|
|
Bu
günkü siyasette sözün bittiği yer
ve “du bakali nol’cek” tavırları
Aziz Nesin Usta’nın “Du
bakali, nolecak” (Dur bakalım ne olacak) adlı hikayesinin
kahramanlarından Arap zengini, o ünlü hikayede, her şey ortada olduğu
halde içine düştüğü açmazı kabul edemez ve sürekli bu lafı söyler durur:
“Du bakali nolecak?”.
Aslında her şey ayan beyan ortadayken bir gerçeği görmemek ve kabul
etmeyi istememe, göz göre göre “dur bakalım, ne olacak” deyip sözüm ona
zaman kazanmak; durumu değiştirebilme umuduyla, yüzsüzlükle karışık
mucize arayışları, besbelli ki bir son çırpınışın ibretlik tablosudur.
Bataklıkların, içine düşeni çırpındıkça nasıl daha da içeri çektiğini
duymuşsunuzdur.
Siyaset yaşamında batağa saplanmışlar da aynı durumdadırlar.
Boğazınıza kadar batmışsanız, artık iler tutar tarafınız kalmamışsa ama
çıkarları sizinle beraber olan ya da en hafifinden gözleri bir biçimde
bağlı, akılları tutulmuş taraftarlarınız dışında artık hiç kimse
söylediklerinize inanmıyor, direndikçe daha da battığınız açıkça
görülüyorsa, artık ne yapsanız “para” etmeyecektir.
Hatta bu tavır belli ki, daha önce “para eden” pek çok şeyinizi de alıp
alıp o bataklığa gömecektir.
Demokrasilerde “iktidar”,
halkın “güveniyle” elde edilen; ama o güven ortadan kalktığında yine
kaybedilen yönetebilme yetkisidir.
Halk hukukçu değildir, iktisatçı da, işletmeci de…
Siyasetçiyi daha çok “algı” denen kendi “sezgi”leriyle değerlendirip
kabul ya da reddeder.
Bunun pratik sonucu, eğer halk sizin hakkınızda olumsuz bir hükme
varmışsa, artık siyasetin gerektirdiği dürüstlüğünüz, adaletiniz, dünya
görüşünüz; hasılı, “siyasetçi kıymet-i harbiyeniz” hakkında fikrini
değiştirmişse artık kumaşınızın dikiş tutmayacağı, toplumdaki bütün
dikkatlerin o söküklerinizden görünen yerlerinize yöneleceği açıktır.
Dilerseniz, bütün bunlar
yalan, iftira, düzmece diyebilirsiniz; işte hukuk orada.
Anlatabiliyorsanız, gider “böyle olmadığının” belgesi mahkeme
kararlarını alır, istediğinizin yüzüne de çarpabilirsiniz.
Ama hem aksini söylüyor, bana inanın diyor fakat hukuk yoluna
başvurmuyorsanız, “iddia sahipleri kendileri gidip ispatlasınlar”
diyorsanız, kusura bakmayın ama siyasette bu iş daha çok size düşer.
Hakkındaki algıyı tersine çevirmek siyasetçinin kendi işidir.
Hem sonra “sükut” ikrardan yani kabulden gelir.
Hukuken sükut ediyorsanız, durum maalesef bu yönüyle de pek inandırıcı
görülmemektedir.
Nedir şimdi ortada uçuşan
iddialar?
“Çocuğu burslu okuttum” demişsiniz gemi sahibi olmuş,
“Olur mu” demişler, “canım gemiciktir” demişsiniz.
Gemiler altıya çıkmış, son gemiciğin büyüklüğü önceki beşini katlamış,
alengirli pazarlıkları şu ya da bu yolla kamuoyuna mal olmuşsa, şimdi
gelinen bu noktada da “filocuk” der geçer, geçiştirmeye çalışırsanız
–bırakın işin hukuksal yanını, ki onu zaten en başında ayrı tutmuştuk-
daha önce size inanmış, güvenmiş olan bir kısım insan da acaba hala o
güvenlerini, olumlu algılarını sürdürebilirler mi?
Siyasette toplumsal algı çok
kolay uçup gider, yetki biter.
“Bitmedi, bak takvime bir sonraki seçimlere kadar yetkim var” derseniz;
kusura bakmayın ama o, işin algı değil, olsa olsa hukuk tarafıdır.
Ama iktidarınız zaten şöyle böyle yaratılmış bir “algı” ile
kazanılmışsa, siz ne derseniz deyin “topladığınız” kalabalıklar bazen
diliniz sürçtüğünde bile sizi onaylamak görevi gereği “hüloooooooğ”
çekiyorsa; gün gelip o nidalar kesilirken bilesiniz ki elinizdeki
iktidar yetkisi de artık kayıp gitmektedir.
Hazır iktidar elde iken yine
de direnilebilir, olay tersine çevrilebilir mi?
Direnilebilir… Devlet, bazı çarkların döndürülebilmesi için kendini
yöneteceklere o çarkların anahtarlarını da verir.
Siz “sandıkla geldim, bir
sonraki sandığa kadar yetkim var” dersiniz, her olumsuzluğa rağmen o
çarkları toplumun arzusuna değil de hala kendinize çalışacak şekilde
döndürmeye gayret ederseniz tabii ki biraz zaman kazanabilirsiniz ama
toplumsal algı rüzgarı artık tersten esiyorsa, bu şekilde yol aldığınız
her kilometre, toplumla olan mesafenizi açmakta, sizin geri dönüşünüzü
bir o kadar engellemektedir.
Gerçi o şarkıdaki gibi
birileri “dönülmez akşamın ufkunda”dırlar, onlar için bir şeyler
söylemek çok zor. Ama içlerinde henüz dönebilme şansı olanlar, henüz
gırtlağına kadar batmamış olanlar “vakit çok geç” olmadan dönmelidirler.
Ne de olsa bizim toplumsal algılamamızda hatadan dönmek fazilet sayılır.
|
|