Medya kimin dili olmalı?
Halkın mı, hükümetin mi?


Bu günlerde çok şey çığırından çıkınca millet çareyi işi mizaha dökmekte buldu ya;
biz bundan geri kalır mıyız hiç…
O neşeli türküyü tornistan ediverdim kendime göre:
Yine yeşillendi hökümat dalları, bilmem ne olacak medyanın halları”
Tuzumun kuru olup dalga geçtiğimden değil, başka türlüsü bir işe yaramadığından…
Biraz olsun efkâr dağıtmak için.
Hani derler ya; “Ağlayıp bir de gözden mi olalım?”
Sahi ne olacak şu medyanın halları?

*

Eş Başkan Obama diyor ki:
Kağıt gazetelerin devri bitmiştir

Haberi şöyle:
ABD Başkanı Barack Obama, dünyanın en büyük internet satış platformlarından Amazon’un e-kitap okuyucusu Kindle üzerinden okurlarla buluşan Kindle Singles serisine verdiği röportajda, basının sorunlarına değindi;  “Kağıt gazetelerin devri bitti” dedi.

İnternet kullanımının günden güne artması ve basılı gazete satışlarının düşmesinin ardından geleneksel medyanın da … zorlandığını vurgulayan Obama, artık işlerin geçmişteki gibi yürümediğini söyledi.

Obama, “Orta sınıfa girmek isteyenler zorlandıkça zorlanıyor. Bunu her meslek dalında görüyorsunuz. Gazetecilikte görüyorsunuz. .. Gazeteciler geçimlerini sağlamak için çok uğraşıyor, hatta zaman zaman bir gazete için çalıştıklarında ellerinde olmayan imkanlarla serbest muhabir olarak yaşamaya çalışıyorlar”

“Teknoloji” ve “eş” politikalar her iki ülkede de aynı olunca Türkiye’miz bundan nasibini almaz mı?
Alır elbette.

Peki, sadece kağıt gazeteler mi?
Ya televizyonlar?
“Klasik televizyon”ların dönemi de bitmiştir.
Bir yandan yeni teknolojinin getirdiği imkânlar, diğer yandan hükümete teslimiyet; onun devrinin de erken kapanmasına neden olmuştur.
Aslında daha da yaşayabilirdi mi dersiniz?
Şimdiki kadar vakitsiz olmasa da yaşayabilirdi kuşkusuz ama iktidara bulaşmaktan dolayı ölümü hiç beklenmedik ölçüde erken olmuştur.

*
Teknoloji insafsızdır, “yeni gelen eskisini kovar”  tamam…
Ama iyi kötü, onun gelişi ve yaygınlaşması hesap edilebilir, değişimine ayak uydurulabilir bir olaydır.
Fakat medyanın hükümet emrine girip ona “teslim olması” tam anlamıyla “erken ölüm” nedeni oldu.
Çünkü insanlar hükümetin “iktidar spotları”nı, “güzellemelerini”, “gereken yapılacaktır” larını, memleket hop oturup hop kalkarken arşivden çıkarıp bilmem kaçıncı defa sunduğu  “penguenleri” değil kendi dertleri ile ilgili şeyleri, gerçek durumları izlemek isterler.
Bir zamanlar doğu bloku devlet televizyonlarının soğukluğunu hatırlasanıza...
*
Haydi bu iş öyle ya da böyle oldu, kimse izlemedi, izlenmeyince reklam alamadı ve büyük patronlar zarar gördü ya da daha önceki kazanımlarını batırdılar ve “tövbe”  daha da bu işe devam etmeyiz” dediler diyelim.
Yalan da değil hani, özlediğimiz anlamda yayıncılıkla  ve sadece gazete satmak ya da televizyonculuk yapmaktan para kazanan var mı bu âlemde?
Yok!.
İyi ama ya o medya çalışanları? Ya o bütün yaşamlarını medyanın mevcut yapısına göre düzenlemiş, geleceğini ona bağlamış olanlar?
Şimdi her gün bir kaçı şu ya da bu nedenle kapının önüne konurken insanın içi acıyor ama bir sektör neredeyse topluca batarken ne yapılabilir ki?
Hükümete yaranılmak için; öncelikle de gazetecinin, televizyoncunun en gerçekçisinden, en dürüstünden başlanarak yapılıyor bu işler “Bak ben bu hükümet için neler yapıyorum,  gör beni bir biçimde” havalarıyla.
*
Çok yıllar öncesinde sohbetini dinlemek fırsatını bulduğum duayen gazeteci Nezih Demirkent bir şeyler anlatmıştı medyacılık konusunda.
Diyordu ki; “İnsanlar daha çok okumak istedikleri şeyi görmek isterler gazetede.
Adam 90 dakika tribünden maçı seyreder, sonra sabah açar gazeteyi heyecanla o maçın haberini okur”.
“İkincisi… gönlünden geçeni görmek ister haberlerde. Mesela kendisi ev sahibine kızıyordur; gazetede ‘adamın biri ev sahibinin kulağını ısırdı’ haberini gördüğünde onu okumaktan büyük zevk alır”.
*
Teknolojinin kendi devinimi dolayısıyla değiştirdiği dengeler, maalesef; hükümetin siyaseten sıkışıp medyaya hükmetme, kendi istediği haberi yazdırma ya da izletme gayreti dolayısıyla da bozuldu. Sorun iyiden iyiye “yuvarlandıkça büyüyen bir kartopuna” dönüşerek sektörde pek çok insanı apansız ve sipsivri ortada bırakmaya başladı.

