|
|
Siyasette “çok güzel hareketler bunlar” ama
İzliyorum…
“Taşaronluğa son vereceğiz”
“İşsiz kimse kalmayacak”
“Herkes sigortalı olacak, evin hanımı alacak bizim kartı gidecek
markete…”
Nasıl? Güzel bir tablo geliyor gözümüzün önüne şüphesiz değil mi?
Ama altını da doldurmak gerekiyor bu vaadlerin.
“Hayatın gerçekleri” karşımıza dikilip soracak mesela:
-“Diyelim ki taşeronluğu resmen yasakladınız, şimdi taşeron aracılığıyla
yapılan bütün işleri; örneğin taşıma işlerini, park bahçe işlerini, çöp
toplamayı, itfaiye hizmetlerini ve daha ne kadar iş varsa hepsini
“taşeronsuz “ yapacağım” dediğinize göre bunların hepsini kamu
idarelerinin kendisi doğrudan mı yapacak? Taşeronsuz sistemde
çalışanların hepsi doğrudan devletin ya da belediyenin maaşlı elemanı mı
olacak?
Buna “evet” derseniz; artık her işi kamu kurumları kendisi yapacak,
örneğin parklardaki ağaçları kendi elemanlarıyla budayacağı gibi bu işte
çalışanların giyeceği tulumları da devletin ilgili kurumunun ya da
belediyenin memur terzileri dikecek değil midir?
“Evet aynen öyledir” diyorsanız devam edelim: Yani, devlet ve
belediyeler bu işler için ihaleler açmayacak, bu işte çalıştıracağı
elemanları “iş olsun olmasın” 12 ay çalıştıracak ve kadrolarını da buna
göre artıracaktır.
Buna da “evet” dedinizse bir adım daha ileri gidelim: Yani, Devlet ve
belediyeler bu işleri yapacak kadroları kurdu, başına ilk kademede
şefleri, şeflerin başına müdürleri, müdürlerin başına genel müdürlerini
atadı diyelim.
Peki atanan “memur” kadrolar bu işlerin gerektirdiği ve özel sektörün
uzun yıllar içinde edindiği mesleki deneyime, yaratıcılığa nasıl
ulaşacaklar, bunun cevabı var mı?
Yoktur tabii.
Çünkü taşeronluk sisteminin esası, kamu kurumlarının doğrudan yapamadığı
ve çoğu zaman ihtisas gerektiren işleri “o işin ehli” firmalara ihale
etmesidir.
Çünkü o ehilliktir ki kamuya işleri daha iyi ve daha ucuza yaptırmayı
sağlar.
“İyi ama o işin ehli firmalar işçiyi istismar ediyor” ve aslında
taşerona da bunun için karşıyız deniyor değil mi?
Peki o zaman söyleyelim bakalım; "işin doğrusu" bu piyasa düzeninde bir
işletmecilik modeli olan taşeronluğu kaldırmak mıdır yoksa ister
taşeron, ister özel sektörün bütün doğrudan işçileri için “insan onuruna
yakışan bir iş ortamı sağlamak, işçiyi sefalet ücretlerine mahkum
etmeyecek ciddi bir asgari ücret verdirmek , emeğinin haklarını korumak
mı?
“Hayır, ille de taşeronluk kalksın” o zaman her şey kendiliğinden
düzelir diyorsanız ya da bunu söyleyenlere gözü kapalı bel bağlıyorsanız
–kusura bakmayın ama- hayatın gerçekleri diyebileceğimiz bu piyasanın
gerçekleri ve işleyişi karşısında da avunuyor ya da avutuluyorsunuzdur.
Doğru çözüm, taşeronluğun kaldırılması değil, çağdaş bir iş hukuku
düzeninin kurulması, emeğin korunmasıdır.
Aksi halde -olmaz ya- siz taşeronluğu kaldırırsınız, sağlıklı bir iş
hukukunuz ve uygulamanız olmazsa özel sektördeki diğer çalışanlarına bir
şey getirememiş olursunuz.
Bir ekonomide özel sektör var ama çağdaş bir iş hukuku yoksa ya da olup
da uygulanmıyorsa o istismarlar taşeron olsa da yaşanacaktır olmasa da.
İşçinin şikayet konusu; kendini çalıştıran patronun asıl işveren,
taşeron ya da özel sektör olması değil, emekten yana bir düzenin
olmadığıdır.
Eğer biz emek sermaye dengesinde emekten yanayız deyip emekçiye mutlaka
bir şey vaad edilecekse sadece bir işletmecilik biçimi olan taşeronluğu
kaldırmak değil, emekten yana mevzuat ve emeği koruyan uygulamalar vaad
edilecektir.
Gayrısının içi boştur.
*
"Sıfır işsizlik" der gibi “Kimse işsiz kalmayacak” demek de güzel laf.
Ama bunu söyleyenlerin en azından şunu bilmesi ve ters bir soru
karşısında zor durumda kalmamaları gerekir: Ekonomi bilimi der ki,
mutlak yani sıfır işsizlik diye bir şey olmaz. En iyi ekonomide bile
yüzde 3-5 oranında işsizlik vardır.
Haydi, en azından işsizliğin bu düzeylere "indirileceğinin" vaad
edildiğini kabul edelim.
Unutulmasın ki, bir ekonomide işsizliği önlemenin yolu –bir zamanlar
dönemin başbakanının söylediği gibi- her işverenin yanına iki adam daha
almasıyla ya da açıkta kalanların devlet ya da belediyelerde işe
alınmasıyla çözülemez.
Yine ekonomi bilimine göre, birinin işe alınabilmesi için önce onun
yapacağı bir işin olması, bu işte üretilen mal ya da hizmetin de o
ekonomide ya da yurt dışında talep ediliyor olması gerekir.
