|
|
"Tünel-i Bahri"
kimin projesiydi?
Marmaray’ı kullanmak için Sirkeci istasyonunun içinden geçenler, duvarda
Marmaray’ın 1860 yılında Sultan Abdülmecit ve daha sonra Sultan
Abdülhamit’in “projesi” olduğunu gösteren kocaman
bir pano görürler.
Bu proje günümüzde de, onların 150 yıllık rüyası olarak anılır,
anlatılır.
Merak ettim:
Acaba o yıllarda Sultanların böyle bir “Proje” merakları olabilir
miydi?
Devletin böyle bir projeyi finanse edecek durumu var mıydı?
Yoksa bu proje o sırada bazı yabancıların “Size bir Tünel-i Bahri
yapalım” diyerek padişahlara kabul ettirmek istedikleri Yap-İşlet türü
kendi ticari projeleri yani bir “imtiyaz” talebi miydi?
Gelin işin aslını Osmanlı’nın o dönemlerdeki yapısını bir bilim adamı
olarak araştırıp, çalışmasını yine bir bilim dergisinde yayınlatmış olan
birinden; kısa süre önce kaybettiğimiz Prof.Dr. Murat Şeker’in kısmen
aşağıya aldığımız makalesinden öğrenelim:
OSMANLI DEVLETİNDE MALİ BUNALIM VE İLK DIŞ BORÇLANMA
Murat ŞEKER (*)
…..
Batıda Sanayi Devrimi ile gelişen üretim kaynaklarına karşın Osmanlı’da
sanayileşme çabalarının olmaması ekonomik gelişmeyi olumsuz etkilemiş ve
dışa olan bağımlılığı artırmıştır.
“Avrupa’da meydana gelen bu aşırı sermaye birikimi sonucu Fransız ve
İngiliz yatırımcılar fazla paralarını yatıracak karlı alanlar
aramaktaydılar.
Osmanlı borçları da buna elverişli bir ortam hazırlamıştır” (Falay,
1989: 80).
Sonuçta Batı kapitalizminin temsilcileri olan Avrupalı ülkeler, Osmanlı
Devleti üzerinde kendi ekonomik ve mali yapılarını kolay bir şekilde
nüfuz ettirerek, hem ürettikleri malları hem de nakdi sermayelerini
Osmanlı’da değerlendirme fırsatını bulmuşlardır.
Bu aşamada nakite ihtiyacı olan Osmanlı ile sermaye ihraç etmeye çalışan
Avrupa arasında ekonomik bir tamamlama oluşmuştur. Böylece Osmanlı ile
Avrupa ülkeleri arasındaki borç alışverişi dönemi başlamıştır (Gürsoy,
1984: 26- 27).
………
Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa ile Rusya’ya karşı
birlikte girdiği 1854 Kırım Savaşı sırasında Avrupa sermaye piyasasından
savaş
giderlerini karşılamak için ilk dış borçlanmayı gerçekleştirmiştir.
İç kaynakların yetersizliği sonucu başvurulan dış borçlanma, Osmanlı
ekonomisinin ve mali yapısının yeni bir sürece girmesine yol açmıştır.
Dönemin idaresinde bulunan Sultan Abdülmecit, 4 Ağustos 1854’te 5 milyon
İngiliz liralık (5,5 milyon Osmanlı lirası) bir borçlanma anlaşması için
hükümete yetki vermiştir. Bu borçlanmanın ihraç fiyatı yüzde 80, faizi
yüzde 6, yıllık itfa bedeli ise yüzde 1’ dir.
Borçlanma için yıllığı 300 bin Osmanlı lirası olan Mısır Vergisi
karşılık gösterilmiştir. Ancak anlaşma sırasında hükümet seçme hakkını
kullanarak 5 milyon yerine 3 milyon İngiliz lirası borçlanmıştır (Öner,
2005: 338).
1854’teki ilk dış borçlanmayı, 1855 yılında ikincisi takip etmiştir. Bu
sefer borçlanılan miktar 5 milyon İngiliz lirasıdır.
Borçlanmaların devam etmesinin nedenleri önceden de bahsedildiği gibi
ülkenin ekonomik ve mali yapısında yaşanan sorunların kronik hale
gelmesi, devletin eski iktidar gücünün kalmaması, siyasi alandaki
etkinin yitirilmesi ve alınan borçların etkin bir şekilde
kullanılmayarak genelde lükse ve israfa dayandırılmasıdır.
Bu yüzden bu süreçte 1858 yılında tekrar borçlanmaya başvurulmuştur.
