|
|
Siyasette vatandaş olmakla
ticarette müşteri olmak
Hani insan
bazen televizyondaki yarışma programlarına takılır ve böylece kendi
bilgilerini sınamak ister ya… Aynen onun gibi düşünün:
Alın size bir hukuk sorusu:
“Vatandaş ile müşteri arasındaki fark nedir?”
Boyu posu mu?
-Hayır
Rengi mi?
-Hayır
Memleketi mi?
-Hayır
Cinsiyeti mi?
-Hayır
O zaman nedir aradaki fark ?
Aslında o karşınızdaki kişi; boyuyla, rengiyle, memleketi ve
cinsiyetiyle hatta vatandaşlık numarasıyla bile her zaman aynıdır.
Vatandaş ile müşteri arasındaki fark onun nasıl göründüğünden değil,
sizin onu ne olarak gördüğünüzden ibarettir.
İçinizdeki niyetinize göre karşınızdakine şöyle bir nazar atar;
-Gel “vatandaşım” benim dersiniz.
Ya da gel benim “müşterim”.
İşte o anda, karşınızdaki de muhtemelen kendisinin sizin karşınızda ne
olduğunu kavramaya başlar. Ha bir de sizin kendisine bu ilginizin
nereden kaynaklandığını.
*
Konuyu
daha da yalın anlatmak gerekirse; Devlet ve kamu kurumları -ki buna
siyasi partiler de dâhildir- salt amaçları doğrultusunda baktıklarında
karşısındaki her kişiyi “vatandaş” olarak görür.
Buna karşılık bir ticari kuruluşa göre aynı kişi kendisine bir mal ya da
hizmet satılsa da satılmasa da “müşteri”dir.
İyi de bunun öyle ya da böyle olmasının ne önemi var?
-Olmaz mı? Vatandaş sayılmaktan doğan bütün alacaklar “hak”tır, ananın
ak sütü gibi helaldır.
Bunu sana verecekler diye kimseye beş kuruş bile ödemezsin.
Müşteri oldun mu her şeyin bir bedeli vardır.Piyasa bu, ne alırsan al
tacire istediği bedeli ödersin.
-Ödemezsem?
-Zorla değil ya; ödemezsen o vermez, sen de zırnık alamazsın!
-Ama? Aması falan olmaz bu işin.
*
Gezi
Parkı’nda başlayan hak arayışları, demokratik girişimler özellikle bu
güne kadar siyasete mesafeli duran kesime tatlı bir heyecan getirdi.
O ilgisizdir, bencildir, ne memleketini ne kendi geleceğini düşünmüyor
diye endişelendiğimiz önemli kitle bir anda herkesi şaşırttı ve “Bu
işlerde ben de varım” diyerek siyaset gündemini altüst etmedi mi?.
Üstelik kendilerine çok ihtiyaç duyan muhalefetin gayretleriyle de
değil; herkesin gözü önünde geçen ve her gün yaşadıklarımız yanında
ancak ahval-i adiyeden sayılabilecek bir olayla; iktidarın kendilerini
yok sayması ve ardından seslerini kısmaya çalışmasıyla.
Muhalefet
buna sevinmeli mi?
-Hiç bundan daha sevindirici bir şey olabilir mi?
Taş atmadan, kolunu yormadan geniş ve etkili bir “karşı oy” kaynağı
çıktı ortaya.
Hani adeta adama uzak bir akrabasından yüklü bir miras kalması gibi bir
şey.
Her halde sevinmiş olmalıdırlar diyoruz.
*
Ne istiyorlar bu yeni siyasetçiler?
-Aslında çok basit ve anlaşılır şeyler.
Bu ülkenin aydınları, yurtseverleri, dürüst insanları neleri istiyorsa
sadece onları; hatta bütün parti programlarında aşağı yukarı yazılı olan
şeyleri.
-İstanbul’a dokunmayın, yaşam tarzımıza karışmayın, çevreyi katletmeyin,
bizi ırkımıza cinsiyetimize, inancımıza göre ayırmayın, ranta kurban
etmeyin, hepimiz eşit vatandaşlar olalım diyorlar değil mi?
Evet, hatta daha da ileri gidip kendi kişisel çıkarlarını bile geri
plana itmişler; işlerini imece usulü yapıyor, ellerindeki eşyayı,
önlerindeki yiyeceği, ceplerindeki parayı bile bölüşüyorlar.
Adeta para pul meselesinden huy kapıyorlar, hükümet ehliyet
değiştireceklerden 101 lira isteyince el kadar kağıda bu parayı vermeyiz
deyip nasıl geri adım attırdıklarını gördün değil mi?
*
Ne dersiniz, onları mutlaka kazanmak gerekmez mi? Bu belki de geleneksel
siyasetin onlarla yakınlaşması için en önemli fırsat, kullanamazsak
kaçıp gidecek.
-Mesela; kente, çevreye ve insana bu kadar sahip çıktıklarına; bu kadar
inançlı ve gayretli olduklarına göre onları bu yerel seçimlerde aramıza
alalım, belediye meclislerine, başkanlıklarına aday olsunlar desek?
-Olur, kadınlardan ve gençlerden para almayalım ama yetişkin erkeklerden
meclis üyeliği için iki bin, belediye başkanlığı için beş bin lira
başvuru parası yatırsınlar, bir değerlendirelim olup olmayacaklarına
bakıp bildirelim kendilerine.
-Daha aday adayı iken, yani bir dilekçe ile adaylığa kabul edilip
edilmeyeceklerini partiye sormak isterlerken de mi?
………………………………..
(Arkasını getiremedim sayın okurum; bundan sonrasını sen kendi kafanda
bildiğin gibi bağla lütfen, ben dışarı çıkıp biraz temiz hava alacağım)
|
|