|
|
Siyaset pazarında kimin ne ürettiği
önemli değilse
Bundan yıllarca öncesinde, özel sektörde
yöneticilik yaptığım günlerdeydi…
Grup şirketlerimizden, her ay, üretim ve pazarlama faaliyetlerimiz
hakkında çok sayıda raporlar isteniyordu.
Bunları pek de okumadığını bildiğim için bir gün dayanamayıp “patron”a
sordum:
-“Efendim, biz bunların çoğunu okumuyoruz bile, artık bazılarını
istemesek?”
Aldığım cevap enteresandı:
-“Ben okumasam da onlar bunu hazırlarken kendilerinin o dönem ne
yaptıklarını, malı kaça ürettiklerini, pazarlamada ilerleyip
ilerlemediklerini görmüş oluyorlar… Bırak hazırlamaya devam etsinler.
Biz okumasak da onlar kendi yazdıklarına bakıp bakıp durumlarını
öğreniyorlar.”
*
“Particilik” açısından bakıldığında; sanırım “siyaset” de bir üretim ve
pazarlama işi.
Orada da bir şeyler üretiyor ve topluma sunuyorsunuz…
Peki, acaba o siyasetteki üretim ve pazarlamada; parti genel merkezleri,
kendine bağlı birimlerin; yani il ve ilçelerin, kendi çevrelerinde neler
üretip halka neleri pazarladığını düzenli olarak raporlatıyor mu?
Örneğin “son bir ay içinde ” kaç yeni üyenin kazanıldığı, kaç üyenin
ayrıldığı, kaç toplantı yapıldığı, kaç para toplanıp kaç para
harcandığı, o bölgelerinde kendi partilerinden kaç yerde, kaç yayında
söz edildiği, üyelere hangi eğitimlerin verildiği falan gibi…
Dışarıdan görüldüğü kadarıyla “siyasetin üretimi ve pazarlanması” gibi
düşünebileceğimiz bu çalışmalar konusunda, il-ilçe yönetimlerinin, en
azından böyle bir aynada kendi başarılarını izleyebilecekleri bir
işleyiş yok.
Böyle olunca da o siyasette; kimin neyi ne kadar ürettiğinin, siyasetini
topluma ne kadar pazarlayabildiğinin “sistemli” bir biçimde izlenmesini
sağlayacak, sorgulatacak bir araç kullanılamıyor.
Siyasetin çeşitli kademelerindeki kişiler belki zaman zaman hava
alanlarında, cenazelerde, açılışlarda ve törenlerde karşılaşıyorlar ve
“bu fırsatları değerlendirerek” birbirlerini bilgilendiriyorlar ama;
bunun pek sağlıklı bir sonuç verebildiğini sanmıyorum.
Bu durumda, belki de en elle tutulabilir değerlendirme yani bir dönem
boyunca nerelerde kimin ne üretip halka neyi pazarladığı, ancak ve ancak
seçimden seçime ortaya çıkıyor.
Tabii çoğu zaman da –ha bu da bize ders olsun dercesine- iş işten
geçtikten sonra…
Zaten bu işlerde böyle bir yöntemle yani “fırsat buldukça” ya da “her
fırsatta” görüşmeyle iyi sonuçlar alınabilecek olsaydı, muhtemelen
yukarıda anlattığım özel sektör çalışmalarına da lüzum kalmaz; o
pratikliği seven özel sektörcüler -kestirmeden bir değerlendirmeyle-
şirketlerini ayakta kaldığı sürece başarılı, battığı zaman başarısız
kabul ederler, o bürokratik işlerle de oyalanmazlardı.
*
Gelelim siyasette şu “sürekli ölçülmesi gereken” üretim ve pazarlamadan
neyi amaçladığımıza…
Asıl endişesini duyduğumuz “alaturka” siyasetçiliğin en belirgin
özelliklerinden biri, “siyaset” denen ürünün çoğu zaman yeteri kadar
üretilmeden, üretilse de genellikle “tapon” mallar üreterek pazarlama
gayretinde olunmasıdır.
