Çukurun içindeki Türkiye kurtarıcılarını nasıl seçecek?
Nereden başlayacağımı düşünürken aklıma Şair “Hayali”nin o ünlü dizeleri
geldi:
"Cihan-ârâ cihan içindedir, ârâyı bilmezler,
Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.”
Bu günkü Türkçesi ile de aşağı yukarı şöyle:
“Cihanı donatan, süsleyen (Burada Tanrı kastediliyor) cihanın
içindedir ama (insanlar) aramayı bilmezler,
Denizin içinde olduğu halde denizden habersiz balıklar gibi.”
*
Gelin şimdi buradan asıl konumuz olan siyasete girelim.
Yapabilirseniz, kendinizi bir an için bir başka ülkenin vatandaşı gibi
düşünün ve oradan bir bakın bakalım Türkiye’ye; acaba dışarıdan
bakıldığında bu memleketin şu anda yaşamakta olduğu büyük sıkıntı nedir?
Görünen en büyük sıkıntı, büyük olasılıkla, bu aralar pek çok ülkede
olduğundan birkaç kat daha kötüsüyle; üretemeyen, satamayan, yoksullaşan
ve her gün biraz daha içeri giden “ekonominin durumu”dur.
O yabancı gözünüzle biraz daha yaklaşıp bakarsanız, yaygın yolsuzluklar
ve siyasi karmaşa dağları belirir karşınızda.
Bütün bunlara bağlı olarak da, böyle bir duruma düşmüş ülkemizin nasıl
toparlanacağı ve içine düşülen bu çukurdan nasıl çıkacağı konusu gelir
aklınıza
Makedonya, Vardar Yenicesi
doğumlu, Kanuni Sultan Süleyman’ın yakın çevresindeki itibarlılardan
biri olan Şair “Hayali”, yukarıdaki dizelerinde, günümüzden
neredeyse beşyüz yıl kadar öncesinden çözümün ipuçlarını vermiş bize
bence.
Hayali; “Bu dünyayı bezeyen, donatan yine bu dünyanın içindedir” diyor.
Tıpkı; demokrasinin işlemediği, siyasilerin halktan koptuğu, seçimlerden
ve seçilenlerden kimsenin pek fazla hoşnut olmadığı bu günün
Türkiye’sindeki insanlarımızın, nasıl ve nereden geleceğini pek
düşünemediği kurtarıcılarını bekleyedurması gibi.
Oysa bu kurtarıcı ya da kurtarıcılar yine bu halkın içinden ve asla
başkalarının eliyle değil, bu halkın eliyle çıkmak zorunda değil mi?
Acaba insanlarımız aslında kendi aralarından birileri olduğu halde neden
o kurtarıcıları bulup hemen çıkarmayı bilemezler?
*
Şair yol göstermeye devam ediyor:
Hani diyor, denizin içinde yaşadığı halde denizi bilemeyen balıklar
vardır ya…
Durumumuz aynen budur.
Bu günün Türkiye’sini içine düştüğü bu çukurdan çıkaracak olan, dışardan
gelecek ya da getirilecek birileri ve onların uzun elleri, fikirleri
değil; yine bu halktır. Ama ne yazık ki durumdan şikayet eden geniş
kitleler durumdan şikayetlerinde adeta birbiriyle yarışırken, kendi
denizlerinin büyüklüğünü ve içinde neleri barındırdığını bilememekte ya
da bilse de kendine lazım olanları bulup öne çıkaramamaktadır.
Halk insiyatif almadıkça, kendi işine sahip çıkmadıkça yapılan ve
yaşanan olay; -Şu ya da bu parti ayırt etmeksizin söylüyoruz- O
insiyatifin doğrudan “mesleği sadece siyaset etmek olanlara” teslim
edilmiş olmasıdır.
İnsiyatif erbab-ı siyasete bırakılınca da olacak olanlar bellidir.
Her kurum gibi siyaset de önce kendi hesabına çalışır.
Siyasetçiye “ Gel bana çalış, benim geleceğimi sen düşün” deyip arkanızı
döndüğünüzde siz o siyaset kurumunun kendi geleceği varken öncelikle
sizi düşüneceğine inanabiliyor musunuz?
*
Böyle bir şey yok ne yazık ki.
Böyle olmadığı için de bu günlerde siyaset; halkın özlemlerinden ve
ülkenin önceliklerinden daha çok, “Önce can sonra canan” deyip kendi iç
hesaplaşmalarını, çatışmalarını, kendi endişelerini yaşamaktadır.
İşte Türkiye’ye ancak bir yabancının tarafsızlığıyla baktığınızda
görülebilen ekonomik ve siyasi çözümsüzlükler adeta bir kartopu gibi
büyüyerek bilinmezlere doğru yuvarlanırken, bizi de içine çeken ve en
koyu çözümsüzlüklerle yüz yüze getiren şey, o siyaset ve siyasetçinin
kendi hesaplaşma ve kavgalarıdır.
Eğer Şairin dediği “Ol mahiler”den olmayabilirsek,
İçinde yüzdüğümüz o engin “halk denizini” fark edersek;
Kesin çözümün ancak halkın kendi içinden çıkacağına inanarak
ve siyasetin “al takke ver külah” hesaplaşmalarına seyirci kalmadan
“bizim bu çukurdan nasıl çıkacağımızı” soruşturmamız ve insiyatifi ele
almamız gerekir.
Türkiye’deki siyaset, maalesef sabahlara kadar kendi içindeki
çatışma-hesaplaşmalarla uğraşırken, içinde debelendiğimiz bu ekonomik
açmazdan çıkış üzerine ne bir projeyi, ne de bu projeyi gerçekleştirecek
kadrolarını ortaya koymuş değildir.
Konuşulan konulara bakın; bunların arasında “saman alevi” türünden bazı
kişisel beyanat ve girişimler dışında” birincil sorunumuz olan ekonomik
krizden çıkış için üzerinde ciddi ciddi konuşulup tartışılan bir model
var mıdır?
Yoksa yine halk arasında yaygın olan kanaate göre “kim gelirse gelsin,
böyle gelmiş böyle mi gidecektir?”
Bir kaçı müstesna, seçilen kadrolara bakın; seçilenler ve seçilmişleri
değiştirip onların yerine yeniden seçilenler için sabahlara kadar
yapılan görüşmeler, acaba bu ülkeyi içinde debelendiği çukurdan
çıkarabilecek en doğru, en halkçı, en birikimli kadroları bulmak için mi
yapılmaktadır yoksa siyasetin içindeki çatışmalar ve yeni denge
arayışları, kimi siyasi hesaplaşmalar ve dar ekipçilik, kankalık
gayretleri dolayısıyla mı?
Ne dersiniz?
Türkiye’nin ve halkımızın bu gün ihtiyacı olan siyaset, aslında sadece
siyasetçilere bırakılamayacak kadar hayati; halkın da bunu fark edip
gerekeni doğrudan kendisinin yapması gerekiyor değil mi?
|