Bu gün engelliler günü değil ama
Türkiye’de
8,5 milyon çeşitli türden engelli yurttaşımız var.
Bütün dünya gibi biz de 3 Aralık’ı “engelliler günü” olarak kabul ediyoruz.
Ama engelliler senenin sadece o gününde değil, geriye kalan 364 gününde de
aynı sıkıntılı şeyleri yaşıyorlar…
Yemek yerken,
Yatarken,
Kalkarken,
Giderken,
Gelirken,
Çalışırken
Kazanırken
ve belki pek aklınıza da gelmemiştir ama “harcarken”
Bu piyasa düzeninde “kazanç”la “harcama” aşamaları arasındaki bir fark
vardır: Vergi!
Herkes önce bir şeyler kazanmak için çalışır.
Sonra araya devlet girer ve bir biçimde kendi payını alır.
Geriye kalana “harcanabilir gelir” denir.
Kazançla harcanabilir gelir arasındaki “fark” bazen önemlidir ücretlilerin
geliri düşük ama vergisi yüksektir vergiler kesilince geriye
harcayabilecekleri pek bir şey kalmaz.
Bazen de o “fark” yok denecek kadar azdır faiz gelirleri, borsada elde
edilen kazançlar için böyledir. Kazanç yüksek, üzerinden alınan vergiler
düşüktür.
Neden bu devlet herkesi bir tutup da elde edilen kazançların sahibine
kalanını yani harcanabilecek kısmını onların ekonomik güçlerine oranla iyi
kötü eşitlemez ki?
Niye kiminin kazancının yüzde kırkı vergiye gider de onlar ancak kalan yüzde
altmışını harcayabilirler?
Niye kiminin kazancının yüzde yirmisi vergiye gider de onlar ancak kalan
seksenini harcayabilir?
Niye kiminin kazancının neredeyse hepsi vergi dışı kalır ve dolayısıyla
onlar kazançların tamamını çıtır çıtır yiyebilir hiç düşündünüz mü?
İşte bu sorunun en iyi cevabını vergi politikasını belirleyenler
verebilirler.
“Devlet” dediğimiz çarkın, kimlerin kazancına hangi ölçüde el konarak
toplanacak paralarla döndürüleceği o politikanın “inceliğini” oluşturur.
Dolayısıyla, kimin elinde kazancından geriye harcanabilecek bir şeyler
kalacağı konusu da, o vergi politikasını belirleyenlerin takdir edeceği
konudur.
O politikalar toplumda hep “kimlerin daha çok vergilendirilmesinin üzerine”
tartışılır da, her nedense, “kimlerin ellerinde daha çok para kalması
gerektiği” yönüyle pek düşünülmez.
Biliyor musunuz, bu çarpık ekonomide kimin nasıl kazandığı, hayata nasıl
tutunduğu konusunun tartışılmamasına, milletçe kazanandan yana olmaya, çok
kazananı daha çok sevmeye ve parasını istediği gibi harcamasına iyice
alıştık.
Gemisini yürüten kaptan!
Yanlış anlaşılmasın, denizdeki kaptan değil, sadece “yürüten kaptan”
Düne kadar baldırı çıplak gezenlerin bir gün karşımıza dört çeker araçlarla
çıkmasına,
Düne kadar varoşlarda gezenin Paris’lerden büyük bir cakayla alış veriş
etmesine,
Düne kadar ufak bir memurken birden bire bilmem ne holdingin ortağı
olmasına…
Haydi “kalkınıyoruz, haset etme senin de olur” diyelim.
Hepsi iyi güzel de, o engelli haliyle hayatını zor sürdürebilen, o kazancını
her türlü engeli aşarak elde edenlerin “harcanabilir” gelirinin
engelsizlerinkinden biraz daha fazla arttırılması gerektiğine nedense hiç
dikkat etmiyoruz.
Biliyor musunuz, sade yaşamlarında bile engelliler engelsizlere göre daha
fazla para harcamak “zorundadırlar”.
Onlar daha çok ilaç kullanırlar,
Daha çok taksi tutmak zorundadırlar,
Daha çok yardımcının desteğine gereksinim duyarlar,
Hatta engelsizlerin hemen her yerde kendi zevk ve ölçülerine uygun ve
standart ihtiyaç maddeleri olduğu halde engellilerin böyle bir şansı yoktur,
onlarınki “özel”dir.
Onlar bunları ancak engelsizlerden daha fazla para harcayarak edinebilirler.
İşte onun için, engellilerin vergi sonrası yani “harcanabilir gelir”lerinin
daha yüksek olması, kendilerine sağlanacak harcama olanağının daha büyük
olması gerekir.
Ama yine biliyor musunuz ki, o engelliler her türlü engellerine rağmen
“sıradan bir ücretli gibi çalışmadıkça” kendilerine bir vergi ayrıcalığı
tanınmaz. Ücretinde tanınan ayrıcalık ise onların fazladan harcamalarını
karşılayacak düzeyde değildir.
Hele ücret geliri değil de hayatını sürdürebilmek için “kira” “serbest
meslek kazancı” “ticari kazanç” ya da “menkul sermaye iradı” gibi kazançlar
elde etmek için boğuşuyorsa, o fazladan harcamaları hiçbir biçimde göz önüne
alınmamaktadır.
Bu gün 3 Aralık engelliler günü değildi.
Engellilerin 365 gününden geriye kalan 364’ünden sadece biriydi.
Otobüs durağında bir engelliyle birlikte bekliyorduk.
Trafik kaosu içinde araç biraz uzakta durunca ben koşturup bindim, o kaldı…
İlk anda elimden gelen buydu, masama oturur oturmaz duygularımı paylaşmak
için yazdım.
Diğer makaleler:
http://www.bulentsoylan.com/makaleler/icindekiler4.htm
|