Nedir o üretimsizlik ve üretilse bile “tapon” sayılacak siyasi mal peki?
Yine özel sektör gözüyle gördüğümüzde o “mal”, çeşitli kademelerin
üretmesi gereken “siyaset”tir tabii ki.
Bir başka açıdan da, “karşısındaki kitlenin” yani halkın öncelikle
ihtiyaç duyduğu şeylerdir.
Bu günün dünyası dünkünden daha hızlı dönüyor…
Eğer siyaset pazarındaki alıcıların ihtiyaçları süratle değişiyor ama
siz hala evirip çevirip o artık sürümü olmayan tapon siyasetleri
pazarlamaya çalışıyorsanız, tabii ki başarılı olamazsınız.
“Dur bakalım takımda bir yer değişikliği yapıp bir de böyle deneyelim”
dediğinizde ise muhtemelen var olan yetersiz pazarınızı da başkalarına
kaptırmışsınızdır.
Ya pazarlama kuvvetli ise?
Bütün bunların yanı sıra, öyle ya da böyle, toplumun ihtiyaç duyduğu bir
siyasi üretiminiz yoksa, aslında karşınızdakilerin beğenebileceği
malınız da olamayacağı için; ne kadar iyi pazarlama yaparsanız yapın,
çeneniz ne kadar kuvvetli olsa da, yine de sağlıklı bir satışı
yakalayamazsınız.
*
Bu günkü tabloda; genel olarak söyleyelim, ne yazık ki Türk halkının
ihtiyacını karşılayacak doğru dürüst bir siyasi üretim yoktur.
-İktidar, insanların gerçek ihtiyacı olan siyaseti üretmek yerine, çok
kuvvetli propaganda ve yarattığı bazı mecburiyetler ile “bazı hayalleri”
ve “abur-cubur”u pazarlamakta, "çok satıyoruz, kazanıyoruz" derken
"batan geminin malları bunlar" dercesine, ülkede zararına, çılgın bir
tasfiye satışı yapmaktadır.
-Muhalefet ise, piyasada gidenin zaten bu gibi şeyler olduğunu düşünerek
iktidarın pazarına aynı mallarla girmeye çalışmakta, üstelik aynı
pazarlama deneyim ve kararlılığına sahip olamadığı halde yine de
başarılı olabileceğini sanmaktadır.
İşletmecilikte de siyasette de olay bellidir:
Siz satıcısınızdır, toplum alıcıdır ve bu ikisi arasında bir alışverişin
olabilmesi için öncelikle bu topluma sunulacak, onun beğenisini alacak,
"ihtiyaç karşılayan" yeni bir üretim olmalıdır.
O üretim sırasında; atölyedeki ustalarınızdan kullandığınız imalat
kalıplarınıza, üretimde görev alan kol işçilerinize kadar bu işe uygun
bir yapınız yoksa; ve eğer, bırakalım üst kademeleri bir yana, onlar
bile gün-be-gün, ay-be ay ne yaptıklarını, yaptıklarının ne kadarını
topluma pazarlayabildiklerini bilemiyor, ölçemiyorlarsa, hatta genelde
fazla da merak edilmiyorsa, hiç kimse kusura bakmasın ama o siyaset
işletmesinin durumu ancak rakiplerinin hatalarına bağlı olarak ve ancak
rakibe nisbeten düzelir, kendi başarılarıyla değil.
Siyasetin "böyle böyle" düzelmesine bile razı isek, sağlıklı siyaset
üretilmeyen bu ülke halkı, belki her seferinde birilerini götürüp yerine
bir başkalarını getirir ama, gidenle gelen arasında fark
yaratılamadıkça, bu kez de çağdaşlıktan yani medeni dünya ölçülerinden
çok gerilerde kalır; şimdi pek çoğunu ibretle izlediğimiz ortadoğu
ülkeleri gibi bataklıklarda boğuşuruz.
|
|