Uçurumun kenarındaki Türkiye’de neden siyaset üretilemiyor?



 Biraz abuk subuk gibi gelecek ama; şunu hiç düşündünüz mü?
Acaba “yumurtlama”nın nasıl bir şey olduğunu bir tavuk mu yoksa bir veteriner mi daha iyi bilebilir?
Bu soru karşısında, “Tavuk dediğin sadece yumurtlar, onun neden ve nasıl oluştuğunu, yapısını, ne olduğunu bilemez” de diyebilirsiniz; “Hayatında hiç yumurtlamamış olan bir veteriner bu işi nasıl olur tavuklar kadar bilebilir” de…

Bu ilginç karşılaştırmayı siyaset için de yapmak mümkün:
Acaba siyasetin doğrularını ve yanlışlarını ve de kabaca ne olması gerektiğini en iyi, işi her gün siyaset yapmak olanlar mı bilebilir yoksa bu konulara iyi kötü ilgi duyan ama her an o günlük siyasetin içinde olmayan kitleler mi?
Ne dersiniz?
*
Türkiye’nin bu günkü hali malum…
Bu işlerin şimdiki siyasetçiler eliyle nasıl düzeleceği ya da neden düzelemeyeceği konusundaki düşünceler herkesin dilinde.
Siyasetçi anlatıyor; “Burası partiyse önce disiplin olacak, çatlak ses çıkmayacak, alınan kararlara uyulacak.”
Alt siyasetçiler sus-pus.
Halk endişeli: Ah şöyle benim istediğimi bir yapsalar da ölümüne hep arkalarında olsak diyor.

Merak ediyorum, liderler ve yakın çevreleri sürekli kamuoyu yoklamaları yaptırırken acaba ara sıra da kendilerini sorgulatsa, üstelik kendine oy verenlere “Nasıl, bizden memnun musunuz, bizim bu işi istediğiniz gibi götürdüğümüze inanıyor musunuz?” sorusunu sordursalar; acaba nasıl bir sonuç alırlar, sonra da bu sonuç karşısında nasıl bir bir tavır takınırlar?

Bilemiyoruz tabii.
Ama bu durumda ne olacağını tahmin edebilmek için önce o siyasilerin özenle, isim isim kendi seçtikleri delegelerinin tercihlerini düşünün, sonra da tabanın; yani kendilerine oy vermesi, umut bağlaması beklenen sade yurttaşların vereceği yanıtları siz kendiniz hesaplayın.
İnanıyorum siyasette tabana indikçe bu memnuniyetsizliklerin kat be kat arttığı görülecektir.
*
Siyasetçi bunu hissetmez mi?
Hisseder elbette.
Peki ne yapar?
Bu konuda bir değerlendirme yapmayıp sadece olan biteni söyleyelim: 
“Şimdi ne yapıyorsa tabii ki onu”
Yani “Aman bunu kimseler bilmesin” der.

Ya sokaktaki halk, partili insan, sempatizan?
Onlar siyaset hiyerarşisinin herhangi bir kademesinde olmadıkları için ancak tek bir şey yaparlar:
Sözde asıl belirleyici onlardır dendiği halde kendi beklentilerini tüketirler, umutsuzlaşırlar, giderek de bu işlerden uzaklaşırlar.
Çünkü siyasetin kalesini ele geçirenler ilk andan itibaren kendi kalelerinin etrafına derin hendekler açmaya, yüksek duvarlar örmeye başlamış, kulelerine gözcülerini dikmişlerdir.
Ve… sözüm o siyasetçilere, bu 76 milyonluk memleketin anaları, kolay kolay onlar gibi birilerini doğuramamaktadırlar.
Çoğu zaman tabanlarından çekinseler ve -kaybetmemek için- kendilerini seçecek olanların listelerini itinayla düzenlemek zorunluluğunu duysalar bile “bu memlekete lazım olduklarını” düşünürler.
Bu “lazime”yi mümkün olduğunca uzun bir süre yerine getirebilmek için de kulaklarını tabandan değil, yukarıdan gelen sese dikerler.
*
Bu günlerde sade yurttaşın yüreğini  her an ağzına getiren olaylar yaşanırken, şu siyaset meydanında insanların kendi düşüncelerinin temsil edildiğini gördükleri, “Gerekeni yapıyorlar, içimiz rahat” dedikleri siyasi kadrolar mı vardır; yoksa “Dur bakalım yarın ne yapacak” diye endişe ile izlenenler mi?
Maalesef, bu günün koşullarındaki -sözüm ona- demokrasi, bu yüreği ağzında toplumun geleceğini “ben bilirim” diyen birkaç siyasetçinin o günkü kestirilemez tercihlerine bağlamıştır.

