Emekliye Bayram İkramiyesi Ve Kıymet-i Harbiye Meselesi


Emekliye yılda iki maaş ikramiye vermek tabii ki “particilik” yönüyle iyi bir buluş.
Peki ama; “sol”, “halkçı” ya da “emekten yana” siyasette bunun kıymet-i harbiyesi nedir diye düşündünüz mü hiç?
Söyleyelim: basit bir hesapla, aylıklara “onikide iki” ya da “altıda bir” oranında ekleme vaadinde bulunmaktır işin özü.
Vurun yüzdeye; yüzde 16,6
Ne dersiniz? “bak işte sol politika dediğin budur, nasıl da belimizi düzelttik” dedirtir mi emekliye acaba?
Bana kalırsa dedirtmez.
Neden?
Dedirtmez, çünkü Yüzde 16,6’lık zam bu işin sadece bir yönüdür.
Oysa ekonomik refahın en az kırk “bileşeni” daha vardır.
Hani “bir tek gülle bahar olmaz” derler ya.
Aynen onun gibi.
Örneğin; “hangi düzeydeki emekli maaşına” “iki maaş da bizden?”
Ya da, “hangi zamlardan sonra emeklinin yanına kar kalmak üzere?”
Hele ekonomiyi IMF kadroları ve politikaları ile “düzelttireceğinizi” daha baştan açık açık belli etmişseniz, asıl cevaplandırılması gereken konu o maaşın sayısı mıdır yoksa sağlayacağı refah artışı mı?
*
Artık dünya alem biliyor ki, bütçelerini denk getiremeyen, cari açıklarını kapatabilmek için kendilerine has ve radikal programları olmayan hükümetler “gel bizi düzelt” deyip son anda IMF’cilerin kapısına dayandığında, içinde emeklilerin de yer aldığı alt gelir grupları her zaman için bu işlerden “çırak çıkmak” durumundadırlar.
Bu iş bu güne kadar hep böyle olmuştur.
Eğer IMF bir gün şaşırıp da siyasette sola açılmayacaksa, bu işlerin başka türlü olmasını beklemek akla zarardır…
Hani o meşhur tavra yapacağımız nazire gibi:
“Ya emekten, emekliden ve yoksuldan yana olunur ya da IMF politikalarından”.
Çünkü IMF emekten yana olsun diye kurulmamıştır ki...
Kim bilir, belki de sırf bu yüzden emeklilere vaad edilen o yüzde 16,6’lık bir zam bile siyasi tarihimizde ilk defa politikacı sözüne, ya da partinin seçim bildirgesine değil de bir noterlikte düzenlenen belgeyle teminata bağlanma ihtiyacı göstermiştir.
Gönül isterdi ki; yurttaşlar seçimlerde noterden önce siyasetçilerin sözüne güvenebilsin de “sözüm senettir”in yerini “senedim sözümdür” almasın.
*
Bunu söylemek bir spekülasyon mu?
Hayır, asla.
Şimdi gidin bakın IMF’çilerin bu güne kadar bize yazdırdıkları “niyet mektuplarına”,
O yazdırılan “niyet”lerde acaba böyle; işçi, emekli, yoksul için “lehlerine “ en ufak bir düzenleme görebilir misiniz?
Göremezsiniz.
Çünkü IMF politikalarının klasik modeli; borçlu ülkedeki emeğin maliyetini düşürüp özel sektörün karlılığını artırmak, devletin her türlü yardım ve sübvansiyonlarını kısarak bütçe açığını kapatmak, bir kısım kamu hizmetini paralı, yurttaşı müşteri haline getirerek hem devletin yükünü hafifletmek hem özel sektöre, yabancı sermayeye yeni iş alanları ve pazarlar açmaktan, dolayısıyla küresel sermayeye hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Yani o tahterevallinin bir tarafında “sermaye” varsa diğer tarafta ”emek” oturmaktadır.
Biri çıkarken diğeri inmek zorundadır.
En azından şunu düşünün kendi kendinize:
“Çalışmakta olan” işçi ve memurun ücretini düşük tutmayı, baskı altına almayı temel alan bir ekonomik programın gidip de, artık çalışma hayatından çekilmiş ve tepkisi zayıflamış, örgütsüz olan “emekli”nin refahını yükseltme gibi bir anlayışı olabilir mi?
Çalışan işçiden “kısacak” olanlar tabii ki emekliden haydi haydi kısacaktır.
