Her şey daha da kötüye giderken bir gün ansızın


Türkiye’nin hali malum.
Birileri istediği kadar allayıp pullasın, memlekette iş iyiden iyiye sarpa sarıyor.
Yobazlık mı?
Yolsuzluk mu?
Hukuksuzluk mu?
Vatan hainliği mi?
Sahtekârlık mı?
Goygoyculuk mu?
Vallahi hepsinin dik alası bizde.
Hani 32 kısım tekmili birden diye bir laf var ya; aynen öyle!
İşin kötüsü bunların her biri de “ahval-i adiyye”den yani “sıradan durumlar”dan oldu.
Ne olacak peki halimiz bu gidişle?
Ülkenin üzerine çöken bu karabasan bir gün kalkabilecek mi?
Bu tabloyu görüp de midesine sancılar giren insanlarımızın kafasındaki en büyük endişe bu şimdi “Düzelecek mi?”
Daha doğrusu biz bu işlerin düzeldiğini görebilecek miyiz acaba?
Maalesef tam aksi bir tablo var:
Bir kere “düzelme” denen şey öyle durup dururken ve hele işi bu hale getiren koşullar tüm hızıyla sürerken düzelmez; birilerinin “dur” diyebilmesi gerekir.
Ya da aşağıda anlatacağımız “başka bir şey”
“Siyaset”in bu günkü yapısına bakıldığında –maalesef- çarklar, işlerin daha da kötüye gitmesi için çok kolay dönebiliyor da, iyiye gitmesi için kısa vadede hiç umut yok.
Nedeni ortada:
Bütün bunları siyasetle tersine çevireceksek tek ümidimiz muhalefet partileri değil mi?
Evet, madem ki asıl olan demokrasi… o zaman umudumuz siyaset!
Peki siyaset de; ana muhalefet partisinin memleketin bu tablosunu tersine çevirmek için kısa dönemde tek başına iktidar olma şansı var mı?
Cevap şu:
-Hayır, izlediğimiz siyaset bize ancak yüzde 25-30 oy sağlayabiliyor. Bunu artırabilmek için biraz daha liberal, biraz daha dinden imandan söz eden, sağdan soldan katılımlarla ve daha da “kitle partisi” olarak… yani malum halleri ile biraz daha bu toplumun tercihlerine uyarak!
-Peki yanımıza ikinci büyük muhalefet partisini alıp ortaklaşa bir şeyler denesek?
-Iıh! Onlar iktidar partisinin stepnesi. İktidar ne zaman sıkılsa yardımına ilk önce onlar koşuyor.
-Peki üçüncü muhalefet partisi?
-Onlarla anlaşmak daha da zor, iktidarın hem karşısındalar hem koltuk altında…
-Neden?
-Neden olacak, iktidar dara düştükçe yardımına koşup karşılığında biraz daha taviz alıyorlar. Muhalefetle güç birliği yapıp ne yapsınlar? İktidarda değiliz ki pazarlık edebilelim de anlaşma umudumuz olsun!
-İyi de nasıl çıkacağız bu kısır döngüden?
*
Öyle görülüyor ki bu günkü muhalif siyasi yapı bu gidişe sert bir fren koyup kısa vadede dur diyebilecek durumda değil.
Çünkü olabilseydi en azından bunun işaretleri görülür oylar belirli bir tempoyla yükselişe geçerdi.
Var mı böyle bir şey?
Ana muhalefet partisinin oylarında, mesela son on yılda bir artış eğilimi görebiliyor muyuz?
-1999 Genel Seçimleri: CHP % 8,7 DSP 22,18 Toplam: 30,88
-2002 Genel Seçimleri: CHP % 19,39 DSP 1,22 Toplam: 20,61
-2007 Genel Seçimleri: CHP % 20,87
-2011 Genel Seçimleri: CHP % 25,9
Haydi biraz iyimser bakalım; seçimden seçime birkaç puan daha yükseldiğini görüyoruz diyelim…
Peki bir taraftan siyasi, diğer taraftan ekonomik krize doğru “hızla” yuvarlanan Türkiye’nin bu kötü gidişini “siyaseten” durdurabilmek için acaba yaklaşan krizlerden daha da hızlı büyüyen bir muhalif oy potansiyeli olması gerekmez miydi?
Baktığımızda böyle “hızlı” büyüyen bir tablo göremiyoruz.
Üstelik hafiften büyüse bile oylarının bileşimi giderek değişerek, “muhafazakâr” ve “liberal” yapılara göz kırparak.
*
Ancak, muhalefetin kendi çabasıyla “dur” diyemediği “gidişat” –burası biraz garip ama- kendisinden değişim getirmesi beklenen muhalif siyasetten daha etkili, daha hızlı bir başka unsurun etkisiyle umut veriyor: İktidarın yaptığı yanlışlarla yakında duvara çarpacak olması!
-Bak ekonomik kriz geliyor aç kalacağız diyorsunuz, tık yok!
-Bak bölüneceğiz ülkenin bir bölümünde devlet yok diyorsunuz tık yok!
-Bak hukuka güven kalmadı diyorsunuz tık yok!
-Bak yolsuzluk, sahtekarlık kol geziyor diyorsunuz yine tık yok.
Günlük siyaset ne yaparsa yapsın, seçmen çoğunluğu kendini iktidar partisiyle ne kadar özdeşleştirirse özdeşleştirsin, önümüzde bize adeta bir büyük meteor, bir göktaşı gibi yaklaşan ekonomik/siyasal kriz var ve yaratacağı sarsıntı bütün akılları başlara getirebilecek nitelikte!
İyi bir şey mi?
- Değil elbette ama hızla kötüye giden bir ülkede iktidar nasıl değişir?” sorusunun en mantıklı görülebilecek yanıtı da maalesef bu değil mi?
Atalarımız “Bir musibet bin nasihatten evladır” derken sanırız başına geleceği bilip tavrını değiştirmeyen toplumları düşünerek söylemişler olmalılar bunu.
*
Peki, anlaşılan o kriz siyasetten daha hızlı ilerliyorsa ne yapmalı?
Bir ülkede büyük kitleler hala durumun vahametini anlayamamışsa ya da siyaset kurumu bu yaklaşan tehlikeyi kitlelere iyi anlatamamışsa; bunun doğal sonucu o felaketin bir gün toplumu ve siyasetçileri hazırlıksız yakalayacağıdır.
Particilik başarıları ne olursa olsun, günlük siyasi uğraşları neleri yapmalarını gerektirirse gerektirsin böyle bir “gelecek” karşısında özellikle siyasi partilerin mutlaka birer “kriz” planını yapmış ve kadrolarını hazırlamış olmaları gerekir.
Siyasi partilerin yapması gerekir diyoruz, çünkü her krizden kurtuluş reçetesi, her yeniden yapılanma ciddi bir dünya görüşü olmalıdır.
Kadrolarının hazır olması gerekir diyoruz çünkü böyle “özel” bir reçete, günlük siyasetin partici kadrolarıyla yürütülemez.
Siyaset, bir gün hiç ummadığı biçimde kucağında bulacağı “iktidar”ı iyi değerlendirebilmek ve bu toplumun gerçekten “kurtarıcı”sı olabilmek için böyle bir şeye hazırlıklı olmalıdır.
Kriz ortamında siyaset yapmak da iktidar olmak da en az kriz kadar ciddidir.