Oysa sıkıntının büyük, kaosun hakim olduğu böylesi zamanlarda siyasette uzun vadeli politikalar ve vizyon gereklidir.
Demokrasi, tabanın seçip göreve getirdiği siyasetçilerin ne yapacağının, ne diyeceğinin aşağı yukarı belli olduğu düşünülen rejimin adıdır.
Partiler bu nedenle sağdan sola uzanan siyasi yelpazenin çeşitli açılarında “aynı görüşte anlaşmış” insanların bir araya geldiği topluluklardır.
Parti programları aslında siyasetteki “anasözleşme”lerdir.
Parti liderleri bunun için önemli kararlarını parti meclislerinden geçirmek zorundadırlar.
Ve siyasi partiler kendi “siyasi programlarını” uygulamak, “hedefledikleri toplumsal düzeni” gerçekleştirmek için faaliyet gösterirler denir.
“Birilerinin inadına siyaset yapmak, düşmanının düşmanı ile dost olmak için” değil.
Çünkü “inadına siyaset” güden partinin gündemi, asla kendi belirlediği gündemi değil, aslında karşısında olduğu siyasetin belirlediği gündemdir.
“Günlük” yapılan siyaset, karşı partilerdeki “mevkidaşlar” ile çekişme, sen öyle dedin ama ben böyle diyorum” siyasetini aşamaz.

Onlar “onu söyleyene” “biz de bunu” söyleriz, bunu savunuruz demek başta kendi gündemini kenara itmektir, hatta bazen uzlaşılabilecek doğruları bile ıskalamaktır, daha doğrusu “siyasetsizlik”tir.
“Böyle yapılmalı” değil, “Senin yaptıklarına karşıyız” siyasetidir;
“Olması gereken bu” siyaseti değil, karşı tarafların yaptıklarına “itiraz siyaseti”dir.
Vizyonu, perspektifi stratejisi yoktur; karşı tarafın “o gün” ne yaptığına, ne söylediğine kilitlenir.
O siyaset “taktiğe” odaklanır, “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” der, “şirazesinden” çıkar.
*
“İnadına siyaset” doğru bir siyaset midir?
Asla değildir. Çünkü o siyasette tartışmanın gündemi de çerçevesi de “karşı” tarafça belirlenmiştir. Siz ona cevap vereceğim, karşı çıkacağım derken asıl olması, söylenmesi gerekenleri gözden kaçırırsınız.
Diyelim ki ekonomi batıyor, işsizlik diz boyu ve bir sosyal demokrat parti olarak sizin gündemde tutacağınız asıl konu bu... 
ama karşınızdakiler çıkmış etnisite, inanç tartışıyor, ona buna çatıp her gün yeni bir polemik açıyor yani kendi sahasında top çeviriyorsa; sizin kendi yapmanız gereken, tabanınızın sizden beklediği siyaseti sürdürme, daima  onları gündemde tutmak değil midir?
“İnadına siyaset”in gündemi, günlük siyasetin içinde olmadığı halde bu halkın zaten iyi kötü izlediği, değerlendirdiği, işin nereye gittiğini bildiği siyaset değil midir? Halkın gözü önündekini tekrar tekrar tartışmak bir yenilik yaratabilir mi?
Hemen herkesin gözünün önünde dolaşan “kötü”yü, “yanlış”ı evirip çevirip dile getirip sürekli birilerini kötülemek midir “siyaset”, yoksa halkın beklentilerini gerçekleştireceği yeni bir düzeni anlatmak, proje ve programlarıyla, kadrolarıyla ona hazırlanmak mı?
Dikkat edin, halk artık bardağın yarısını kimin ve nasıl boşalttığını merak etmiyor, bundan sonra ne kadarının dolu kalabileceğine bakıyor.
Halk siyasetçi mi?
Değil tabii, onlar siyasetçi değiller ama siyasetten ne beklediklerinin pekala farkındalar.
Siyaset siyasiler için değil de onlar için yapılıyorsa söz hakkı da mutlaka onların olmalı.
Doğru siyaset de her zaman o geniş kitlelerden ve oralardan yukarıya doğru yükselmeli, yukarılardan aşağılara doğru ve zaman zaman şaşkınlık yaratarak değil.