|
|
Oyları sağdan say, soldan say
yine bir şey değişmiyorsa
Türkiye’nin gidişatından tedirgin olanların bir
ümidi vardı; bu yerel seçimler…
Bunca yolsuzluk, arsızlık ve hırsızlık haberinden sonra deniyordu ki, bu
iddialar kimi olsa yıpratır; yapılan yerel seçim de olsa sandıktan
çıkacak oyları geriye gidince bu iktidara yol görünecektir!
Olmadı.
Sağdan say onlara, soldan say onlara… netice hep aynı.
Bazı yorumlarda iktidar partisinin oyları bir önceki seçimin altına
düştü dense de, ana muhalefet partisine dışarıdan destek oyları gelse
de; bu seçimler ne yazık ki o beklediğimiz tabloyu yaratamadı.
Sonuç, eski tas eski hamam” dan da öte…
“Ha düştü ha düşecekler”den, adeta “Biz bunlarla başka nasıl baş
edebiliriz ki”ye geldik.
Şimdi bütün bunlardan sonra, belki gelecek seçimlere yararı olur diye
herkes gibi biz de kendi görüşümüzü söyleyelim:
Baştan o kamuoyu şirketlerinin anket sonuçlarına bile küçümseyerek
bakıyor ve bunlar hep propaganda amaçlıdır, manipülasyondur diyorduk…
ama anlaşılıyor ki; o veriler seçim sonrası karşımıza çıkacak acı
gerçeğin ta kendisiydi ve işin içindekiler de muhtemelen bunun
farkındaydılar.
Yani seçimlerde başarı kazanılamayacağı açıktı.
*
Napolyon hakkında anlatılan bir fıkra vardır, çoğu kişi de biliyordur:
Ünlü asker, kaybedilen harbin sonunda generallerini toplamış, bizim
yaptığımız gibi “neden böyle oldu”nun cevabını bulmaya çalışıyormuş.
Generalin biri “Efendim kaybetmek için en az on neden sayabileceğim”
diye söze başlayıp “birincisi, barutumuz bitmişti” deyince; Napolyon
“dur” demiş. “Gerisini anlatmana gerek yok!”
Bu seçimde de sonucu belirleyen en az on neden sayılabilir bence.
Belki gecesini gündüzüne katıp cansiperane çalıştığı için kendisi
açısından haklı olup “biz bu seçimlerde az mı uğraştık” diyenler
olacaktır. Onlara şüphesiz saygılıyız ama, geneli düşünüp konuşalım.
Başta, seçimlerde öyle sanıldığı gibi cepheye sürülmüş güçlü bir “örgüt”
yoktu, örgüt aslında yıllar içinde bitirilmişti.
Oyu az ama örgütleri kuvvetli partileri de, dernekleri de en azından 1
Mayıs törenlerinde hepimiz görüyoruz, güçlü örgüt denince ne olduğunu
biliyoruz değil mi?
Peki ortada öyle bir örgüt olmayınca da, bilemiyorum ama Napolyon
fıkrasının anlattığı gibi diğer sebepleri tek tek saymaya gerek var mı?
*
Aslında bu sebeplerin hepsi birbirine bağlı olduğuna göre birinden
başlayınca diğerleri zaten kendiliğinden ortaya çıkıveriyor.
Peki, neden örgüt yoktu, neden bitirilmişti?
İki sebepten dolayı:
Birincisi, aday belirleme sırasında mevcut örgütlerin görüşüne dahi
itibar edilmedi. Örgütler de o adayları kendi tercihleri kadar
benimseyemedi ve arkalarında gerektiği gibi duramadı.
Nereden bakarsanız bakın, sonunda bu örgütçülük işi bir gönül işi,
insandan insana ilişki konusu değil mi?
İkincisi, eğer “örgüt” “örgüt” dendiğinde birkaç üst yönetici değil de o
çevrede partiye kayıtlı olup, “ha deyince koşacak” tüm üyeyi de
anlamamız gerekiyorsa gerçekte durum farklı. Kayıtlı üyelerin büyük
çoğunluğu yönetimde “etkin” birilerinin zaman zaman topluca ve
kendilerini desteklemesi için “yazdırdığı”, ancak kongrelerde oy vermek
için ortaya çıkan ve “kağıt üzerinde partili” kişilerdi.
Dolayısıyla, kayıtlı üye ile gerçek ve seçimde “haydi göreve” dendiğinde
koşturacak, sandıkta görev alacak “sağlam”, “somut” üye sayısı arasında
dağlar kadar fark vardı.
Bu durumda, bırakalım kampanya süresince çalışmayı; en başta sandıkların
başına koyacak adam bulma konusunda bile sıkıntı yaratıyordu. Örneğin
İstanbul’un 200 bin seçmen ve 800 sandıklı bir ilçesinde, bırakın ara
sorumluları, sadece her sandığa birer kişi konsa “somut 800 partili”
lazımdı değil mi?
Ama parti kayıtlarında olsa da gerçekte elle tutulur, gözle görülür
türden bu kadar “partili” yoktu.
Vardır diyenler o ilçelerdeki örgüt toplantılarının kaç kişiyle
yapıldığını ama kağıt üzerinde kaç kayıtlı üye olduğunu
hatırlayıversinler.
