Siyaset tarlasında izi olanlar, seçim harmanında yüzü gülenler


İletişim çağının en büyük nimetlerinden biri de herhalde şu “sosyal medya” dedikleri uygulamalar olmalı. Geçiyorsunuz ekranın karşısına; kim ne demiş, ne yapmış hepsi de resimleri ve hatta videolarıyla birlikte orada.
Hele hele kendilerini biraz daha fazla tanımak istediğimiz “aday”larımız açısından.
Kimdirler, neler yapmışlardır, bizim sorunlarımız için neler düşünürler falan filan…
Bir kısmını iyi ya da kötü taraflarıyla zaten biliriz; kendilerini “tanıtmalarına” pek gerek yok şüphesiz. Ama çoğu zaman onlar da dahil, pek çok adayımızın bu günlerde ”sosyal medyadaki “etkinlikleri”nde bir şey bayağı dikkatimizi çekiyor:
Sizler de fark etmişsinizdir ya, çok görülenleri yine de şöyle bir sıralayalım.
-Arkada, sadece İstanbul’un sokaklarında dolaşan 27.000 dolayındaki “taksi”lerden bir taksi, kareye kafasını uzatmış üç beş yurttaş, ve o araçları kullanan en az 50.000 şöförden sadece biri olduğu anlaşılan kişiyle tokalaşıp kameraya gülerek poz veren biri.
Resimin altında:“Adayımız falan taksicilerin dertlerini dinledi”
-Fotoğrafta bir el arabası, İTO’nun bir vakitler yaptığı tesbite göre yine İstanbul’da 500.000 seyyar satıcı varmış. Galiba adam işporta terlik satıyor. Önünde bir delikanlı, takım elbiseli adayımız yoldan geçen birkaç meraklıyla birlikte birbirlerine sarılmış, elde terlikler poz veriyorlar.
Resimaltı: “Adayımız filan, işportacıları ihmal etmedi”
-Belli ki partili bir garibanın evi. Giderken bir kutu pasta almayı da ihmal etmemiş adayımız, sedirde hane halkı ile birlikte çay içiyor.
İstanbul’daki gecekondu sayısı tam 750.000 !
Yazmış: “Gecekonduları unutmadık”
-Apartman girişinde başı kapalı birkaç bayan, adayımız birini yanaklarından öperken yanındaki yardımcısı oradakilere kağıtlı şeker ikram ediyor…
İstanbul’daki “el”leri saysan 15 milyon, “ev”leri saysan beş milyona merdiven dayamış.
“Gezmedik ev, sıkmadık el bırakmadık” yazıyor…
*
Manzaralar aşağı yukarı bunlar.
Daha neler var derseniz; sabahları “günaydın” ile başlayıp akşamları “iyi geceler” ile biten, “iyi bir hafta sonu”ndan mübarek cumalara, kandil kutlamalarına kadar uzanan “mesaj”lar.
*
Ne dersiniz, bu gördükleriniz size “aday”ımızın yarın seçildiğinde dar gelirliler ile sermayenin, ayrılıkçı ile yurtseverin, yerli sermaye ile yabancı sermayenin, yolsuz ve arsızla hukuk düzenini savunanın, devleti soyanla kamu malını koruyanın, din tüccarları ile inanç serbestisi isteyenlerin, gecekondulu ile gökdelencinin arasındaki “çatışmalarda” nasıl bir tavır göstereceği konusunda yani asıl sorunlarımızın nasıl ve kimler eliyle çözüleceği konusunda “sağlıklı” bir fikir veriyor mu?
Bu gördüklerimiz, bu “kapıdan” ya da “resimlik” ziyaretlerle anlatılmak istenenler aslında “adayımızın” seçmenine ne kadar da yakın olduğunu mu belgeliyor?
Yoksa yakın görünmeye çalıştığı bir “seremoni”den mi ibaret kalıyor?
Haydi adayın kendisi bir yana da, sizce bu “gayretler” bir partinin ortaya çıkardığı adayları vasıtasıyla iktidara ne kadar da uygun ve hatta “gerekli” olduğunu anlatmaya yetiyor mu?
