|
|
Sağ iktidarları sağa
göz kırparak sollamak mümkün mü?
Halkçı mıyız?
Elhamdülillah.
İnsan hiç şu siyaset denen işe; kendi cebini doldurmak, çoluk çocuğunu,
akraba-i taallukatını zengin etmek, varsıllara destek olmak için
giriyorum diyebilir mi?
Diyemez.
Buna karşılık, herkese karşı göğüs gere gere söylenebilecek bir tek amaç
vardır:
Millete hizmet etmek yani “halkçılık”
Siz hiç “ben siyaseti
kazananlar daha çok kazansın, altta kalanın canı çıksın, bana ne bu
milletin fakir fukarasından” “Ben kendi çıkarıma bakarım” diyen bir
siyasetçi gördünüz mü?
Olmaz, olamaz.
Haydi tutun deyin bir kere bakalım kaç kişinin hoşuna gider bunlar?
İstatistikler ortada.
Bizim milli gelirimiz 820 milyar dolardır denir. Nüfusun nispeten
varlıklı olan yüzde kırkı, bunun 564 milyar dolarlık kısmını alırlar ki;
toplam 30 milyon kişidir.
Varsayalım hepsi de “aman ne güzel, tam da aradığımız siyasetçi tipi,
adamlar da doğruyu söylüyor” dedi ve oylarını yağdırdı.
Ya o 75 milyonluk halkımızın gerisi?
Çıkaralım o daha varlıklı diyebileceğimiz yüzde 40’lık kesimi bir
kenara; halkımızın geri kalan yüzde altmışı, yani 45 milyon kişi adam
başına ayda ortalama 479 dolar geliriyle ancak “ayakta kalmaya”
çalışıyorsa… Onlar; işsizlikleriyle, yetmeyen ücretleriyle, düşük emekli
maaşlarıyla, küçük esnaflıklarıyla, memur maaşlarıyla geçim sıkıntısı
içindeki “halk”ımızın ta kendisi değil midir?
Bırakın bu toplumun solcusunu, entelektüelini, hayat tarzını muhafaza
için sağ iktidara ters düşenlerini bir yana; ortada, sadece “geçim
derdi”nden dolayı bile o halktan 45 milyon kişi yok mudur?
Ve onlar en azından “sandık hesabı yapıldığında” bile bu toplumun
“çoğunluğunu” yani bir siyaseti iktidara getirebilecek büyük gücü
oluşturanlar değiller midir?
O zaman demokrasilerde iktidar denen güce kavuşmanın en kısa yolu onları
kazanmaktan yani aynı zamanda onların tanımı da olan “halkçılık”tan
geçmez mi?
*
Siyaset biliminin kalın çizgilerine bakarsanız, halkçılık; ne türban, ne
din-iman, ne belagat ve ne de boy pos diye tanımlanır. Bırakalım hepsini
bir kenara;
- Halkçılık her
şeyden önce “halk” yararına yani sol ekonomik politikalardır.
-Sıradan insanların karnını doyurmak, onların geleceğini güven altına
almak, her şeyden önce onların ekonomilerine hitap etmektir.
-Onları kulluktan kurtarmak, sosyal güvence sağlamak, kadını korumak,
adalet ve devamı zaten sol ekonomik politikanın kendiliğinden yarattığı
gelişmelerdir.
“Halkın karnı nasıl
doyar, geleceği nasıl güven altına alınır?”
“Stratejik” olarak, işte sol siyasetin üzerine kafa yoracağı projeler
de, olması gereken söylemleri de bunlar olmalıdır.
Gerisi, iktidarla ekonomi minderinin dışında “kapışmak”tır, zaman
kaybetmektir.
Bakarsınız bir gün rakibin yolsuzluğunu yakalar adamın suratına
çarpabilirsiniz,
Bakarsınız bir gün çelişkilerini yakalayıp köşeye sıkıştırabilirsiniz,
Bakarsanız bir gün kendi ihtisas alanınıza çekip mat edebilirsiniz;
Ama bunların hiç biri halkçı siyaset stratejisinin şu ya da bu
“aşamasıdır” diyemeyiz.