*
Bir düşünsenize, seçim sonrasında her taraftan oyların yeniden sayılması
talepleri gelmiyor mu?
Bu olay bile sıkıntının nereden kaynaklandığının göstergesidir.
Neden?
Şimdi yeniden sayım isteyenler madem oylar kullanılırken, o sandıklar
sayılırken oradaydılar ve partilerinin oylarına sahip çıkmak üzere
görevlerinin başındaydılar da, neden şimdi oyların seçim kurulunca
yeniden sayılmasını, partiye verilmiş oyların başkalarına yazılmış
olabileceğini üstelik de inançla ve inatla ileri sürüyorlar?
Bu aslında aynı zamanda gösterilmiş bir zaafın, ihmalin de itirafı değil
mi?
İleri sürüyorlar ve gerçek de bu aslında; çünkü ya oralarda hiç yoktular
ya da oradakilerin pek çoğu “partili” değil, genellikle rica edilerek
çağırılmış eş-dost ya da komşulardı ve olaya adeta seyirciydiler.
Şimdi eğer parti seçim sonuçları ile ilgili bir şeyi sorgulayacaksa,
öncelikle o sandıkların kaçında gerçekten temsilcisinin bulunduğunu,
bulunmuyorsa kademe kademe hangi yöneticilerinin bu listeleri durumu
kurtarmak için, bile bile ve genellikle kağıt üzerinde düzenlediğini ve
sonuçta böyle bir başıboşluğa yol açtığını sorgulamalı ve mutlaka
hesabını sormalıdır.
*
Verilmiş oya bile sahip çıkılamadığı için seçim sonucunu birinci
derecede etkileyen ve tek başına bile kaybetmeye neden olan bu durum
ortadan kaldırılmadıkça ne yapılırsa yapılsın yurttaşın iradesinin
sandığa doğru yansıması ve sonuç alınması mümkün değildir.
Üye kayıtları eğer gerçeği yansıtmıyorsa,
-O parti binalarından çıkıp mahallelere ve sokaklara insan eli ve
yüzüyle yayılamıyorsunuzdur.
-Her kademede göreve seçilenler aslında örgütün seçtikleri değil, üst
yönetimlerin seçtirdikleridir. Destekleri partili tabandan değil,
tavandandır.
-Üst yönetimler bu sistemin mantığı gereği sadece kendilerine rakip
olamayacak olanları seçtireceklerdir.
-Bu işleyiş, her zaman için partide yönetenlere rakip olabilecek,
onlarla yarışabilecek doğru partililerin önünü kesecek, hatta bir süre
sonra onları bir kenara itecektir. Bu niteliği dolayısıyla örgüt
içindeki tüm seçimler maalesef iyiyi ve doğruyu değil, biat edeceği, söz
geçirilebileceği yani parti için iyiyi değil “kötü”yü seçmeye
yaramaktadır.
-Bu işleyiş giderek, örgüt içinde yararlı olanın, gerekli olanın, gerçek
particilerin değil, bu çarpık sistemin kadrolarını kemikleştirecek,
kuvvetli hizipler haline getirecek, partinin ideolojik yapısını ortadan
kaldırıp onu bir seçim şirketi haline dönüştürecektir.
-Bu işleyiş, siyasette kişiye bağımlılığa; parti kademelerinin birer
rant mevkii olmasına yol açacak, buraları için yapılan yarışlar giderek;
ülkeye hizmet, bilgi-beceri, liyakat, tabanı temsil yarışı olmaktan
çıkacak, karşılıklı çıkar hesaplarının yapıldığı rant hesaplaşmaları
olacaktır.
-Nihayet, böyle bir yapının toplumsal heyecanı arkasına alabilecek, onu
yönlendirip önünde gidebilecek bir ruhu kalmayacağı için toplum
açısından bakıldığında “umut” olabilecek tarafı da kalmayacaktır.
*
Bir örgüt ne kadar büyür, ne kadar genişlerse ancak o ölçüde toplumun
aynası olur ve toplumun tercihlerini yansıtır. Dolayısıyla, halkın duygu
ve düşüncelerini o kadar çok hissedip beklentilerine tercüman olur.
Mevcut sistem, toplum içindeki kılcal damarlarını ve dolayısıyla
“duyargalarını” oluşturamadığı; bu konuda, hele hele rakibi olan iktidar
partisinin yanında daha da geride kaldığı için seçim kampanyalarında ne
halkın beklediği yüzleri, ne halkın duymak istediği sözleri ve ne de
halkı heyecanlandıracak projeleri ileri sürememiştir.
Örgüt yoksa halkın sesini duyamazsınız,
Örgüt yoksa kendiniz söyle kendiniz dinlersiniz,
Örgüt yoksa doğal tabanınıza yabancılaşır, ancak dışarıdan medet
umarsınız.
Çünkü “parti” denen oluşum en kısa tanımıyla belirli bir düşünce
etrafındaki “örgüt”lenme değil midir?
O zaman; sözümüzü, “örgüt ve örgütsel işleyiş ne kadar gerçekse bir
parti de o kadar gerçekçi bir yoldadır ve her zaman ancak o kadarlık
umut taşır” diye bitirebilir miyiz?
.
|
|