Sıkı tutunun uşaklar, hep beraber “tuu” diyeceğiz!


Fıkrayı daha önce de anlatmıştım ama şimdi yeri geldi, kısaca hatırlatayım:
Temel arkadaşları ile dağda gezerken bastıkları yer birden bire göçüverir… 
Hep birlikte uçurumdan aşağıya doğru savrulurlarken her nasılsa Temel bir kayaya tutunur; İdris Temel’in paçasına yapışır, diğerleri de İdris’ten başlayarak birbirlerinin paçalarına….
Böylece en üstteki Temel’den aşağıya doğru birbirlerine asılı bir insan zincir oluşturmuşlar ve o an için de olsa, aşağıya uçmaktan kurtulmuşlardır ama…

Paçasından yapışanların ağırlığını taşımaktan hayli zorlanan ve kolu yorulan Temel çok zor durumdadır.
Ellerini tükürükleyip tutunduğu o kayaya daha sağlam sarılmayı düşünür ve hazırlıklı olmaları için aşağıdakilere bağırır:
“Sıkı tutunun uşaklar, tu diyeceğum da….”

Son günlerde yaşananlardan da açıkça anlaşılıyor ki; Türkiye malum siyaset dolayısıyla bu gün için aynen fıkradakilerin durumuna düşürülmüştür.
İşin kötüsü, aşağıya yuvarlanmaktan son anda kendini kurtarabilen Temel’in eli de mecalsiz kalmış ve sanki bir çözüm olacakmış gibi “tuu” demeyi düşünmekte, bunu yaparken de altındakilerin birbirlerine sıkıca tutunmalarını istemektedir.
Oysa, Temel “tuu” demek için ellerini bıraktığın anda hep birlikte yuvarlanılacaktır şüphesiz.
Demese, bu ağırlığı daha fazla çekme şansı yok!
Peki o zaman nasıl kurtulacaklar?

*
Siyasetin matematik dengeleri ve işleyişini acımasızca ve hatta dalga geçerek anlatan ama “bu işi bilen” düşünür “Machiavelli” bakın, bizim Temel’in durumu nasıl kurtaracağını değil ama topluma gerekli yeni kahramanların ne zaman ortaya çıkabileceği konusunda, zamanımızdan beş yüz yıl öncesinden neler diyor:

“…Yukarıda belirttiğim bütün hususları göz önünde tutarak bugünkü İtalya'da yeni bir hükümdara onur kazandıracak şartların var olup olmadığını ve akıllı ve erdemli bir kişinin kendisine şeref getirecek, halka yararlı olacak yeni bir yönetimin oluşturulmasının zamanı olup olmadığını kendi kendime sorduğumda; durumu o kadar “uygun” görüyorum ki; bundan daha iyi bir zamanın nasıl bulunabileceğini kestiremiyorum.

Daha önce söylediğim gibi, Musa'nın değerinin anlaşılması için İsrail halkının Mısır'da esir olması; Keyhüsrev'in büyüklüğünü değerlendirebilmek için İranlıların Medler tarafından ezilmesi; These'nin yüce kişiliğini tanımak için Atinalıların darmadağınık olmaları gerektiği gibi, İtalyanların kafa ve ruh yüceliğinin tanınması için, İtalya'nın bugünkü sefil duruma düşmesi; Yahudilerden daha köle, İranlılardan daha esir, Atinalılardan daha parçalanmış bir durumda olması; başsızlık, kanunsuzluk, bitkinlik, tükenmişlik içinde, işgal altında olması, kısaca her türlü kötülüğün içinde bulunması gerekiyordu.

Şimdiye kadar bazı kişilerde deha ışığı görüldü.
Biz onları Tanrı tarafından gönderilmiş birer kurtarıcı sandık.

Fakat daha sonra yollarının en güzel yerinde, talih tarafından her zaman nasıl da bırakıldıklarını gördük.
Öyle ki; İtalya, bugün can çekişerek yaralarını saracak birini, Lombardiya'daki soygunlara, Napoli Krallığında ve Toscana'daki haraçlara son verecek kişiyi bekliyor.
Barbarların baskı ve küstahlığından kendisini kurtaracak birini yollaması için Tanrı'ya nasıl yalvardığı görülüyor.
Bir bayrağın arkasından gitmeye nasıl hazır ve kararlı olduğuna dikkat edin. Yeter ki biri çıksın ve bayrağı eline alsın
….”
(Machiavelli, Hükümdar)

*
Machiavelli’nin dediklerinden anlaşılıyor ki, bir toplumda hemen çok şeyler şirazesinden çıkmışsa, onun yeniden toparlanmaya başlaması, toplumsal şansın geri dönebilmesi için ne yazık ki hemen her şeyin önce “dibe vurması” gerekiyor.
Tıpkı Temel’in bu durumdan kurtulmak için ellerini bırakıp “tu” demesindeki terslikte olduğu gibi.
Ve galiba bizim Temel de üstü kapalı biçimde ve aslında, paçasında asılı olanlara aynen  Machiavelli gibi, “birbirinize sıkı tutunun, ben ellerimi bırakacağım ve siz önce zaten düşmeniz gereken o yere kadar düşeceksiniz, kurtuluşunuz ancak bu dibe vurmanızdan sonraki iş demek istiyor.

*

Gerçekten öyle mi, dibe vuruyor muyuz?
Henüz değil gibi. Ama hep birlikte derin bir uçuruma doğru sallanmakta olduğumuz kesin.
Dikkat ederseniz ortaya çıkan her türlü yalan dolan, talan, ve basiretsizliğe rağmen halkın önemli bir yüzdesi bu durumun doğrudan kendi çıkarını, kendi geleceğini tahrip ettiğini henüz kabul edip tavır alamıyor.
Zaten “milli irade”ye sorduğunuzda şu hain muhalifler olmasa her şey daha da iyi olacak demiyor mu?
Ya bizim kurtarıcılarımız?
Onlar da ne yazık ki bu koşulların esiri hissediyor kendini.
“Siyaset” diyorlar “Halkın hoşuna gideni söylemektir, gerçeği değil”.
Yani yaşasın alabildiğine “popülizm”.
*
Peki o zaman uçurumun kenarındakiler o gerçek durumu, yani düşeceklerini nasıl öğrenecekler? Kendilerini bu durumdan kurtaracak kahramanlarını nasıl çıkaracaklar?
Machiavelli  buna kendi zamanından örnekler vererek, “dibe vurduğu zaman” diyor.
Bizde de “Bir musibet bin nasihatten evladır” (iyidir) denmez mi.
Yani “Bu işler anlatmakla olmuyor, önce musibeti tadacaksın” gibilerinden…
Galiba bizimki gibi henüz  “gelişmekte olan toplumlarda” siyasetin doğru çözümler bulması, yeni kahramanlarını yaratması da buna; yani toplumun da, popülist siyasetin de, popülizmle siyaset eyleyen siyasetçinin de dibe vurmasına ve iyi bir ders almasına bağlı.

O zaman anlaşılıyor ki, Temel “tuu” diyecek, basbayağı dibe vuracağız ve o dipten yukarıya tırmanma ancak bundan sonra başlayacak.

Ha bir ufak sıkıntı var: bu dibe vurmadan sonra sonra, geriye yarılmamış kaç kafanın kalabileceği konusu belirsiz.
Ama galiba o da bunu öğrenmenin bedeli.
Maliyeti neyse, son kuruşuna kadar ödeyeceğiz galiba.