*
Sanmıyorum.
“Eh ne yapalım, seçimlere ne kaldı ki, kısa zamanda da ancak bu kadar” deniyorsa zaten iş baştan belli: Her şey seçim gösterilerinden ibaret!
“Yok hayır, biz onların beklentilerini öğreniyoruz, öğrenip yarın Mecliste söylemeye, sıkıntılarını dile getirmeye hazırlanıyoruz” deniyorsa yine “yandı gülüm keten helva”.
Nedeni basit:
Bugünkü Türkiye gibi ekonomisinden hukuk düzenine kadar tepeden tırnağa sıkıntılı, kentlisinden köylüsüne, emeklisinden mekteplisine kadar dertli bir ülkede fener alayı misali “seçim kampanyaları” sırasında bu tür şeylerle ne bir şeyleri “anlamak” ve ne de “işin nasıl çözüleceği konusunda halka bir şeyler anlatabilmek” mümkün değil.
Ya ne olmalıydı? derseniz, bana göre şöyle:
Siyasi partilerin içeriden-dışarıdan kırk tane denge hesabından sonra, son anda ilan edip “işte çıkarabileceğimiz en ideal ekibimiz budur” dediği “aday”ların son birkaç ayda yaptığı “ziyaretlerle” topluma benimsetilebilmesi çok da akla yatan bir şey değil.
Zaten sırf bu nedenledir ki, adama “hayatını kurtaracağım” dediğinizde bile alacağınız oylar seçimden seçime en fazla iki-üç puan oynuyor.
O değişiklikte en büyük pay da kampanya sırasındaki “siyasi derinlik gösterileri”nden çok, rakibin beceriksizliklerinden, iç kavgalarından ya da tam sırası denip o gün dışa vurulan yolsuzluklarından kaynaklanıp ona “eksi” yazıldığı için size “artı” olarak yansıyan oylardır.
Sonucu ciddi ciddi etkileyecek olan ise, bunlar değil; partilerin bir seçimden diğer seçime kadar olan ara dönemde yaptıkları ile o arada kendini gösterenlerin vitrine çıkarılmasıdır.
Siyaseti her zaman halkı için yapanlara sözümüz yok.
Ama bir önceki seçimden bu seçime kadar yatıp “kampanya zamanı” ayaklananlarla bu olmaz,
Birileri gerçekten çalışmış olsalar bile son parti olarak son anda vitrine çıkarttıklarınızla o isimler “tutmuyorsa” yine olmaz.
Seçmen, seçime şu kadar gün kalmışken “dağıtılan” kağıtlı şeker, tükenmez kalem vs ile kolay kolay yönünü değiştirmez.
Eğer bütün bunlar sonuç verse, her eli sıkılan, şeker tutulan seçmen karşısında gördüğü adaya oy verseydi siyaset ne kadar kolay olurdu değil mi?
Seçim öncesi tabii ki bir heyecan yaratılır, gönül alınır ama, eğer bütün bunlar evveliyatı olan bir yapıya dayanmıyorsa alınacak mesafe olsa olsa birkaç “gıdım”dır, daha çok da rakibin ne kadar itibar kaybedeceğine bağlıdır.
Bir de şöyle düşünsenize:
Acaba seçimler adayların kendilerini “seçmene beğendirme”si için mi yapılır yoksa beğenilen adayların seçmene ısındırılması için mi?
Yani “siyasi beğeni” yukarıdan aşağıya mı işler, aşağıdan yukarıya mı?
Son sözü halk söylüyor olsaydı “gel tanışalım, sana derdimi anlatayım” mı derdi, yoksa “Onu biliyorum, ben derdimi bileni kendim seçerim” mi?
Bizde “tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz” derler.
Hepimiz ne harmanlar, ne yüzler gördük bu güne kadar.
Genellikle de umutlarımızı hep bir başka harmana erteledik.
Bakalım bu seçim harmanında kimlerin tarlalardaki izleri işe yarayacak, kimlerin yüzleri gülecek?