Hangi parayla nasıl siyaset?
Ya da “siyasetin finansmanı”


Hani “Un var, şeker var da, helva yapacak adam yok” falan derler ya…
Bu deyimi çevirip tersinden okumaya çalışacak olursanız, “bir adamın helva yapabilmesi için en azından un ve şekere de gereksinimi vardır” gibi bir sonuca varabilirsiniz.
Yani helvanın  “olmazsa olmazlarına.

Peki, “siyaset” denen helva yapılırken olmazsa olmazlar nelerdir diye düşündüğümüzde akla neler gelebilir?
Un ve şeker değil tabii..
“Taraftar”  “Siyasi görüş” “Örgüt” “Tüzük” falan değil mi?
Ama” akla” değil de “başa” geldiğinde bir de bakıyorsunuz ki, siyasette helva yapmak için bütün bunlardan daha fazla öne çıkan bir başka “olmazsa olmaz” var: “Para”

Hem de öyle az buz değil, yüklüce bir para.
Üstelik ilk bakışta hemen akla gelmeyen, işin edebiyatında ya da kağıt üzerinde pek kendini belli etmeyen bu “olmazsa olmaz siyasi malzeme” kimi zaman diğerlerinin gerekliliğini bile ikinci, hatta üçüncü plana “itebiliyor”.
Yani bu sonuncu malzeme “kuvvetli” olduğu zaman, siyasetin helvası; içinde çok fazla siyasi fikir ya da tavır olmasa, pek taraftarı bulunmasa, önceden konmuş usullere pek uymasa da, yine de “ben yaptım oldu” denerek yapılabiliyor.

Bu benzetmeler bir yana bırakırsak; bizdeki siyaset “maalesef” kitabında böyle bir şey yazmasa da “hayatın içinde” “para”dan oldukça etkileniyor.

*
Siyasetin hukukunu düzenleyenler, eğer o sıralar biraz da kendilerine yonttuklarını göz ardı edersek, siyaseti bu “para” sorunundan kurtarmak için partilere “hazine yardımı” denen usulü yararlı kabul etmişler.
Demişler ki; siyasetin içinde her zaman propaganda çalışması vardır; propaganda için de para gerekir.
Kimde para çoksa onun propagandası olacak ve parası olmayanın fikri ne olursa olsun bakakalacaksa, biz de siyasi partilere “hazineden”  para vererek bu ihtiyacı karşılayalım, paralıyla parasız arasındaki dengeyi kuralım..

Bu düzenlemeler yapılırken, önerilerden biri, “ her partiye eşit para verelim” biçiminde olmuş. O zaman da –tabii ki bunlar büyük ya da iktidar partisinden olmalılar-“parayı gören herkes parti kurar, paralar çarçur olur” diye karşı çıkılmış.
Böylece; çok idealist olsa bile “popüler olmayanlar”la “yeni gelişen fikirlerin savunucuları” açıkta kalırken bir nedenle halk arasında geniş kabul gören partiler avantajlı duruma geçmişler.

Her partiye eşit para verilsin düşüncesine karşı çıkanlar başka bir model geliştirmişler: “Biz partilere bir önceki seçimde aldıkları oy oranında para verelim; böylece toplumda hangi fikirler kabul görüyorsa onlar desteklenmiş olsun, toplumda karşılık bulamayanlar da hazine imkânlarından haksız yere yararlanmasın” denmiş.
Bu model de açıkça ortada ki; mevcut büyük partileri yeni ve küçük partilerden daha avantajlı hale getirmiş. Bir bakıma, bu yöntemle de aslında toplumda yaygın olan siyasi düşüncelerin “muhafazasına”, durumlarını daha da pekiştirmelerine devlet desteği sağlanır olmuş.

*
Bu “hazine yardımı” işi uygulamada bir “yasa” konusu olduğu ve yasaları da iktidardaki partiler yaptığı için, zaman zaman sistemde “böylesi bize daha çok yarar” denip “içinde bulunulan şartlara özel” düzenlemeler de yer almış.
Örneğin, “Ülke çapında yüzde onu aşamayanlara vermeyelim denmiş…
Peki yüzde on’un hikmeti ne?
Olsun, bu bize göre oldukça “ideal” bir ölçü denmiş.
Sonra; “ yok yok, düşündük de yüzde 7 alanlar da en az almaya hak kazanan parti kadar destek alsın” diye fikir değiştirilmiş
Hatta bu alacağı para en azından şu kadar olsun” falan gibi, basbayağı iktidarın gönlünden kopma özel tarifler de geliştirilmiş.
Bunlar Anayasa Mahkemelerine gitmiş gelmiş, olmamış yeniden düzenlemeler yapılmış ve siyaset kendisini finanse ettirmek için sonunda işte böyle bir “hukuk” yaratmış. 

