Soma’daki kömür madeni yangınını “mevzuat” mı çıkardı?


Soma’da yaşanan felaketin boyutları üç aşağı beş yukarı belli oldu ve olay tarihe geçti.
Şimdi sıra, o felaketin hangi nedenlerden kaynaklandığını bulmaya, buna yol açanları cezalandırmaya gelecek değil mi?
Kimi patronunu suçlayacak,
Kimi işletmenin yöneticilerini,
Kimi işçiyi,
Kimi iş müfettişlerini,
Kimi de her şeye rağmen “olacakmış işte” deyip “fıtrat” açıklamasına sarılarak bahaneyi ilahi nedenlere bağlayıp kendi yüreğini ferahlatmaya çalışacak.
Peki, şimdi yaşanan bu felaketin de, bundan sonra olabileceklerin de temel nedeninin aslında “iş mevzuatı” olduğunu ve eğer bir suçlu aranacaksa, “nihayetinde” gerçek suçlunun yetersiz “mevzuat” ve o mevzuatın arkasında duranlar olduğunu biliyor musunuz?
“İnsan canı” ile “kömür ticareti” arasında kalınca, böylesine olaylara bile bile kapıyı açık bırakan bir tercih anlatmak istediğimiz şey…
Şüphesiz, o iş mevzuatının şimdiki şekli, “böylesi münasiptir” denip iktidarın bir tercihi olarak Meclise getirilmese; vekillerin parmakları parti disiplinidir, ne denmişse doğrudur deyip çok fazla düşünmeden “kabul” oyuna kalkmasa; şüphesiz böyle bir facia da olamayacaktı kolay kolay…
-Patron iş güvenliğinden kırparak ucuzlatılmış üretim üzerinden tamahkârlık yapamayacak, iş güvenliğine daha çok para ayıracak,
-İşletme mühendisleri, yöneticileri kanunda yazılanlara açıkça karşı gelmeyi o kadar kolay göze alamayacak,
-İş müfettişleri olan bitenin mevzuata uygun olmadığını daha net görecekti.
*
Türkiye,“4857 Sayılı İş Kanunu”nu 2003 yılında çıkardı.
Hazırlığı önceki hükümetlerce yapılmış, esasları belirlenmişti.
Yasalaşarak yürürlüğe girmesi şimdiki iktidarın -kendi deyimiyle- “acemilik” dönemlerine denk gelir.
22 Mayıs 2003 Tarihinde kabul edilen 4857 Sayılı bu yasanın beşinci bölümünde, iş sağlığı ve güvenliği ele alınıyor, burada yazılı amaçların ayrıca ayrıntılı biçimde bir tüzükle düzenlenmesi isteniyordu.
Tüzükler usul olarak ancak Danıştay’ın onayıyla çıkarılabildiği için de, iş güvenliğini düzenleyen metindeki her hükmün hukuka ve yasanın amacına uygunluğu araştırılacak, düzenleme buna göre yapılacaktı.
Yani kanun, Bakanlığa “Sen bunu nasıl anlıyorsan uygulamayı da öyle yap, bu işin nasıl olacağının tanımını sana bıraktım” demiyordu.
Yani, işin içine “hukuk”un girmesi gerekiyordu.
Acemilik dönemindeki hükümet yine de kendi düşündüğü gibi yaptı ve Danıştay’dan geçecek tüzükten önce kendi değerlendirmesine göre bir yönetmelik çıkarttı.
Daha sonra, bu açık hukuksuzluk dolayısıyla yönetmeliği iptal edilince tüzüğü hazırlamak zorunda kaldı.
2006 yılında Hükümet’in hazırladığı tüzük de olması gerektiği gibi değildi, kanunun amacına uygun bulunmadı, reddedildi.
Danıştay’ın red gerekçesinde şu cümleler yer alıyordu:
“….İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin her aşamada alınacak önlemler bakımından içeriği belli, somut ve etkin kurallar halinde düzenlenmediği, soyut ve doğrudan uygulama gücü olmayan bir biçimde ifadelendirildiği, risklerin önlenmesi, değerlendirilmesi ve mesleki riskler konusunda standartların belirlenmediği, işçi ve işveren kesiminin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik yeterli koruyucu hükümleri içermediği, herkesin farklı yorumlayabileceği şekilde düzenlendiği, uygulamada karışıklığa ve duraksamaya neden olabileceği anlaşıldığından…”
İş Kanunu’na uygun tüzük çıkarılmasında yolun mutlaka Danıştay’dan geçiyor olması, arkasına milli iradeyi ve dolayısıyla “milletin vekaletini” aldığını söyleyen bir iktidar için sorun olabilir miydi hiç?
Tüzük kanuna uymuyorsa, kanun tüzüğe uydurulur ama bu yolda yapılması gereken yapılır, Danıştay engeli de “yasal yoldan” aşılabilirdi.
Nitekim öyle yapıldı.
Danıştay’ın kanunun amacına uygun görmediği, yetersiz bulduğu o tüzük yerine noksanları giderilmiş bir yenisi hazırlanacak iken; 4857 Sayılı İş Kanunu’nun bu konuları düzenleyen ve 77- 89 maddelerini kaldıran, bunları Tüzüğe ihtiyaç kalmadan yeniden düzenleyen 6331 sayılı Kanun çıkarıldı.
Yeni kanun’da Tüzükle düzenleme zorunluluğu diye bir şey yoktu; her şey Bakanlığın kendi çıkaracağı yönetmeliklerle şekillendirilecekti.
Danıştay böylece bu konuda devre dışı bırakıldı.
Soma’da 300’ü aşkın emekçinin iş sağlığı ve güvenliği, işte bu 6331 Sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”nun nasıl uygulanacağını anlatan ve Bakanlıkça çıkarılan yönetmeliklerle korunuyor“du”.
Tabii ki birkaç gün öncesine kadar…
İşin kötüsü, şu anda yer altında ve yer üstünde çalışan “diğer” yüz binlerin iş sağlığı ve güvenliği de aynı yönetmeliklerle koruma altında;
Yani işçilerin bütün güvenliği, şimdi bir yandan işin “fıtrat”ına bağlı; bir yandan da bakanlığın bu fıtratçı bakış açısıyla hazırlayıp çıkardığı yönetmeliklerde alınmasını yeterli gördüğü tedbirlere...