*
-Bu günkü teknoloji, insanları okuma sıkıntısından kurtarmıştır.
Görsel ve işitsel bilgi ve haber “yazılı”dan daha cazip hale gelmiştir.
-Yazılı basının kağıt, baskı ve dağıtım gibi önlenemez maliyetleri karşısında elektronik medya, fiyat ve süratte açık ara öne geçmiştir.
-Basılı yayının ömrünü doldurup rantabilitesini kaybetmesiyle kâğıtta gazetecilik kendi başına bir meslek olarak sürdürülebilir olmaktan çıkarak kimi işadamlarının “para kazandıran” işlerini yürütmede “destek” daha doğrusu her ihtimale karşı kendilerini “savunma” aracı haline gelmiştir. Dolayısıyla habercinin ve haberciliğin anlamı kalmamıştır. Dikkat edilirse her “parlayan” iş adamına işin büyüklüğüne göre bir gazete, televizyon nasip olmaktadır.

-İşadamı patronluğundaki gazetecilik, hükümete aradığı fırsatı vermiştir.
Kimi zaman korkutarak kimi zaman havuç uzatarak; gazeteler ile yine yeni teknolojilerin kurbanı olan klasik televizyonculuk teslim alınmıştır. Böylece halkın duyup öğrenmek istediğinin yerini hükümetin duyurmak ve öğretmek istedikleri almıştır. Bir dizi filmin başına gelenler bunun ileride derslerde bile okutulabilecek örneğidir.

-Sektördeki çöküş ekonomik olarak “gerçekleşmiştir”. Bundan sonra hiçbir “patron” bu işe bu koşullarda girmeyecek, ilave yatırım yapmayacaktır. İşin bitmesi de zaten okurunun, izleyicinin olmamasından değil, patronların vazgeçmelerindendir. Çünkü bir işte kazanç yoksa o işin yatırımcısı da yoktur. Mevcut görüntü, klasik medyacılığın tasfiyesinin zaman alması ile teslim olan kimilerine yapılan hükümet desteği dolayısıyladır.

*
Bütün bunlardan sonra şimdi şunları söylemek ve düşünüp konuşarak altını doldurmak lazımdır:

-Kâğıt üzerindeki gazetecilik ömrünü tamamen doldurmuştur, Kâğıdın yerini ekran almıştır. Ancak bu ekran medyacılığı da klasik televizyon ekranından bilgisayar ekranına hatta cep telefonlarının ekranlarına doğru hızla kaymaktadır.

-Halk dünyada ve bizde yaşanan kriz dolayısıyla hükümetlerin vaatlerini değil, etrafta ne olup bittiğini öğrenmenin derdine düşmüştür. Dolayısıyla, “hükümetlerden bağımsız” kaynaklardan gelecek gerçekçi haberlere doğru bir eğilim vardır. Bu haberler denetimsiz olmakla birlikte en azından içindeki doğru olanları sansür edilememektedir. İzleyici doğruyla yanlışı kendisi ayıklayacaktır.

-Bütün bunların yanı sıra “İyi ama hem klasik medyacılık yapan hem dürüst kalanlar da var..” da denecektir. Maalesef onlar da klasik yayıncılığın hantallığı ve maliyetleri ile hükümetin baskısı arasında sıkışıp kalmıştır ve de ancak kendi kadrolarının artık sınıra gelmiş özverileri ve kimi gönüllü destekleriyle ayakta kalmaya çalışmaktadırlar.

-Geleceğin medyası, eskinin “tasfiye yükü”nü taşımayan, yani şu sıralar “Sırtında yumurta küfesi olmayan”, yeni teknolojiyi kavrayıp kullanan ve “halkın sesi” denilebilen medya olacaktır. Önünde ne yüksek maliyetler, ne sansür, ne hükümet baskısı olmadığı, üstelik hem medyacısı, hem izleyicisi “yeni nesilden” olduğu için bu konudaki “gelecek” artık yeni nesil medyanındır.
Peki eski nesil ne yapacak derseniz; bu duruma uyabildiği kadar uyacak, uyamayan maalesef bir biçimde başının çaresine bakmak zorunda kalacaktır. Şu anda yaşanan süreci beğensek de beğenmesek de durum aynen budur.
Buna belki son bir şey eklemekte yarar var:
Bir gün geriye dönüp bakıldığında mutlaka “artık olan oldu” denecektir ama, hiç olmazsa bu günlerde yaşananların mahcubiyeti duyulmamalıdır.