|
|
Ne olacak şu
doların hali Ne olacak bu memleketin hali
İnsanımızın bu günlerde
merakla sorduğu başlıca sorulardan biri de şüphesiz “Ne olacak bu
doların hali?”
Daha doğrusu, aynı gün içinde bile bir inip bir çıkan bu dolar
fiyatlarıyla, “Ne olacak bu memleketin ve dolayısıyla bizlerin hali?”
demeye getiriyor insanlar.
Bu işin çok derin bir ekonomi konusu olduğunu söyleyenler kusura
bakmasınlar…
Konuyu çok fazla bilimsel(!) hale getirmeden anlatmaya çalışalım
isterseniz.
*
Bu bazen bütün dünyayı altüst edebilen “dolar denen şey”i bir mal olarak
düşünün.
Aynen pazardaki domates gibi.
Dünyadaki tek üreticisi Amerika, alıcıları da “bütün dünya”.
Çünkü dünyanın her yerindeki her türlü alışverişte kabul gören, genel
geçerliliği olan bir “ödeme aracı”.
-Ödemeyi ruble ile yapsak?
“Olmaz”
-Hint Rupisi ile?
“Olmaz”
-İspanyol pesetası?
“O da olmaz, ille de dolar”
Her “mal” için olduğu gibi “dolar”ın fiyatı da, piyasaya ne kadar
sürüldüğü ile ne kadar talibi olduğuna bağlı.
Yine domates örneğinden gidersek; Amerikan merkez bankası olan FED,
doları piyasaya fazla fazla sürerse, her sürdüğünde fiyatı aşağıya
düşüyor; “Artık sürmeyeceğim” dediğinde de, piyasaya yeni dolar
gelmeyeceğinden, “bari iyice kıtlaşmadan olanları satın alalım”
dendiğinden fiyatı yükselmeye başlıyor.
Aynen, bu hafta pazara fazla domates gelmeyecek dendiğinde satıcıların
fiyatı yükseltmesi, alıcıların da piyasada azalan bu mala daha yüksek
para ödemeye razı olması gibi.
Var mı bunun çok bilimsellik(!) gerektiren tarafı?
Şimdi denilecektir ki, Eee onların merkez bankası isteyince doların
fiyatı yükseliyor da bizimkiler söyleyince neden düşmüyor?
Düşmez tabii…
Çünkü mal adamın malı, domatesi piyasaya süren tek üretici o, sen sadece
alıcısın.
Domatesi şu fiyattan satarsan alırım, “ben bağımsızım” da dersin ama,
almak zorundaysan verilen fiyatı kabul etmekten başka çaren var mı?
Yok!
-Ya bizim Merkez Bankası elindeki dolardan satarsa?
-Elinde varsa, olsa bile başka işler için saklamak zorunda değilse ve
yükselen talep dolayısıyla ortalık karışmasın isterse “bir ölçüde”
elindeki dolardan satabilir tabii.
Diyelim ki Türkiye’de çalışan bir yabancı şirket “ben artık buralarda
duramam” deyip hisselerini satacak ve aldığı parayı dolara çevirip kendi
memleketine gidecek.
O bunu yaparken; fabrikasını, hissesini, arazisini Türk Lirası üzerinden
satıp sonra da götürmek üzere piyasadan dolar toplayacağı için
piyasadaki dolar fiyatları da yükselecek ya… İşte o durumda piyasanın
ihtiyacını Merkez Bankası karşılıyor. Hemen devreye girip kendi
kasasındaki dövizleri piyasaya veriyor ve Türkiye’yi terk eden
yabancının eski -dolayısıyla düşük- fiyattan döviz alarak, piyasayı
fazla yükseltmeden bu ülkeden çıkıp gitmesini sağlıyor.
Yani sırf piyasada fiyat yükselmesin diye adamlara kendi bankamızın
dövizi ucuza veriliyor.
Peki, bu kaçan adama yapılmış bir kolaylık anlamına da gelmez mi?
Aynen öyle.
-Vermeseydi ne olacaktı?
Yabancının kendi talebi, kendi alacağı doların kurunu yükselecek ve o
yabancı, elindeki Türk Liraları bu sefer daha az dolar almaya yeteceği
için ülkeden daha az döviz çıkacaktı.
Yani sonuçta, “aman içeride fiyatlar yükselmesin” denirken aslında kendi
dövizimizi ucuza satmış, fiyatı yükselmesin derken adamlara bu ucuz
fiyatlardan daha çok döviz götürme, yani kazançlı çıkma imkanı vermiş de
oluyoruz.
-Bu yanlış bir uygulama mı?
Hayır, her zaman değil.
Onu bir ilaç gibi düşünelim; ilaç iyidir ama yerinde ve dozunda
kullanılmadığında faydadan çok zarar verir.
Merkez Bankasının döviz satması, “Önlenebilir” bir panik halinde yararlı
olabilir. Salarsınız piyasaya dövizi, fiyatı ucuzlatırsınız, yabancının
ihtiyacı görülür, piyasada ciddi bir yükselme olmayınca da başkaları
ürkmez, herkesin yüreği serinler, panik durur, kimi yabancılar belki de
çıkmaktan bile vazgeçer.
Ama döviz fiyatlarını oluşturan bu “koşullar” kısa süreli bir “panik”
olmaktan çıkmış, kalıcı ve yapısal hale gelmişse, yani yangın büyümüşse,
Merkez Bankası’nın yaptığı ucuz satışlar aynen dibi delik kovayı
doldurma gayreti gibi sonuç verir.
Kova dolmaz, suyu boşa akıtmış olursunuz.
Yani siz elinizdeki dövizi ucuza sattığınızla kalırsınız, fiyatlar yine
kendi mantığına göre belirlenmeye devam eder.
