"Partizan” gibi hissedip partili olarak yaşamak



Nedir Partizan?
Şimdi Sırbistan sınırları içinde kalmış olan Belgrad şehrinin o ünlü futbol takımı mı?
Milis ya da sivil savaşçı mı?
Bir partinin ateşli taraftarı mı?
Hepsi de olabilir ama; tarihsel olarak bakıldığında daha çok, işgal altında kalan ülkesini savunmak için gönüllü olarak mücadeleye katılan, düzenli ordunun dışında ve geri planda aynı amaç için bir nefer gibi çalışan, halktan biri…
“Üzerine vazife” verilmemiş fakat kendini bu konuda görevli saymış, içinden gelen duygularla hareket edenr ve elinden gelen her türlü fedakârlığı yapan ya da yapmaya hazır yurttaş.
O ya da bu partinin militan taraftarlığı da değil, bir inancın savunuculuğu daha çok…
Tarih boyunca; iç savaşı sırasında Amerika’da, Binsekizyüzlerin başında Napolyon’a karşı Çarlık Rusyası’nda, İkinci Dünya Savaşında Ukrayna’da, Beyaz Rusya’da, Nazilere karşı Almanya’da, faşistlere karşı İtalya’da, Yugoslavya’da ve daha pek çok yerde; daha doğrusu savaşın ve işgalin olduğu her yerde var olmuş hep partizanlar…
Neden?
İşgal altında “sinik” oturmak, “bu da geçer yahu” deyip işi gidişine bırakmak varken niye bu cesaretli çıkışlar?
Bu ancak ve ancak bir davaya ölümüne inanmaktan, bu inançlı yüreğinin baskısına dayanamamaktan başka bir şey olabilir mi?
Olamaz tabii.
“Nizam”ın çare olmadığı ya da yetmediği yerde birden çok kişi o nizamın dışında yani “gayrı nizami” ama aynı duygularla birlikte hareket etme ihtiyacı duyuyorsa, oradaki bu “aynı”lığı, o bambaşka nizamı sağlayan kuvvetli bir ortak duygunun var olduğunu kabul etmek gerek her halde.
*
Ama ne tuhaftır ki “partizan” aynı zamanda “çok sıkı partici” “her şeyi partisine yontan” “takım tutar gibi particilik yapan” “siyasi kankalık” anlamında da kullanılıyor.
Genellikle iktidar partililere yöneltilen suçlamadır:
-Partizanlık yapma!
Peki kimilerini de “bu tür partizanlığa” sevk eden şey nedir acaba?
Yukarıda anlattığımız “partizanlık “ ile ismi dışında benzerliği ya da benzemezliği ne olabilir?
Örneğin “heyecan” açısından.
Birinci anlamıyla partizanlık neredeyse tamamen heyecandan, bir duygu selinden kaynaklanırken, görüyorsunuz ki ikinci anlamında o heyecan bitiyor ve yerini çıkarcılığa bırakıveriyor.
Zaten “takım tutar gibi” tanımlaması da bunu anlatmıyor mu?
“Takım” ne yaparsa yapsın ama içinde benim de olduğum “takım” kazansın, her şey ona, dolayısıyla bana yarasın.
Ona yarasın tamam da “Peki o kime yarıyor?” diye düşünmek gerekmez mi?
Dolayısıyla bu iki partizanlıktan birincisi yüreğin sesiyle hareket ederken ikincisi daha çok takım çıkarına ve dolayısıyla o takımdan olanların çıkarına bir tavır halini alıyor.
*
O zaman sormak lazım:
-Hangi partizanlık?
Bir ülkeye, bir halka karşı yürütülen zulme, işgale karşı ve kendisi için bir şey beklemeden, bütün imkanlarla özvericilik anlamındaki partizanlık mı? Yoksa hakim durumdan istifade ile hep bizim takıma, dolayısıyla bize, bana türünden “çıkarcı” partizanlık mı?
*
Savaş zamanında her şey açıkça ortadadır. Kimin ne tarafta olduğu kolayca anlaşılır da; ortalığın nisbeten sakin olduğu “sözde barış” zamanlarında bu işler ve tarafları, yani kimin hangi tür partizanlık içinde olduğu pek kolay seçilemez.
Çünkü savaşlar “sıcak” çatışmalardır, ya o tarafta ya bu taraftasınızdır. Dost düşman açıkça ortadadır. Savaşla aynı kapıya çıkar ama bir toplumun siyaseten ve ekonomik olarak işgalinde; eğer açık bir savaş olsaydı içinden nice partizanların çıkması beklenen sıradan insanlar aynı açıklıkla durumun farkına varamayabilirler.
Hatta siz de kimin hangi niyetle kime çalıştığını, kimin kimden yana olduğunu fark edemeyebilirsiniz.
Örneğin adam çıkıp çıkıp bağırır:
-Ben bu partim için ölürüm, kimseye laf söyletmem!, kafamı kesseler… falan filan.
Böylesi bir çıkış acaba hangi tür partizanlığa girer?
Ülke ve halkın geleceği için özvericiliğe mi, parti üzerinden çıkarcılığa mı?
*
Söylediğimiz gibi; savaş halindeki partizanlık tamam da, barış zamanı ve parti üzerinden partizanlıkta, bu tür söylemlerin ne anlama geldiği ya da neye hizmet ettiğini anlamanın yolu galiba o sahip çıkılan partinin ne yolda olduğudur.
Bakılır orada kimlerin kimlerle bir arada olduğuna. Kimlerin kimlere göre daha muteber sayıldığına. Çıkan tablo her zaman oradaki “parti”zanlığın türü hakkında “iyi” “kötü” bir fikir verecektir.
“İyi” fikir tamam da; ya “kötü” fikir oluşursa ne yapılmalı?
Yürekten partizanlar çıkarcı partizanlarla karşılaştığında yüreklerindeki o heyecan tükenir mi?
Tükenmez tabii.
Partizan, savaşta da partizandır barışta da. 
Mücadelesi öyle de olmalıdır, böyle de sürmelidir. Çünkü açık işgallerin bitmesi siyasi-ekonomik işgallerin olmayacağı anlamına gelmez; hatta işi daha da inceltir.
Çünkü gerçek partizanlık “düzen”in yeterli olmadığı, işgalle mücadelenin mevcut düzene bırakılamayacağı zamanlarda daha çok önem taşır ve bazen o düzenleri bile aşmak zorundadır.
Gerçek partizanlara buradan selam olsun…