|
|
Türkiye ekonomik çöküşe doğru giderken
muhalefet ne yapmalı?
N.Ş.A.
Yanlış anlaşılmasın, adı saklı biri falan değil.
En kolay lisede kimya dersi okumuş olanlar hatırlayacaklardır.
Çok temel bir tanımdır aslında: “Normal Şartlar Altında” nın kimyadaki
kısaltılmış yazılışı ya da söylenişidir…
Nedir bu “normal şartlar” mesela?
Hava sıcaklığının 1 Santigrat, basıncın da 1 atmosfer olduğu ortamdır
mesela.
Google’a yazıp ararsanız işi karıştırabilirsiniz.
İnternet çağının o küreselleşmiş dili hala bizim (ş) harfini bir türlü
tanımayıp (s) olarak okuduğu için taradığınızda “buldum” diye karşınıza
Amerikan istihbarat örgütü NSA (National Securty Agency) yi çıkarır.
Aman yanlış anlaşılmasın, burada yazdıklarımızın öyle birileriyle
kesinlikle hiçbir ilgisi yok; siz bizim her NŞA dediğimizde sadece ve
sadece “normal şartları” anlamalısınız.
Hani bir de “Sen bu gidişle…” ya da “Olacağı buydu zaten” falan deriz
ya, onlar da günlük hayatın NŞA’sıdır. İşte şimdi bizim aşağı yukarı
böyle bir durumdan söz ettiğimizi kabul edin.
*
Gelelim şimdi asıl konumuza; Türkiye ne yazık ki “normal şartlar
altında” yani bir mucize olmadıkça hızla ekonomik çöküşe doğru yol
alıyor.
Daha yerinde bir deyimle “yuvarlanıyor”.
Çünkü mahalle bakkalından ekonomi profesörüne kadar hemen herkes bilir
ki; bir ülkenin halkı ürettiğinden fazlasını tüketiyor, aradaki farkı
borçla ya da emanet (sıcak) paralarla kapatıyorsa bu iş ancak bir yere
kadar gider ve o noktada da “patlar”.
“Yok canım bir şey olmaz, bak gül gibi geçiniyoruz, haset edenler
çatlasın” diyenlerle “su akarken kovanı dolduracaksın” diyenler için
yapılabilecek fazla bir şey yok. Şimdi oturup onlara bin tane nasihat de
etsen –ki normal şartlar altında buna zaman yok, nasihat sayısı bine
gelemeden her şey olabilir ise- çaresiz, onların o bin nasihate bedel
bir “musibet” ile yüz yüze gelmeleri gerekecek.
Ancak bu durumdan siz de bizim gibi hayli endişe duyanlardansanız,
mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğini düşünürsünüz.
Çünkü, -keşke aksi olsaydı ama- bu endişelerimizde haklı isek;
önümüzdeki günlerde Türkiye ekonomisi çok ciddi bir krize girecek.
Şimdi aslında iktidara pek muhalif olduğu halde “Eh girsin canım ne
yapalım” diyenler bulunsa bile, birilerinin, en başta da “biz
muhalefetin anasıyız” diyenlerin bu krize karşı bir “acil durum planı”
yapıyor olması gerekiyor.
Çünkü, bu ülkenin derin bir krize düşmesi demek, bu işleri başımıza
saranların kendilerini acındıracak bir bahane ile bir yerlere
“sıvışması” ve o krizin yarattığı devasa sorunları, zaten iktidar
iktidar diye yanıp tutuşan muhalefete altın tepsi içinde “sunması”
demektir.
Tutun ki, bu güne kadar “yapma-etme” denmesine rağmen, inadına bunları
yapanlar, giderken bir de kumpas-mumpas tevatürü çıkardılar. Hani
otobanda çılgınca araba süren deli dolu şoförler bir duvara toslayana
kadar arabayı ne kadar da maharetle sürdüğünü düşünür ya..” aynen onun
gibi, “Bak bizim zamanımızda her şey vardı, sıcak para yağıyor,
gökdelenler yükseliyor, ne ararsan bulunuyordu, her şey ne güzeldi,
kalkınıyorduk” falan denecektir şüphesiz…
Peki, işte “normal şartlar altında” ya da “göz göre göre” karşı karşıya
geleceğimiz bu ekonomik kriz ortamında “al bakalım, çok biliyorsan sen
yönet de görelim” dendiğinde acaba muhalefet ne yapacaktır?