Bilir misiniz Nasrettin Hoca’nın “kavuk” hikayesini?
Hoca, elinde şu kadar metre kumaşla girmiş terziye, “bana bundan iki tane kavuk yap” demiş.
Sonra dayanamamış; “yahu acaba üç çıkmaz mı?”
Terzi bir “lahavle” çekmiş, eh, gayret ederim anlamında başını sallamış.
Hoca coşmuş, bakmış biraz daha pazarlık etse birkaç kavuk daha çıkacak, yine yüklenmiş; “Ustam sen bundan on tane çıkarsan da…”
Terzi kafasında çözmüş olayı…
“Tamam, söz” demiş, “yarın öğlenden sonra gel al!”
Vakit gelmiş, Hoca kavukları teslim almaya gidince ne görsün; tezgahın üzerinde tam on tane ama her biri limon büyüklüğünde kavuklar dizili değil mi?
Söyleyecek söz bulamamış tabii…
Terziye bu kumaştan on tane kavuk çıkart diyen kendisi değil mi?
Kıssadan hisse: Aman IMF’e “Emeklimize izninizle 12 yerine 14 maaş versek nasıl olur falan demeyin; adamlar 12 maaşa 12 ikramiye bile verirler de, ayın sonunu getirmeye yetmeyebilir.
Malum; Nasrettin Hoca’nın şu kavuk meselesi…
*
Dönelim somut olaylara:
Türkiye ekonomisi bir zamanlar yine bu günkü gibi sıkıntılıydı, borçlar çevrilemiyordu…
Lisans ve lisansüstü eğitimini İngiltere’de, Londra Ekonomi Okulu’nda yapan, Ecevit’in sonradan, 2003’de Basın Konseyi üyelerinin daveti üzerine katıldığı yemekte “O benim günahım” dediği Kemal Derviş, 3 Mart 2001'de Türkiye ekonomisini yönetmek üzere “görevlendirilmişti”.
Mayıs 2001’de Devlet bakanı olarak imzaladığı ve IMF başkanı Host Köhler’e hitaben yazılmış Niyet Mektubu’nda yer alan “Ekonomik Politikalar Bildirgesi”nde Derviş, “yeni ekonomi politikasının çerçevesi”ni bildiriyordu.
“Çerçeve”de özetle şunları söylüyordu:
-Özel sektörün, özelleştirmeler dahil Türkiye ekonomisine yön vermesindeki rolünün arttırılmasına ilişkin politikalar, başlangıcından beri programımızın bir parçasını teşkil etmektedir.
-Bankacılık sektörü güçlendirilecektir.
-Ziraat ve Halk Bankaları özelleştirilecektir.
-Sıkı bir para ve ekonomi politikası uygulanacaktır.
-Türk Telekom, Tüpraş, Türk Hava Yolları, Erdemir, Tekel, Şeker, Elektrik Üretimi, dağıtımı şirketleri de dahil “önemli kamu teşebbüsleri”nin çoğunluk hisselerinin özelleştirilmesi hazırlığına odaklanılacaktır.
-Özelleştirme İdaresi, elindeki küçük ve orta ölçekli şirketler portföyünü satma çabalarına devam edecektir.
-Parlamento, sivil havacılık endüstrisini daha da serbestleştirmek ve yabancı sermayeyi çekebilmek amacıyla iç hat tarifelerini serbest bırakan bir tarifeyi onaylamıştır.
-Tütün sektörünü serbestleştiren, tütün için destekleme alımlarını tedricen kaldıran ve Tekel’in varlıklarının satışına izin veren Tütün Kanunu’nun Meclis’te Mayıs ayı içinde kabul edilmesi beklenmektedir.
-Meclis, doğal gaz sektöründe reform gerçekleştirecek olan kanunu onaylamıştır. Bu kanun BOTAŞ’ın doğal gaz dağıtım varlıklarının özelleştirilmesine ilişkin bir çerçeveyi içermektedir.
-Devlet arazilerinin satışı için de bir program başlatmak niyetindeyiz.
-Önümüzdeki yıllarda doğrudan yabancı sermaye yatırımları kritik bir rol oynayabilecektir.
-Uluslararası tahkime ilişkin Anayasa değişikliğini tam olarak ortaya koyacak kanun Meclis yaz tatiline girmeden çıkarılacaktır.
-Başka önemli fırsatlar da ortaya çıkacaktır.
