|
|
Soma işinin görünmeyen yüzünde ne
olabilir?
En azından polisiye romanlardan bilirsiniz; bir
olayda suçluyu bulmak için şu sorunun cevabı aranır hep: “Bu işten kimin
çıkarı olabilir?”
Bilmem farkında mısınız?
Soma’daki facia, üç yüzden fazla cana mal olurken aslında daha büyük bir
facianın ortaya çıkmasına yol açtı:
Nedir üç yüz kişiden fazla kişinin ölümünden daha büyük facia?
-Meğerse bu ülkenin en azından 50 bin kişinin çalıştığı madencilik
sektöründe işçi sağlığı ve işçi güvenliği konusu basbayağı “Allaha
emanet!” miş.
Bir başka anlatımla durum şu:
Bırakın Soma’da yitirilen üç yüz kişiyi, Türkiye’de sadece kömür
madenciliğinde 50 binden fazla işçi aynen Somadaki şartlarda; yani ayni
yönetmeliklerde öngörülen işçi sağlığı ve iş güvenliği koşullarında
çalışıyor. Dolayısıyla bu gün Soma, yarın Zonguldak, öbür gün
Afşin-Elbistan’da yeni bir facia ihtimali yüz binlerin tepesinde kara
bulutlar gibi dolaşıp duruyor.
O işçiler yerin altına, her sabah Soma ile aynı yönetmelik ve denetim
koşullarında giriyor ve o gün başlarına bir şey gelmemişse, yaradana el
açıp “çok şükür, bu gün de güneşe çıktık” diyebiliyorlar.
Bu bir kader mi?
Değil tabii.
Her şey kaderdir deyip bu işler “fıtrat”ına bırakılacak olsa, ölümlerin
ardı arkasının kesilmeyeceği belli.
İş mevzuatı ve o mevzuatta alınması gereken tedbirler neden düzenleniyor
ki?
Önce işi sağlam kazığa bağlama gereğinden dolayı değil mi?
*
Bu işin kar/zarar hesabında çok basit bir mantık vardır.
-Özellikle böylesi riskli işlerde ne kadar tedbirli olursanız o kadar az
felaket yaşarsınız.
-Ne kadar tedbirli olursanız o kadar maliyet üstlenir, o kadar az
kazanırsınız.
-Tedbiri ne kadar geçiştirme, yasak savma türünden kabullenirseniz o
kadar çok para kazanır ama bir o kadar da felaketle yüz yüze gelirsiniz.
Özetle, “az iş güvenliği çok kazanç, çok iş güvenliği az kazançtır”.
*
Peki çok şeyin para ile ölçüldüğü “liberal” düzende bu işin dengesi ne
olmalı?
Amacı daha fazla kazanmak olan sermayeye sorarsanız denge noktası “ az
güvenlik-çok kazanç” tarafındadır.
Amacı bu ülke insanının canı, mutluluğu olan devlete sorarsanız “çok
güvenlik-az kazanç”tır.
-”Eeeee efendim, az kazanç olunca özel sektör bu işe girmez!”
-“Girmesin kardeşim, söyle bakalım o zaman: kömür mü ömür mü?”
Çok gerekliyse o zaman da bütün güvenlik önlemleriyle birlikte devlet
girer bu işe. “Çünkü devlet hiçbir zaman -kendi yurttaşının kanı canı
pahasına- özel sektör bu işlere girsin de para kazansın ve bu yolla
bilmem kaç katlı gökdelenlerin sahibi olsun diye düşünemez.
Düşünemez çünkü sağlıklı bir devlet düzeninde halkın hem oy verip hem
kendi canını tehlikeye attırması söz konusu olamaz.
Haaaa, sadece bir durum hariç:
Devlet adına o işe bakanlar eğer göstermelik olarak ve işin suyu çıkana
kadar “merak etmeyin biz bu işi kontrol altında tutuyoruz, mevzuatı ona
göre düzenliyoruz, gözümüz madenlerin üzerinde” der, ama o gözü bu işten
para kazanacakların kaş göz işaretinde olursa; siz de “İşin içinde
devlet var” der içinizi ferah tutarsınız ama bir de bakarsınız ki
“satılmışsınızdır”.
