar da kendi dillerinde “Oxi” dediklerinde onlara da mı aynı
yakıştırmayı yapacağız?
Avrupa Birliği ve kreditörlerin şimdi en büyük endişesi, bunların
“toptan” bedavacılığa soyunuyor olması mı yoksa batıda yeni bir
tartışmanın gündemi saracağı mı?
İyi düşünelim, araya ona göre girelim derim.
Yukarıda bir ara belirtmiştim; bizde de çiftçiye “ekmeyin, biçmeyin;
parasını biz öderiz” demişlerdi. Sonunda kendi yiyeceğimiz bir tarafa,
sarı öküzün samanını bile ithal etmek zorunda kalmadık mı?
Dünya hali bu, bakarsınız bir gün bizim millet de birilerine “hayır”da
hayır var” deyip karşı çıkmak zorunda kalabilir.
Neme lazım, şimdi söyleyeceklerimizden dolayı yarın biz de aynı
sıkıntıya düşmeyelim. |
|