|
|
Sosyal demokrasinin
solculuğu
ve "sehavetin endazesi"
“Sehavetin endazesi olmaz” sözünü birilerinden duymuşsunuzdur mutlaka.
Yani; “cömertliğin ölçüsü olmaz”.
Soruyorsunuz:
-Arkadaş ne kadar cömert?
-Şu kadar!
-Peki daha fazlası?
-Yok canım, o kadar da değil; onun cömertliğinin de bir sınırı var.
Eskiler İşte böyle durumlara itiraz ediyorlar:
Ölçülü cömertlik olmaz!
Cömert dediğin, elinden geldiği kadar cömertlik gösterir.
Sınır koyarsa o zaman onun adı cömertlik olmaz.
Yani “az cömertlik” cömertlik değildir.
Namusluluk, ahlaklılık gibi mesela.
-“Arkadaş namusludur, ahlaklıdır ama belli bir yere kadar”
-Yani sen şuna “bir yerden sonra ne yapacağı belli olmaz” falan gibi
desene…
*
Lafı biraz dolandırdık ya; gelelim sosyal demokratik solculuğun
endazesine.
-Solcu muyuz? Yani halktan, emekten, ezilenden yana mıyız?
-Efendim tabii ki halktan da emekten de yanayız ama yerli-yabancı
sermayeye de karşı değiliz, IMF ve Dünya Bankası da makbulümüzdür,
özelleştirme de olmalı.
Hatta kapitalizme uyum sağlamalıyız; o uyumu hele bir sağlar da iktidar
olursak yabancı sermayenin önünü de biz açarız, işçinin hakkını da biz
koruruz…
-Yani “o kadar da solcu değiliz; hem emekten yana hem sermayenin
yanındayız” mı demek istiyoruz?
-E tabii, solculuğun da bir ölçüsü olmalı değil mi? Malum; sınırsız
solculuğun sonu başka yerlere gider.
-O zaman sizin sosyal demokrasiniz sınırlı bir solculuk mu?
-Eh…
-Ne kadar?
-Valla mesela biz Nazım Hikmeti de severiz, Deniz Gezmişi de anarız…
Ama solculuk dediğin zaman, o iş duruma göre değişir. Malum; “kitle”
içinde her düşünceden insan vardır . Sağcısı vardır, liberali vardır,
demokratı vardır. Yani “kitle”de herkes vardır. Siyaset de biraz
esneklik gerektirir, şartlara bakmak lazım; “gerçekçi” olmak lazım…
-Hangi gerçek bu?
………….!
*
Ne dersiniz?
Siz solculuğu sınırlı olan bir görüşe “yani halkçılığı ve emekten
yanalığı sınırlandırılmış hatta o sınırı da hayli değişken bir siyasete
“sol” diyebilir misiniz?
Haydi eskilerin diliyle söyleyelim:
“Halktan ve emekten yanalığın yani solculuğun endazesi olur mu?”
-Olmaz!
Olmaz çünkü halktan yanalığın, emeğe taraf olmanın “azı”, “orta
şekerlisi” olmaz.
Hele de yelkenleriniz alabildiğine küresel sermayeye açılmış, biz
devletçi değiliz denip stratejik sektörleri yabancılara teslim edilmiş,
ekonomisi ve siyaseti kapitalizmin küresel kurumlarına bağlanmış, yarı
sömürge bir düzene kanat açılmışken.
Kısacası memlekette her şeyin freni patlamış,“vahşi kapitalizm” hüküm
sürerken.
Siyasette bu iş çok laf kaldırıyor ama; haydi günlük hayattan anlaşılır
bir örnek verelim;
Birisi size ben “az Fenerbahçeli”, ya da “az Galatasaraylı, az
Beşiktaşlıyım” dese adamın hangi takımı tuttuğunu, kimin taraftarı
olduğunu anlayabilir misiniz? Karşınızdakinin “takım”cılığına nasıl
bakarsınız?
“Sen galiba hiçbir takımdan değilsin be kardeşim” demez misiniz?
Siyasetin takımcılığı da bu mantığa dayanır.
Biraz ondan, biraz bundancılık basbayağı hiçbir şeyden yana olmamaktır
siyaset sahasındaki karşılaşmalarda.
*
Şimdi “Tamam da, bu vahşi kapitalizmin kucağında siyaset yaparken her
gönlümüzden geçeni istemek ne kadar gerçekçi olabilir ki” de
diyebilirsiniz.
Cevap verelim:
Sosyal demokrasi denen siyaset, masaya “bize bu kadar halkçılık, emekten
yana olmak yeter” diye oturmak yerine; acaba biz bu düzeni ne kadar sola
zorlayabilir, çekebiliriz diye gayret edip de sonuçta “ulaşılan nokta”
değil midir?
Bize göre aynen öyle.
Piyasada güçlünün güçsüzü, sermayenin emeği fırsat bulduğu ölçüde
ezdiği, “vahşice” sömürdüğü bir düzen yürürken siz buna “karşıyız”
diyecekseniz; elbette ki göstermeniz gereken tavır, o vahşi kapitalizmi
itidale davet etmek, taviz beklemek, biraz daha insaf demek değil;
“karşısına dikilmek”tir.
Hani Tevfik Fikret, “Hakikat güneşi fikirlerin çatışmasından doğar”
anlamında “Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar” demiş ya; işte
sosyal demokrasi denen denge de emek ile sermayenin karşı karşıya
gelmesinden, birbirlerine “karşı” tavırlarından doğar.
Yani sosyal demokrasi, “ne şiş yansın ne kebap” anlayışı ve “oradan da
oy alalım buradan da” taktiğiyle yapılan “melez” siyasetin değil, solun
kapitalist düzene karşı ilerleyip de belirli bir an için gelebildiği son
aşamanın adıdır.
Zaten bu nedenledir ki, dünyada sosyal demokrasi dendiğinde kapitalist
düzenle solun hangi noktada dengeye gelmesinin “makul” sayılabileceği
konusunda bir belirleme de yoktur.
Sosyal demokrasinin “fotoğrafı” işte bundan dolayıdır ki, her ülkede
birbirinden farklıdır; vahşi kapitalizme karşı, solu kuvvetli olanın
yarattığı sosyal demokrat tablo farklıdır, işi gevşek tutanınki başka…
Sosyal demokrasi, herhangi bir anda solun kapitalist düzene karşı aldığı
mesafenin de adıdır aslında. Asla gidilecek son durak ya da “miktar-ı
kafi” ya da “buraya kadar” ölçüsü değil.
Bir miktar-ı kafi koyar “bu kadarı karar, fazlası zarardır” der, onu
ulaşılacak nihai hedef kabul eder, sonra da bu hedefi günlük siyasetin
rüzgarlarına göre bir de “iki ileri bir geri” alırsanız; siyaset
çizginiz netleşemediği gibi arkanızdaki kitleler de neye inanacağını,
neyi savunacağını, nereye gideceğini bilemez.
Bir o yana savrulurlar bir bu yana “vesselam”.
|
|