*
Türkiye’de madenlerin nasıl işletileceği, dolayısıyla bu maden
işletmeciliğinde her yıl ortalama olarak kaç kişinin hayatının feda
edileceği konusu, apaçık devletin takdirine bağlıdır.
Devlet güvenlikli iş ortamı olacak der en az ölümle kurtarırsınız,
Devlet işi gevşek tutar, ölü sayısı yüksel olur da o sayının kaça kadar
ulaşacağını ancak başınıza gelince öğrenirsiniz.
Bu sayının devlet adına takdiri de tabii ki hükümetler eliyle
kullanılır.
Dolayısıyla bu işlerde “hangi maden, hangi koşullarda kimler tarafından
işletilecek” sorusunu cevaplandıran ve her zaman cevabını vermesi
gereken “Hükümet”tir.
*
Şimdi tekrar baştaki konumuza dönelim ve soralım:
Acaba Soma’daki madenlerin kim tarafından ve hangi koşullarda
işletileceği konusu hükümetçe “değerlendirilirken” kendileri;
1.Buranın hangi koşullarda işletileceği konusunda bakanlıkça çıkarılan
“yönetmelik”lerin işçiyi en iyi koruyan yöntem olduğu, uygulamanın
etkili biçimde denetlendiği konusunda samimi bir kanaate sahip midirler?
Sonuç meydanda ve onların böyle bir kanaate sahip olmaları mümkün
değilse, bu iş güvenliği açısından “zayıf” durumdan kimlerin ne şekilde
çıkarı olmuştur?
2.Böyle bir işte, güvencenin en az, kazancın en çok olduğu bu durumda;
acaba kendilerine bu madeni işletme, çıkardığı kömürü de satın alma
garantisi verilenlerin kimler olduğu, bu işte en azından ehliyetleri ve
iyi niyetleri ciddiyetle araştırılmış mıdır?
*
Kamuoyunda israrla bu işin “patronu” olduğu söylenen tek kişi üzerinde
durulmaktadır.
Bir düşünelim bakalım; “acaba o tek kişinin kişisel gücü, böyle büyük
risklere rağmen bu işi alıp sürdürmesi, devleti bu boyutlarda ikna
etmesi için yeterli midir?”
Yeterli olamaz diyor ve merak ediyorsanız , öğrenmeniz için bir yol
önerelim mi?
-Sorun bu işin sahibi görünenleri, şirketini;
-Yetinmeyin, o şirket ortaklarının kimler olduğunu öğrenin,
-Sonra onların da ortaklarının kim olduğunu sorun…
-Bu şirketler zincirini yani kimin kime ortak olduğunu iyice bir
inceleyin,
Taa ki o şirket perdelerini kademe kademe aşıp karşınıza kanlı canlı
biri çıkana kadar gidin…
Bakalım nasıl bir yapı ile karşılaşacaksınız!
Bu işin patronu örneğin bir “off-shore şirket” çıkıyorsa, yani arkasında
kimlerin olduğu bilerek gizlenmişse, o off-shore şirketin altında bir
başka off-shore çıkıyorsa, ve siz artık daha ileri gidemiyorsanız; son
değerlendirmede bu kömür madenciliğinin, bilerek ve isteyerek kimliği
saklanmış bazı kişi ya da kişilere teslim edildiği gibi bir sonuca
ulaşır mısınız ulaşmaz mısınız?
Bir araştırın bakalım; baştan söylediğimiz gibi bu felaketin asıl
failinin bu işlerden “çıkarı olan biri” olması akla daha yakın olduğuna
göre, örnekteki off-shore’un ya da off-shoreların arkasında acaba hangi
tanıdık ama kendini gizleyen bir isim ya da isimler olabilir?
|
|