|
|
Tüketim ekonomisi yolun sonuna geldi gelmesine de…
Ekonomi’nin tanımını bilir misiniz?
Üniversitelerde bu alanda eğitim verilirken ilk önce bunu anlatırlar:
“Ekonomi, kıt kaynakların idaresi demektir” denir.
Ardından eklerler; ekonomide hiçbir kaynak sınırsız değildir; yerinde
kullanmak gerekir.
Pek çok dile Yunancadan geçmiş “ekonomi”
sözcüğü "oikia” yani “ev” ve "nomos" yani “kural”
köklerinden gelir, "ev yönetimi" anlamındadır.
Tabii bu evin reisinin “babalanması”, ya da hanımefendisinin “Evde benim
sözüm geçer” demesi anlamında değil; kimin sözü geçerse geçsin, evin
nasıl geçindirileceği, gelirinin giderinin nasıl olup da bir birine denk
getirileceği, çorbanın her gün kaynatılabilmesi anlamındadır.
Dolayısıyla ülkelerin ekonomisini yönetmek de o
anlamda anlaşılır.
Ekonomiyi iyi yöneten; en çok “sarf eden” değil, aynı zamanda paranın
nasıl kazanılacağını, bu değirmenin suyunun nereden geleceğini, bir ara
su bol gelse de bunun halka yüklediği maliyeti iyi hesabeden kişidir.
*
Ekonomiyi idare edenler –bazı dönem kaymaları olsa da- aslında o ülke
halkının kendi ekonomisini yani gelir ve giderini idare ederler.
Halk kazanıyorsa ekonomi kazanır, kazanamıyorsa ülke ekonomisi de
kazanmıyordur.
Halk zenginse ekonomi zengindir, halk fakirse ekonomi fakirdir.
Şu, genellikle popülist, eyyamcı politikacıların işidir:
Kural bu olmasına karşın bazen “büyük düşün” deyip büyük büyük, gayet
lüks harcamalara girilir. Halkımız da havai fişekleri seyrettiği gibi bu
icraatı büyük bir keyifle seyreder.
Seçim zamanı da “Bak bunların zamanında neler görüyoruz, var mıydı
eskiden bunlar” derler.
Bir düşünelim bakalım; halkı kazanmayan bir ülkenin ekonomisi kazanıyor
olabilir mi?
Olamaz tabii… Ülkedeki yabancı yatırımcılar ve o yatırımların bir
ucundan tutanlar hariç halk kazanamıyor, borç harç geçiniyorsa hiç merak
etmeyin ülke ekonomisi yani milli ekonomi de borç harç geçinebiliyor ama
o icraatı ülkenin zenginliği sanılıyordur.
Bizde ayağını yorganına göre uzat denir ya, işte ekonominin bir tanımı
da odur.
“Yorgan” geliri, “ayak” harcamayı temsil eder. İpin ucunu kaçırırsanız
yorgan kısa gelip ayaklar dışarıda kalır, üşütürsünüz maazallah.
Ekonomiyi sadece para hareketi olarak gören bazı siyasetçiler, nasıl ve
hangi maliyetle gelirse gelsin o gelen paraya bakıp, buldukça “icraat”a
geçerler.
“İcraat” parayı harcarken de hoştur, karşılığında bir şeyler ortaya
çıkınca da… Ama harcanan paranın kaynağı ülkenin geliri değilse, yani
yorgan kısa ayaklar dışarıda ise, O zaman bırakın demelisiniz bu
ayakları…
*
-Ama bak adam duble yollar yapıyor, dünyanın
ikinci büyük havaalanına layıksınız diyor, üçüncü köprüyü kuruyor, yeni
bir İstanbul Boğazı kazdırıyor… İstanbul Boğazı!
Yazının başında Bir ekonomi “kazandığı kadar harcayabilir” demiş bir de
“dönem kayması”ndan söz etmiştik.
Evet, ekonomilerin gelir-harcama dengesi vardır ama bu “genel denge”de
bazen ve çoğu zaman da harcamalar gelirleri aşabilir.
Ekonomi yönetiminde gösterilmesi gereken bütün hassasiyet, bu aşmanın
neye rağmen ve ne ölçüde olduğu konusundadır.
Gücünü bu devletin ekonomisini de yönetme yetkisinden alan siyasetçi
anlatır: “Devletin kasasından beş kuruş çıkmadan, al 20 yıllığına işlet
dedik, verdik!”
-Peki vermeseydin de kendin yapsaydın?
-…………….!
Yapamaz, ama arkasından da öğünür: İşte biz bunları yapabilen bir
iktidarız!
-Hayır efendim, bu devr-i iktidarınız zamanında kazanılanın sarfı değil;
her kimler ise, gelecek dönem iktidarlarının bütçesinin, gelecek
nesillerin harcamasının kendi iktidarınıza kaydırılmasıdır.
Kaldı ki eski iktidarların birikimlerini de babalar gibi satmış değil
miydiniz? Yani seksen yol öncesinden 20, 30, 40 yıl sonrasına kadar yüz
yılı aşan bir dönemin gelirleriyle bu yapılanlar.
-Evet ama gelecekten borçlanmadan da hiçbir iş olmuyor?
-İyi de geleceğin bir ucu kıyamete kadar uzanıyorsa siz de kıyamete
kadar geçecek bütün yılları ipotek altına mı sokacaksınız?
*
Bu tarz-ı siyasetin her şeye rağmen ekonomiyi bozacağı, bir gün para
akışının aksayacağı, kaynakların kuruyacağı düşünülmeliydi.
Çünkü ekonominin temel aracı “para” da sebilullah değil, kıt
kaynaklardandı.
Düşünülmemiş, aksine “büyük düşünüp büyük büyük harcamalara girilmiştir.
İşin kötüsü; ekonomi bilmezlik, iktidarın kendi siyasetinin geleceğini
de tamamen bu para akışına bağlamıştır.
Para kesilince icraat kesilecek, yatırımlar önce aksayacak sonra da
duracaktır.
Dışarıdan gelen para kesilince hatta bir ölçüde geri gitmeye başlayınca
bu siyaset artık ne yapabilir?
Hangi “En büyük” “en modern” “en muhteşem” “en çılgın” icraatı finanse
edebilir?
O “isteyene istediği kadar borçlanma imkânları” ortadan kalkınca halk ne
düşünür?
“-Dışarıdan gelmezse yine halktan alırız” deseniz de kendi derdindeki
halktan neyi alabilirsiniz?
*
Hani bir laf vardır:
“Harç bitti, inşaat paydos!”
Para bitince bu siyaset tarzı da bitmiştir.
Dikkat edilirse son zamanlarda da yeni bir siyaset tarzına yönelinmiştir.
Yaşanan sertliklerin, hukuksuzlukların, arayış zikzaklarının nedeni
budur.
Ama ne yazık ki çaresi yok.
Yabancıların söylediği şu laf da durumu çok iyi anlatıyor:
“No Money no company” yani para yoksa kumpanya da yok!
|
|