-Mayıs ayı başında Akaryakıt Tüketim Vergisi Nisandaki %20 artıştan sonra %15 daha arttırılacaktır.
-KDV oranları, indirimli %1 lik ve %8’lik oranlar hariç, bir puan arttırılacaktır.
-Mevcut düzenlemeler doğrultusunda sosyal güvenlik ödemelerine ilişkin asgari katkı payı tabanı Nisan itibariyle arttırılacaktır.
-Ayrıca, sağlık primleri ve katkı ödemeleri arttırılacaktır.
-Bütçe Kanunu’nun 53. maddesi ile kapsanan “diğer cari harcamalar” kaleminde yapılacak kesintilerle Gayrı Safi Milli Hasılanın % 0,3’ü kadar tasarruf sağlanacaktır.
-Önemli sosyal sektörlerde (Çoğunlukla sağlık ve eğitim) istihdam artışına ihtiyaç duyulmasına rağmen 1990’lardaki eğilim durdurularak 2001 yılında memur sayısı artmayacaktır.
-KİT tarifeleri ve ücretleri artan maliyetlerine uygun bir şekilde arttırılacaktır.
-Personel maliyetleri de dahil olmak üzere işletme maliyetleri reel olarak arttırılacaktır.
-Şeker pancarı kotaları 12,5 milyon tondan 11,5 milyon tona indirilecek ve şeker pancarı destekleme fiyatı hedeflenen enflasyondan fazla arttırılmayacaktır.
-Hububat destekleme alım miktarı kısılacak ve ihtiyaç fazlası hububat stoku eritilecektir.
-Buğday destekleme fiyatı dünya fiyatının en fazla %20’sinin üzerinde kalabilecek şekilde 2001’e kadar düşürülecektir.
-TEAŞ tarafından satılan elektriğin ortalama fiyatı kilovat başına 4,5 sentte tutulacak, satın alınan elektriğin maliyetinin karşılanabilmesi için TEDAŞ’ın ücret ve tarifeleri buna uygun olarak arttırılacaktır.
-LPG’nin sübvanse edilmesine son verilecektir.
-Haziran 2001 tarihine kadar KİT’lerce üretilen mal ve hizmetlere ilişkin iskonto ve muafiyetler kaldırılacaktır.
-KİT’lerle Türk Telekom ve kamu bankalarından emekli olacak personelin en fazla yüzde 15’i oranında eleman istihdam edilmesine devam edilecektir.
-Her şekilde işe alma Hazine’nin onayına tabi olacaktır.
-Emekli olan personel KİT’ler tarafından tekrar istihdam edilmeyecektir.
-Fazla mesai ücretleri sıkı bir şekilde kısılacaktır.
-Bütçe tedbirlerine ek olarak vergi tabanı kuvvetlendirilecektir.
-Birikmiş vergi ve sosyal güvenlik borçlarının geç ödenmeleri halinde uygulanacak faiz oranları piyasadaki faiz oranlarının üzerinde olacak şekilde ayarlanacaktır.
(IMF’e verilen ve yukarıdaki alıntıları içeren bu “mektup” hayli uzun ve ekleriyle birlikte tam 55 sayfadır. Okumak isteyenler;
http://www.bulentsoylan.com/niyetmektubumuz.pdf
adresinden indirip tamamını okuyabilir, uzun bulanlar sadece altı renklendirilmiş kısımlara bakabilirler.)
*
Şimdi hiç kimseye sormadan ve kendi kendimize bir düşünelim bakalım:
-Acaba yukarıdaki “niyet”ler; ekonomide üretimi, istihdamı arttıracak, dar gelirliyi ferahlatacak tedbirler midir; yoksa halka kemer sıktıran ama Uluslararası Para Fonu’nun “hah işte ben de böyle olmasını istiyordum” dediği türden midir?
-Bu “Çerçeve”de işçiyi, işsizi, emekliyi koruyacak; devletin kolu kanadı altına alacak sosyal devletçi bir politika var mıdır?
Ne diyorsunuz?
Bu film bir daha görülsün mü?
“Olsun, görelim” ekonomi de zaten böyle düzeltilir diyenler varsa;
haydi hep beraber “yeni çerçevemiz hayırlı uğurlu olsun” diyelim mi?
Ben olumlu yaklaşma taraftarıyım, “her işte bir hayır vardır” derim.
Peki ya siz dersiniz?