|
|
“Oynatmaya az
kaldı doktorum nerde?”
Günün herhangi bir
saatinde, ne zaman bilgisayarımı açıp internete bağlansam, ilk merak
ettiğim şeylerden biri de döviz kurları oluyor bu son zamanlarda…
Gerçi döviz aynen fırtınalı denizde dolaşan ceviz kabuğu misali ufak bir
sandal gibi; bir inip bir çıkıyor ama, bu “iki yukarı-bir aşağı”
hareketlerde genel gidişat hep ileriye, yukarıya doğru.
Herkes dikkatini günlük siyasete toplamışken kurlardaki bu çalkantılar,
ülkede pek de beklenmeyen bir nedenle sürprizler yaratacak; bir anda
ekonomide ve ardından da mutlaka siyasette umulmadık ve önemli bir kaosa
yol açacak gibi.
Siz bu yazıyı okuduğunuz sıralarda, şimdi benim ekranda gördüğüm dolar
kurundaki 2.49 rakamı, üç aşağı beş yukarı oynayacak olsa da genel
gidişat pek değişecek gibi görünmüyor.
*
Türkiye’de insanlar uzun süredir maalesef siyasetin yapay ya da yüzeysel
tartışmaları ile oyalanıyor.
Aslında belli ki “siyaset” o küreselliği dolayısıyla bizimkilerin de
bağlı olduğu ekonomi denizlerinin yüzeyindeki kıpırtılardan ibaret
değil.
En azından gidin bakın İstanbul Boğazı’na… yüzeyde her zaman irili
ufaklı dalgaları görürsünüz ama, suyun altında daha farklı bir hareket,
zaman zaman Karadenizden Akdenize, Akdenizden Karadenize doğru büyük
nehirler misali güçlü akıntılar vardır…
Dalgalar o suları ancak olduğu yerlerde çalkalarken derin sular alttan
başka üstten başka denizlere sessizce akar gider.
Kuzey Atlantik’ten başlayıp İngiltere’ye ulaşan Gulf-Stream, Kuzey
Kutbundaki Grönland’dan Güneye doğru inen Labrador akıntıları da öyle
değil midir?
Ve bu akıntılardır ki yüzeyde pek öyle ahım şahım dalga bile yapmazken
sahillerini yaladıkları bütün ülkelerin iklimlerini değiştirirler.
İşte ekonominin o pek göze görünmeyen akıntıları kendi tabiatlarına
uygun olarak, ulaştıkları her ülkenin siyasetini etkiler; bazı yapıları
yıkar ya da bir şeyleri hızla yapılandırırlar.
*
Türkiye, 1944-46’larda yani İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelen
yıllarda Atlantik’ten gelen etkiyle oluşturdu son altmış yetmiş yıllık
siyasetini.
Büyük savaştan perişan çıkan Avrupa ile birlikte, zaten belini tam
doğrultamamış bizim ülkemiz de o günlerde Amerika’nın güçlü akıntısına
kapıldı.
Marshall Planı’na göre sanayi kurmaktan vazgeçilecek, artık demir
yolları inşa edilmeyecek, devletçilik yapılmayacaktı. Karayolları
yapımına, daha ucuz olan(!) kamyon taşımacılığına önem verilmeli,
madenler işlenmeden satılmalı ve bir tarım ülkesi olunmalıydı.
Bu ekonomik akım kısa zamanda iktidarı devletçi, halkçı, ulusalcı
CHP’den aldı DP’ye verdi. Çünkü büyük patronun tercihi ile tarımın öne
çıkarılması ve alınan tarımsal destekler o güne kadar sıkıntıda olan
köylüyü kuvvetlice DP’ye yöneltmişti.
Bu gidiş bir ara döneme rağmen Adalet Partisi ile 1980’lere kadar sürdü.
Çok öncelerden başlamıştı ama 1980’lerde ekonominin büyük denizlerinde
bu kez “küreselleşme akıntıları” güçlendi.
Küresel dediğimiz; dünyanın henüz girilmemiş pazarlarına giren, oraları
da pazar edinmek, gittiği yerlerdeki yapıları kendine göre düzenlemek
isteyen bu akım, işte o yıllarda coşmaya başladı ve bizde ANAP’ı
iktidara getirdi.
Tabii o akımla gelen iktidar da içeriden içeriden onun önünü açmayı
görev bildi.
“Devlet işletmecilik yapmaz, her şey özelleşsin” dendi,
“Benim vatandaşım işini bilir” dendi,
“Borç adama verilir” dendi” falan…
Atlantiğin küresel akıntısı, ikibinli yıllara doğru Ortadoğu’ya ilgisini
her zamankinden daha fazla arttırıp dümeni bu yörelere kırınca, o akımın
kendine gerekli olan siyaseti de bölgeye hakim olmaya başladı: AKP
iktidar oldu.
Artık hem küreselcilik hem dincilik ön plana çıkmıştı, gayrısına pek
şans yoktu.
*
Ancak bu günlerde sular bir garipleşti, akıntılar birbirine karışmaya
başladı büyük denizlerde.
O akıntılardaki değişiklikler bizim ekonomimizi bir şaşkınlık, bir
karambol içine soktu. Tabii onun doğal sonucu siyaseti de…
Denizlerimizin bir ara süt limanlığına bakıp bunu kendi denizciliklerine
bağlayanlarla kendini hep böyle bir denizde yüzeceğine inandırmış
kitleler şimdi hayli şaşkın…
Hele siyasetin iyi kötü bir ekonomik bakış açısı ile değil de günlük
lafazanlıkla yönetilebileceğini düşünenler daha da şaşkın.
Dövizdeki şimdiki değişim aslında ekonominin engin sularındaki
akıntıların bu günlerdeki yön değişikliği işaretlerden başka bir şey
değil; tabii önüne katıp sürüklediği siyasetin ve bazı siyasi yapıların,
dolayısıyla bu yapıların siyasetçilerinin değişeceğinin de…
*
Durum genelde böyle gelişiyorsa çare ne?
Başlıktaki şarkıda da öyle diyor zaten; “Oynatmaya az kaldı, doktorum
nerde?”
Siyasetini ve siyasi geleceğini o engin denizlerdeki akıntılara bırakmış
olanlar için yapacak fazla bir şey yok. Sular kendilerini bundan sonra
nereye sürükleyecekse o tarafa gidecekler şüphesiz.
Ama yine de bir şeyler yapmak, o akıntılardan kurtulmak isteyenlerin
gerçekten bir doktor arayışı varsa, -ki her zaman ve her şeye rağmen
var- şimdi “aman doktorum nerede” telaşındalar.
Fakat ne yazık ki şimdilik yakınlarımızda ekonominin o sularından
anlayan; bel bağlayıp geleceğimizi teslim edebileceğimiz bir doktor da
yok; ortadaki doktorların “iyi gelir” diyebileceği bir reçeteleri de yok
gibi görünüyor.
|
|