|
|
Kefenin cebine
sığmayacak kadar çok çalmanın muhtemel nedeni
Bilmem farkında
mısınız?
Biz artık “milyon dediğin de nedir ki” deyip, “milyar” dolarlık
hırsızlık ve yolsuzluk rakamlarına bayağı alıştık.
Ne dersiniz? Acaba
TL’den altı sıfır atıp trilyonları, katrilyonları kaldırınca onların
yerine geçen eşdeğerleri bu “vukuat”ları bizim beynimize daha küçük ve
önemsiz paralar gibiymiş gibi mi algılatıyor?
Çocukluğumda ilk
defa elleri kelepçeli bir hırsız gördüğümde onu neredeyse bir uzaylı
görmüş gibi garip bulmuştum; Bu nasıl bir insandı? Bizlerden nasıl da
farklı olabiliyordu?
Öyle ya, o
zamanlarda esnaf öğle yemeğine çıkarken kapısını kilitlemek ne kelime;
önüne çaprazına bir tahta sandalye koyar giderdi…
Evlerin, o hafiften ittirsen açılacak sokak kapıları çoğu zaman tam
kapanmazdı bile.
Gelenler, “acaba içerideler mi?” diye kafasını uzatır, bir “Huuuuu
komşuuuuu, evdemisin? der, boşluğa seslenir, ses gelmezse içeri
girmezdi.
O zamanlar her şey
çok boldu da insanların gözü mü toktu?
Kanunlarda çalıp çırpmanın cezası daha mı ağırdı?
İnsanların imanları, etik değerleri daha mı kuvvetliydi?
Bilemiyorum… ama sanmıyorum da.
Üstelik bu gün hırsız, yolsuz, sahtekar da olsalar; şimdiki insanlar
işte o “dürüst” toplumun insanlarının çocukları ya da torunları değil
mi?
*
O halde bu toplumu
değiştiren ne?
O kadar da az değil ama; haydi, “bunu yapanlar ancak bir avuç” dense de,
peki ya toplumun o bir avuçtan geri kalanı nasıl değişti de sonunda
“çalmayan mı var” “çalıyor ama yapıyor” ya da “hırsız ama bizden”
“çalıyorsa bu devletten çalıyor” noktasına geliverdi?
Acaba bu hırsızlık virüsü o tarihlerde çok “nadirattan”dı da, grip
mikrobu misali kendi kendine çoğala çoğala sonunda bütün toplumu
etkileyen böyle bir salgın haline mi geldi?
*
“Ar damarı
çatlamış” sözünü bilir misiniz?
Bilemeyenler için söyleyelim; “artık utanması kalmamış” anlamındadır.
Böylelerine “yüzüne tükürsen yarabbi şükür der” de denir.
Ne kadarı
kendiliğinden üredi, ne kadarı biryerlerden geldi bilemeyiz ama; bu
giderek büyüyen yolsuzluk, hırsızlık rakamlarının her halde “marjinal
fayda” teorisinde bir açıklaması olmalı.
Kimse “yok artık, asla…” demesin; sırf onun ruh halini, kendisini buna
iten güdüleri anlayabilmek için önce hırsızla “empati” yapmalı mesela.
Yani Türkçesi: “Ben hırsız olsaydım neden yapardım?” deyip bir an için
onun yerine geçmeli…
Ne demiştik?
Bir zamanlar hırsızlıklar da hırsızlar da küçüktü değil mi?
Evet küçüktü ama, hırsızlığın küçüğü-büyüğü olamayacağına göre kimi
insanlar o zaman da “hırsız”dı ama bizim toplumumuzda oldukça seyrek
oldukları, hırsızlıkları da “ölçülü” olduğu için pek o kadar
duyulmazlar, toplum da böyle bir şeyle sıklıkla karşılaşmadığı için
tepki gösterir, fevkalade ayıp karşılardı.
Küçük ya da büyük; ama mutlaka “Hırsız”ın ar damarı “çatlak”tır.
Yani utanması, çekinmesi olamaz.
Suratı meşin kaplıdır.
Dolayısıyla onun ufaktan çalmasıyla büyük düşünüp büyük götürmesinin
kendi utancını artıracak, onu “bu kadar da yapmayayım” diyecek bir
duygusu, kolay kolay yüzünün kızarması yoktur.
Ama şimdi “marjinal fayda” teorisiyle açıklamaya çalışacağım bir
başka “duygu”su vardır:
Çaldığı para az ise onun için oldukça değerlidir.
Çalmada işi ilerlettikçe eline daha fazla para geçer fakat kolay elde
ettiği, elinde çok para tuttuğu için onun gözünde o paralar giderek
“değersizleşir”.
Örneğin on lira çaldığında “iyi para” der, gidip belki de karnını
doyurur, önemli bir ihtiyacını karşılar ama örneğin bir milyon dolar
çaldığında bu paralar onun gözünde belki de “paracık”tır.
Yüz milyon dolarlar çalmazsa tatmin olmaz.
Bu giderek daha az değer atfetme işine iktisatta “paranın marjinal
faydasının azalması” diyoruz.
Yani paranın miktarı arttıkça, her yeni elde edilen paranın değerinin
bir öncekine göre azalması; dolayısıyla artık bu duygunun ancak daha
büyük hırsızlıklarla tatmin olması hali.
Ya da meslekte ilerleyen hırsızın artık küçük hırsızlıklardan mutlu
olamaması.
*
Sıradan insanlar soruyorlar:
-Hadi bir çaldın, on çaldın, yüz çaldın, bin çaldın…
Arkadaş kefenin cebi yok ki; daha ne kadar çalacaksın, daha doymadın mı?
-Doymaz.
Düz düşününce akıl ermiyor bu işe doğrusu.
Ama galiba bu işin kendi içindeki mantığı böyle; çaldıkça hırsızın
tatmini azalıyor, aynı tatmini sürdürebilmek için de daha büyük çalmaya
çalışıyor.
*
Peki bu durumda ne yapmalı diyeceksiniz ya…
Söyleyelim; kimi insanların yapısında olan hırsızlık virüsü ölmez, kendi
kendine giderek çoğalır.
“Bak falan az çaldı, şimdi çalmaz; adam doymuştur” demeyin.
Çalar… Hem de ne biçim çalar…
Çalmasaydı bu toplumda hırsızlar bu kadar türemez, iş salgına
dönüşmezdi.
Bu temiz toplum da her gün daha fazlasını duya duya bu kadar kanıksayıp
duyarsız hale gelmezdi.
Elinizde fırsat varsa her kademeden hırsıza bu günden engel olun, yol
vermeyin.
Onların ar damarları çatlaktır.
Nerede görürseniz önüne geçin, engel olun, hırsızlığını yüzüne vurun.
Yapmadığınızda bunu kibarlığınızla açıklayamazsınız; yapmıyorsanız
mutlaka siz de kanıksamaya, onun suç ortağı olmaya başlamışsınızdır.
İyi düşünün.
Bir şey değil, gözünüz kulağınız alışır da bu işlerin vebali size de
bulaşır.
|
|