Şimdiki durum biraz bu yöndedir.
*
O zaman özetleyelim:
Doların şimdiki yükselişi iki ana nedenden kaynaklanır.
Birincisi, yukarıda anlattığımız nedenle yani ABD’nin piyasaya ne kadar
dolar saldığı ya da tam tersine salmaktan ne kadar vazgeçtiğine bağlı
olarak; teknik olarak söyler isek, “küresel arz ve talebe” bağlı olarak…
Yükselmenin ikinci nedeni, Türkiye’nin kendi ekonomisi yani iç
piyasasındaki arz ve talep koşullarında olumsuz yöndeki
değişikliklerdir.
İç piyasada dolara olan talep yüksek, eldeki dolar miktarı yetersiz ise;
açıktır ki aynen pazardaki domates fiyatları gibi onun fiyatı da kolayca
yükselecektir.
Bu ikincisinde fiyatı yükselten şey artık sadece dünyadaki arz talep
değişikliği değil, “onun üzerine eklenen” içerideki “piyasa”nın yükselen
talebidir.
Şimdi ekranlarda gördüğünüz dolar fiyatları işte biri “küresel”, diğeri
“yerel” olmak üzere bu iki ayrı piyasadaki şartların “bir aradaki”
sonucudur.
Memlekette son günlerdeki aniden kur düşmeleri de içerideki ani döviz
bollaşmalarından değil, daha çok Amerikan Merkez Bankası’nın piyasaya
dolar sürme politikalarındaki dalgalanmalardandır.
*
İç piyasada dolar neden yükselir?
Türkiye ekonomisine sadece belirli kaynaklardan döviz girer.
-İhracat dövizi
-Yabancı sermaye girişi (yabancıların memleketlerden kaçarken
getirdikleri paralar dahil)
-Dış borçlanma
Türkiye’nin bu kaynaklardan sağladığı dövizler oldukça sınırlıdır ve bu
sınır artık ihtiyaçlarımıza yetmemektedir.
Nedenini hepimiz biliyoruz:
-İhracat daralmıştır, Avrupa krizdedir artık çok fazla mal almamaktadır,
etrafta ticari işbirliği yapacak “dost” ülke kalmamıştır, müşteriler
başka taraflara yönelmişlerdir ve saire…
-Yabancı sermaye girişi durmuş hatta geriye dönüş başlamıştır, çünkü
adamlar bizim memleketin ileri demokrasisine ve serbest piyasasının
işleyişine bir türlü akıl sır erdirememişlerdir.
-İhtiyaçlar azalmazken dış borçlanma imkanları giderek daralmakta,
alınacak borcun şartları ağırlaşmaktadır. Malum kavgalı eve kız
verilmediği gibi kavgalı memlekete kolay kolay borç para da verilmez.
Dolayısıyla elimizdeki dolarımız giderek “kıt”laşmakta, kıtlaştıkça da
her kıtlaşan mal gibi onun da fiyatı artmakta, “kıymetlenmektedir.”
Kur artışı dediğimiz de bu “kıymetlenme”nin rakamsal göstergesi değil
midir zaten?
Bizim ekonomide dolar giderek kıtlaşırken piyasamızda “dolara hücum”un
hız kesmesi için şu sıralar herhangi bir ümit de görünmemektedir.
Çünkü:
-İthalat hala yüksektir, iç piyasadaki yabancı tüketim mallarının,
hammaddenin, petrol ve doğalgazın, yabancıların kar transferlerinin
dolar cinsinden karşılanması için hep dolarla ödeme yapmak gerekmekte
ama önümüzdeki günlerde bu ihtiyacın azalması için hiç bir neden
bulunmamaktadır.
-Türkiye’ye yatırım, spekülasyon ya da “sığınmak için” giren sermaye,
artık buradaki havalar da çok değişken hale geldiği için, elindeki para
ya da servetini dolara dönüştürerek geri çıkmaya başlamıştır. Bu durum
kolay kolay kaldırılamayacak düzeyde, büyük bir dolar talebi
yaratmaktadır.
-Türkiye’deki özel sektör dışarıya devletten daha fazla borçludur.
Ülkenin koşulları dolayısıyla özel sektörümüzün mevcut kredilerini
yenileme imkanları daralıp, doların fiyatı yükselirken; bir an önce bu
borçlarını, borçlarının faizlerini karşılayabilmek amacıyla, bazen bu
borcu bir an önce ve kurlar daha fazla yükselmeden kapatabilmek amacıyla
özel sektör de iç piyasaya girmekte ve imkanı ölçüsünde dolar satın
almaktadır.
-Bu arada Türk halkı da, kendi tasarruflarını dolar cinsinden korumak
amacıyla piyasaya girmiştir. Türkiye’de zaten kıt olan iç tasarruflar,
bankalarda TL mevduat olarak tutulduğunda faiz elde etmek bir yana,
enflasyon dolayısıyla giderek anaparasından eksilmekte olduğundan dövize
ve şu anda diğer dövizlerden daha hızlı yükseldiği için dolara kaymakta,
piyasanın bir başka nedenle yeni alıcıları oluşmaktadırlar.
İşte durum bu kadar basit ve döviz fiyatlarını analiz etmek hemen hemen
pazardaki domates fiyatlarındaki hareketleri anlayabilmek kadar
kolaydır.
Ne dersiniz?
Bu işin bu şartlarda nereden gelip nereden gideceği belli değil mi?
Öyle IMF’in, Dünya bankasının “rahle-i tedris”inden geçmişlerden falan
akıl almaya gerek kalmadan, ama sadece bu ekonomiyi düzeltmek, önceliği
bu ülkenin insanlarının çıkarına vermek için doğrudan “bizim” ve önce
kendimiz için yapmamız gereken işler apaçık belli değil mi?
|
|