Üstelik, paranın tam da lazım olacağı seçim dönemlerinde –ki o dönemler her fikrin eşit olarak yarışacağı dönemlerdir- bu hazine yardımları her zamankinden 2-3 kat daha fazlasıyla uygulansın denmiş.
Bundan da ne sonuç çıkıyor biliyor musunuz?
Normal zamanda bu “hukuk”a göre, ideoloji ağırlıklı küçük bir partinin alacağı para “sıfır”dır.
Büyük partinin alacağı örneğin  “yüz” ise; seçim zamanı, yani aslında tam da siyasetin yapılacağı, fikirlerin kapışacağı zaman o küçük partinin alacağı yine sıfırda kalırken, büyük partinin alacağı “üç yüz” oluyor.
Aradaki fark üç katına çıkarılmış.
Buraya kadarı sözüm ona işin “hukuki” tarafı.

*
Siyasette “para”nın ağırlığı devlet yardımı dışında da ciddi tartışmalara yol açmaktadır.
Hayatın akışına bakıldığında, siyaset; aldığı devlet yardımından daha fazla “bağış”çılarından yani “gönüllü ödemeler”den beslenir.
“Peki ya o gönüllü ödemeciler nereden beslenir?” dediğimizde, siyasetin finansmanı konusunda önümüze bir başka konu çıkıveriyor:

Popülist siyasette, özellikle seçim zamanlarında insanlar ya da kurumlarda şiddetli bir “bağışlama” duygusuna(!)  yol açan önemli unsur hiç tartışmasız, çıkar ilişkisidir.
Adı, “gönülden kopmak” ”bağış” falan olsa da, bu tür “tamamen duygusal” davranışların genellikle “bir şeyler sağlama” iktidarında olanlara karşı alabildiğine “coştuğu” açıktır.
Hatta bu coşku bazen kimilerine “bağışlamak” yerine “sürç-ü lisanla “ben şu kadar koyuyorum” “ben şu kadar yatıracağım” gibi sözler de söyletir.
(Aslında halkı ve memleketi için fedakârlığa bu kadar yatkın kişilerin bu paraları hayır hasenat işlerine doğrudan yatırmak gibi kestirme bir yolları varken neden gidip siyasi partiler üzerinden “yatırarak” uzunca bir yolu tercih ettiklerini kendilerinden sormak gerekir)

İşte bu “bağış” işi zaman zaman çok abartıldığından, ya da “bağışçılar” arasında gereksiz rekabet yarattığı için fazlaca itiraz geldiğinden dolayı olacak ki; Siyasetin “hukuk”u sonunda buna da el atmış ve “bağış” konusuna bazı sınırlamalar getirmiştir.
Denmiştir ki, siyasette parayı vermeyenin düdük çalma hakkı yok, tamam ama, o zaman da parası çok olanın düdüğünden herkesten fazla ses çıkar. İşte bu nedenle biz bu işe iyi kötü bir sınır koyalım, siyaseti “en çok paralılara” teslim etmeyelim.

“Gönlü zengin”lerin bu duygusallıklarının kendi aralarındaki denge ve rekabetçiliğini bozmaması için getirilen bu “sınırlama” bizim hukukumuzda şu anda “bağışçi” başına yıllık 2000 liradır.
Ancak 76 milyon nüfusunun 46 milyonu zaten yoksulluk sınırını aşamamış bir ülkede, bu kesimdeki insanlar için böyle tedbirlere lüzum olmayacağı; ama diğer taraftan bu sınırlamanın; imkanı geniş olanların belki onlardan bazılarının yerine de aynı “bağışlama hassasiyeti”ni göstermesine engel olamayacağı açıktır.

*
Peki, buraya kadar anladık ki “siyaset helvası” nın tarifinde olmamasına, siyasetin diğer malzemeleriyle olan dengenin bozulmaması isteğine rağmen - maalesef- bu bağışçı destekleri de önünde sonunda herkesin kendi gönlünün ölçüsüne göre imkan verdiği için bazen bu “siyaset helvası”nın tadı kaçabiliyor.

Ne yapmalı o zaman?
Hani kimisi az şekerli sever, kimi bal gibi olsun ister ya… Bu tabii ki sonuçta bu işten “beklenen” lezzete de bağlı.
Yürüttüğünüz siyaset damakta nasıl bir tad bıraksın istiyorsanız, malzeme dengesini de ona göre ayarlayabilirsiniz.
Mesela “popülizm” siyasetçileri “para ağırlıklı siyaset”i tercih ederken, fikir siyasetçilerine ya da  “yoksulluk sınırı içinde bocalayanlar”a sorsanız “fikir” ve “örgüt” ağırlıklı olsun isterler.
Sanırım herkes gücüne ve kendi damak tadına göre bir şeyler olsun istiyor.
Bilmem siz nasıl istersiniz?

Siyaset bu.
Kime ne demeli?