*
Aynı ekonomi politikasını güdemezsiniz.
Çünkü o politikanın kendisi “bizatihi” krizin sebebidir.
Yani, memleketteki sıcak para gittiyse biz şimdi daha da sıcak para
buluruz” derseniz olmaz. Aslında sıcak para ile ekonomi idaresi, asla ve
kat’a olağan bir model değil, olsa olsa bir krizi atlatma sırasında
başvurulabilecek geçici ve pahalı bir çözümdür.
Siz şimdiki iktidar gibi “Yeter ki hükümette olalım” deyip bunu olağan
bir kaynak gibi görür ve ekonominin şirazesinden çıkmış genel
dengelerini bir an önce yeniden kuracak tedbirleri almazsanız, o
sorunlar şiştikçe zorlanan balonlar gibi gerilerek büyür ve bir noktadan
sonra patlayıverir.
Hele hele “Biz bir zamanlar böyle yapıp durumu düzeltmiştik” deyip
saflıkla aynı çözümü bir daha benimserseniz; yurt dışından, bizi biraz
daha borçlandıracak bir para piyasası profesyonelini getirir, “al
bildiğin gibi yap” derseniz, o da kendine öğretildiği gibi yaparsa, yine
elinize verilen listeyle milli irade adına 15 günde 15 yasa daha
çıkarır, küresel sermayenin kucağına biraz daha “yerleşirsiniz”.
*
Lafı fazla uzatmadan söyleyeceklerimizi madde madde sıralayalım:
-Normal şartlar altında, Türkiye büyük bir ekonomik krize girecektir.
-Bu kriz patladığı zaman birileri, şimdi pek kıymetli olan iktidarı
muhalefete ikram ederek kenara çekilecek ama çekilirken ileri
sürecekleri bahanelerle kendilerini başarılı, bu iktidar değişikliğini
kumpas olarak algılatmaya çalışacaklardır ki, fedakarlıklar edilip
ortalık yatışınca “mağdurlar” olarak yine boy gösterebilsinler.
-Kriz ortamında döviz yükselir, ithalat durur, işsizlik artar, tüketim
pahalılaşır, adam çıkarmalar yoğunlaşır, ücretsiz izinler verilir, kıdem
tazminatlarının üzerine yatılır, benzin-mazot ve enerji daha da
pahalılaşır, piyasa durur, kiralar ve borçlar ödenmez, faizler yükselir,
hacizler ve alacak takipleri borçluları üzmeye başlar, gayrı menkul
fiyatları tepetaklak olur, kimi ünlü işadamları bir gece özel uçağı ile
yurt dışına kaçar, müteahhit firmalar batar, alıcılar dolandırıldık diye
bağırmaya başlar vs.
-Bu ortamda eline iktidar “tutuşturulan” muhalefetin yapacağı işlerden
birincisi, böyle bir duruma neden ve hangi nedenlerle gelindiğini hiç
kıvırmadan ve kimseye şirin görünmeye çalışmadan anlatmasıdır.
Buna hazırlanırken de her şeyden önce, borsa ve sıcak para
ekonomistlerini bir kenara bırakıp, güvendiği “makrocu” ekonomistleri
ile bu senaryo üzerine çalışmalı ve krizin nedenleri ile suçlularını
anlatan el kitabını şimdiden hazırlamalıdır. Krizin getirdiği
iktidarlar, halka gerçek nedenleri olanca açıklığı ve yalınlığı ile
anlatamazsa alınacak tedbirler konusunda kamuoyu desteği aradığında
sıkıntıya girer.
Önemli siyaset adamlarından W.Churchill İkinci Dünya Savaşının en
hararetli günlerinde iktidara geldiğinde şirin sözler söylemek yerine
halka doğrudan “Kan, meşakkat, ter ve göz yaşından başka vaad edecek bir
şeyim yok (I have nothing to offer but blood, toil, tears, and sweat.)
demiştir.
-Muhalefetin yapacağı ikinci işi, doğru bir teknisyen kabine ile yola
çıkmaktır.