Devam eden süreçte İngiliz Ticaret Heyetinden Lord Hobart ve Mr.Forster
tarafından 1861 yılında hazırlanan “Türkiye’nin Mali Durumu Üzerine
Rapor” isimli rapor, tarihe Türk maliyesi hakkında düzenlenen bir
anlamda “İlk IMF Raporu” olarak geçmiştir.
Çünkü bu raporun içerdiği reform önerileri, günümüz Dünya Bankası ve IMF
raporlarına yapısal benzerlik göstermektedir. (Öner, 2005: 341-342).
1854 yılından 1876 yılına kadarki dönem Osmanlı borçlarının ödenememe
noktasına gelindiği bir dönemdir.
Bu dönemde genel itibariyle Osmanlı Devleti diğer ülkelerden daha yüksek
faizlerle ve büyük miktarlarda borçlanmaya gitmiştir. Alınan borçların
büyük kısmı cari harcamalara, saray yapımlarına, donanmanın
genişletilmesine ve bürokratların maaşlarının ödenmesine kanalize
edilmiştir.
Ekonomik hayatı canlandıracak etkin yatırımlara, mali gelirleri
artıracak çalışmalara kaynak ayrılmamıştır. Böylece ödenemeyen borçlar
yeni borçlanmalara neden olmuş ve bu durum Avrupa sermayesi lehine olan
gelişmelere yol açmıştır. Çünkü Avrupa para piyasalarındaki tüm kesimler
için, Osmanlı artık spekülatif hareketlerin rahatça yapılabildiği ve
alınan tahvillerden yüksek faizler elde edildiği bir ülkedir. Büyük
bankalar ve spekülatörler borçlanma sürecini kısır bir döngüye çevirmiş
ve borçların ödenemez duruma gelmesine neden olmuşlardır. Zamanla yeni
borçlanmalara başvuramayan, borç bulmakta zorluk çeken Osmanlı Devleti,
1875 sonbaharında borç ödemelerini yarı yarıya indirdiğini açıklamıştır.
1876 yılına gelindiğinde ise, dış borç demelerini durdurduğunu ilan
etmiştir (Pamuk, 2005:230-231).
Bu dönemde bazı mali ıslahat hareketlerine girişilmiştir. 1862’de mali
bunalımın sonucunda Abdülaziz’in Fuat Paşa’yı Maliye Bakanlığına
atamasıyla bir mali ıslahat programı hazırlanmıştır. Hazırlanan program,
devlet bütçesinin hazırlanıp her yıl yayınlanmasını, harcamalarda
tasarrufa gidilmesini, yeni gelir kaynaklarının bulunmasını, kağıt
paranın kaldırılması ve devletin düzenli olmayan borçlanma yapısının
tasfiyesi için iç ve dış borçlanmaya gidilmesini içermekteydi. (Karal,
1956: 226)
Ayrıca bu kararların haricinde sivil ve askeri memurların maaşlarında
indirimlere gidildi. İndirimler kara ve deniz kuvvetlerinde uygulandığı
gibi özellikle yüksek maaşlı personeli de kapsıyordu. (Angelhard, 1912:
254)
Ancak alınan ıslahat kararlarına rağmen borç sorunu ve mali bunalım
giderilememiştir.
Öte yandan mali sistemin idaresi incelendiğinde görülmektedir ki, Maliye
Nazırlarının sayısı 15 yılda 19’a yükseltilmiş ve çoğu Osmanlı
Devleti’nin borçsuz yaşayamayacağı düşüncesiyle hareket etmiştir.
Böylece gerçek anlamda mali ıslahat hareketlerine
gerçekleştirilememiştir. (Açba, 1995: 77)
İmparatorluğun 1854’te aldığı ilk dış borç, 20 yıl sonra ödenemez bir
borç yükü haline ulaşmıştır. Bir zamanlar geleneğe aykırı diye
reddedilen dış borçların, zaman içerisinde alınarak ödenemeyecek yüksek
boyutlara gelmesi düşündürücü bir gerçektir. Bu gerçeğin oluşmasında
yukarıda bir kaç yerde de bahsedildiği üzere hatalı idari uygulamalar,
konjonktürel ve siyasi gelişmeler ile dış ülkelerden gelen etkilerin
payı büyüktür. Ancak geleneğinde borç almanın olmadığı bir ülkenin,
borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesi üzerinde durulması gereken önemli
bir olaydır.
-----------------------------------------------
(*) Kısa süre önce kaybettiğimiz Prof.Dr.Murat Şeker ‘in İstanbul
Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Maliye Böl., araştırma görevlisi olduğu
dönem makalesinden - Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, Cilt 8, Sayı 2, 2007
|
|