Hepsi gelip geçicidir.
Dolayısıyla asıl hedeften sapmaya, günlük politika çukuruna çekilmeye,
mücadelenin minder dışına taşınmasına fırsat verilmemelidir.
*
-İktidar küresel sermaye ile kol kola girerken,
-İktidar kimi çıkar gruplarını kollayarak yanına çekerken,
-İktidar karnı guruldayan insanları din-imanla avutmaya çalışırken,
-İktidar fakir fukarayı sadaka ile avucunun içinde tutarken;
Acaba herhangi bir halkçı siyaset projesinin, mevcut iktidarla bu
konularda yarışıp, insanlara “ Ben bu konularda onlardan daha fazlasını
yaparım” diyerek onları kendine çekebilmesi mümkün olabilir mi?
Olamaz.
Sağ iktidarların bu alanlarda yaptıklarını onlardan daha iyi
yapamazsınız.
Üstelik, küresel sermayecilik asla halkçı değildir, size yaramaz.
Çıkar grupları iktidara karşı sizin yanınızda yer almaz.
Din-iman tartışmalarına girerseniz minder dışına çıkar, kendi
stratejinize ters düşersiniz.
Fakir fukarayı sadakayla yanıma çekerim derseniz bu konuda iktidarla
aşık atamazsınız.
İktidar suyun başında ya... Siz daha ağzınızı açarken onlar kesenin
ağzını daha fazlasıyla açmıştır bile.
Fakirlik kıskacındakiler, günü kurtarma derdinde olanlar mecburen
daldaki kuşa değil, eldeki kuşa daha sıcak bakarlar.
O halde ne kalıyor geriye?
“Halktan yana siyaset” yani bilimsel tanımıyla inandırıcı “sol”
politikalar.
Kendisi yolun sağından da, ortasından da gitse; düzenini kurmuş bir
iktidarın önüne geçmenin yolu, onun sağından dolaşmak değil, ancak ve
ancak -şöför tabiriyle- “sollamaktır”.
Üstelik bu sol politikaları yayacak, anlatacak, örgütlenmede görev
alacak dinamik güçler de, yola iktidarın sağından daldığınızda değil,
ancak solladığınızda yanınızda olacaktır.
*
Türkiye şimdi, sağ-muhafazakar politikacıların, küresel sermaye
teşrifatçılarının, liberalizm adı altında vahşi kapitalizme kırmızı
halılar döşeyenlerin, -bu gün ülkenin sadece sıradan insanlarını değil,
tüm halkını- içine düşürdüğü bu durumdan çıkarmanın yolunu arıyor.
Dahası, bunun çözümünü; öncelikle, iktidara alternatif olan; “Biz bunlar
gibi yapmayız” diyenlerden yani ana muhalefet partisinden bekliyor.
Hatta onu bu işi çözmekten sorumlu olarak görüyor.
Beklenti yüksek ya… Çıkış için de söz çok, tevatür muhtelif…
“Bir de bunu denesek ne kaybederiz” diyen o kadar çok öneri atılabilir
ki ortaya.
Söyleyelim: Zaman kaybedilir, halkın açtığı krediler kaybedilir.
Bu nedenle, o günlük politikacılar itiraz edip “dediklerin ancak
kitaplarda yazıyor, hayatın gerçekleri farklı” deseler de; siyaset
biliminin, kalıcı değerlendirmelerini her zaman “ideolojilerin ışığında”
yaptığını bilmek gerekir.
Eğer demokraside asıl söz sahibi olan halktır diyorsak, ve halktan yana
politikalar asla sağda değil her zaman solda yani kendisinin yanında
olansa; o solun ideolojisini göz ardı ederek, sağa göz kırparak, bir sağ
iktidarı sollamak acaba ne kadar mümkün olabilir dersiniz?
|
|