Kriz sonrası devralınan iktidarlar asla “keyifli zamanların iktidarı”
değildir ve siyaseten görevlendirmelere uygun değildir. Bu nedenle
muhalefetin her zaman için aynen askerlikteki seferberlik tedbirlerinde
olduğu gibi bir “teknisyen bakanlar kurulu” ve alt kadroları planı
olmalıdır. Parti eğer Türkiye’nin göz göre göre krize gireceğini sırf
siyaset yapmak için değil de inanarak söylüyorsa ve bu yaraya neşter
atmaya cesaret edebilecekse, gerekli çalışmaların “kriz” sözünü ettiği
günden itibaren başlatılmış olması gerekir.
-Ekonomik kriz, sıcak paranın kesilmesi ve çıkışın hızlanması gibi bir
olayla patlayacak olsa da, asıl nedenin ekonominin genel dengelerindeki
bozukluk olduğu, ülkenin üretmeden ama borçla tüketen bir ülke haline
geldiği, cari ve ticari açığının artık taşınamayacak derecede büyüdüğü
gerçeğidir.
Böyle bir durumda, her ekonominin bir ölçüde kendi içine kapanması,
kendi yağıyla kavrulmaya çalışması anlamına gelen ithal ikamesi dışında
çözüm yoktur.
İthal ikamesi, ithalatın zorlaştırılması ve iç talebin mümkün olduğu
ölçüde iç üretimle karşılanmaya çalışılması olayıdır. Ancak, iç üretim
“ha” dendiğinde artamayacağına göre piyasada bazı malların
bulunamamasından dolayı hoşnutsuzluklar olacaktır. Bu hoşnutsuzlukları
en aza indirmenin yolu tabii ki vakit varken ithal ikamesi üzerine
senaryoların geliştirilmesi ve üretim ile üretim teşviklerinin şimdiden
planlanması gerekmektedir.
-Ekonomik kriz, yönetimleri her zaman için dış dünyadan da bazı
arayışlara sokar. Ülkenin bu arayışları tabii ki onların da –hazır
sırası gelmişken- Türkiye’den bazı tavizler elde edebilecekleri
ortamları yaratır. Böyle bir ortamda, ortaya atılan çözüm reçetelerinin
hangi ölçüde ülke yararına olabileceğini dikkatle ayırt etmek ve
siyaseten net bir tavır göstermek gerekir.
Mustafa Kemal’in 1922 yılında TBMM’nin gizli oturumundaki şu sözleri bu
inceliği çok güzel anlatır.
“Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri
Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi
birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki,
ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!
Dolayısıyla, kriz ortamında görev alanların kaygısız ve bilmişçesine
birilerine “Gel bizi kurtar, ne dersen onu yapalım” arayışına
girmemeleri, ekonomik krizin çözümünü özellikle küresel sermaye ve onun
temsilcilerinden beklememesi gerekmektedir. Aksine tavırlar en azından
bu ülkenin kurucusunun kemiklerini sızlatacaktır.
*
Nihayet, bu ülkede ekonominin iyi gitmediğini, gidişin gidiş olmadığını
düşünüp söyleyen herkesin, sorulduğunda, aynı samimiyetle “Peki o zaman
ne yapalım?” sorusunu da cevaplandırması gerekir.
Gidişin kötü olduğunu düşünen herkes, siyasette böyle söyleyen herkese
bu soruyu sormalı, aldığı cevabın dikkatle aklının süzgecinden
geçirmelidir.
Çünkü yaşanacak krizden çıkabilmek, “hele biz koltuğa oturalım, o zaman
bakarız” ya da “nasıl olsa bir bilene sorarız” diyenlerle değil, bu
soruyu doğru ve inandırıcı bir biçimde cevaplandıranlarla “yoldaşlık”
etmekle mümkündür.
İşimiz “siyaset” değil de bu ülkenin ve halkının geleceği ise, gerçek
siyasetçilerin normal şartlar altındaki gayretleri de bu yönde
olmalıdır.
Kalıcı siyaset, yurtseverlik ve devlet adamlığı, her zaman için geleceği
“daha gelmeden” önce görmeyi ve alınması gereken tedbirleri almayı
gerektirir.
|
|