Diyelim ki adam ayakkabıcı çırağı. İş bulamıyor, ustası dükkanını geri
kalan çıraklarıyla zor döndürüyor. Ya da arkadaş iyi eğitimli ama
devletin kapısında öyle bir kadro yok.
Hangi memuriyete alabilirsiniz?
Çok derin bilgiye gerek yok; şimdi gidin o ayakkabıcı imalathanesine
sorun “istihdamı nasıl artırırız, sen ne zaman daha fazla eleman
çalıştırabilirsin?” diye…
Cevabı bellidir: Beyim diyecektir, satamayacaksam niye üreteyim;
üretmeyeceksem işe niye adam alayım!.
“Neden?”
Nedeni belli; Ülke Çinden İtalya’ya kadar her yerden ayakkabı ithal
ediyorsa ben satamam ki!
“Ne lazım?”
“Onların bu pazara satamamaları, yani ithalatın bu kadar ucuz, bu kadar
serbest olmaması; benim üretim maliyetimin hammaddede, işçilikte
düşürülmesi!”
“Hımmm…”
“Olur, onları da yapalım” diyebilirsiniz demesine ama demekle de olmaz,
onların olabilmesi için de Türkiye’nin kur politikasının, küresel
sermaye ile ilişkilerinin gözden geçirilmesi, dışarının çıkarlarına göre
şekillenmekten çıkarılması lazımdır.
Bunu yaptınız yaptınız, yapamazsanız bu “sıfır işsizlik” sözü de
inananların kulağında “hoş bir sada”dan, işin içinde olan ve bilenlerin
de “boş laf” değerlendirmesinden ibaret kalır.
*
“Herkesin sigortalı olması, kart meselesi falan…”a gelince…
Yardımı ister kartla ister banka havalesiyle yapın, ister sepet içine
doldurup her sabah kapıların önüne bırakın, ekonomide bunun adı
“transfer harcamaları” ya da “sosyal harcama”dır. Yani devlet
bütçesinden fakir fukaranın bütçesine aktarma…
Bu transferler, hali hazırda ve vaadedilen düzeylerde yapılmakta iken
bunun dağıtım şeklinin değiştirilmesinin o muhtaç aile bütçeleri
açısından bir artı değeri yoktur.
“Ama biz daha fazlasını vereceğiz”
Ekonominiz güçlüyse; üretiyor, kazanıyor ama paraları hep sermaye sınıfı
yiyor, en alttakilere bir şeyler koklatmıyorsa bu söylenenlerin yolu
açık. “Ben gelir dağılımını düzelteceğim, alt gelir gruplarını
kollayacağım” der bir şeyler yapabilirsiniz.
Bunun için istihdamı zorlarsınız, vergi oranlarını farklılaştırırsınız,
eğitimi ve sağlığı sosyalleştirirsiniz, hiçbir şey yapamadıklarınıza da
bir miktar para dağıtırsınız.
Ama bu sosyal transfer işini sadece bir “kart”a indirger, para vererek
hallederim derseniz bu dalda başarılı olamazsınız, çünkü iktidar bu
doğrudan yardımı sizden çok önce somutlaştırmıştır ve elindeki gücü
dolayısıyla sizden daha inandırıcıdır.
Bu işte daha da inandırıcı olmanın yolu, olayı “kart” gibi sadece
parasal desteğe bağlamak yerine devletin bütün fonksiyonlarında, maliye
politikasında, bütün hizmetlerinde ve piyasayı düzenlemelerinde topyekun
“alt gelir gruplarını kollayan” çeşitli politikalarınızın oluşturulması
ve onların artık halkın siyasetten talebi haline getirilecek ölçüde
başarıyla anlatılması gerekir.
Bunun dahi inandırıcılığı, önce ekonominin nasıl daha üretken ve
dolayısıyla kazanan bir ekonomi haline geleceği, bundan sonra da o artan
refahın önemli bir kısmının nasıl bir pozitif ayrımcılıkla halka
sunulacağının gerçekçi “senaryo”larının hazırlanması, -kanunlaşma şansı
olmasa da- bu konuda şimdiden bazı tekliflerin Meclise verilip o
“halkçı” kararlılığın insanlara gösterilmesi gerekir.
Aksi takdirde “Parayı buluruz, orası kolay” lafının altı boş kalır. Bu
boşluk ise hem seçim kazanmada hem kazanılan bir seçimden sonra
sıkıntılar yaratır.
Son olarak şunu söyleyelim:
Geniş halk kitlelerinin refahı, hele büyük bir ekonomik krizden sonra
gelecek iktidarların; işsize, emekçiye, emekliye, fakir fukaraya ve
geniş halk kitlelerine vaad edebileceği refah artışının hazır reçeteleri
yoktur. "Dışarlardan" birinin vereceği tarife güvenmek de olmaz.
O reçetelerin hazırlanması, anlatılması ve günü geldiğinde
uygulanabilmesi zahmetli bir iştir. Bu durumun göz ardı edilmesi, “hele
bir iktidara gelelim orası kolay” denmesi vatandaşın gözünde de, buna
destek verecek güçlerin gözüne de “hazırlıksızlık” olarak kabul edilir.
İktidarlar her zaman yıpranır, halk her zaman birilerinden nefret
edebilir ama onların yerine kimleri getirecekse o yeni olanların bu işe
ne kadar yatkın ve hazırlıklı olduğunu da görmek ister.
Çünkü iyi kötü bir düzeni olan halk için “çözümsüzlük” en kötü
iktidardan bile kötüdür.
|
|