|
|
“Küresel esnaf”
ne pala sallar ne reklama kanar
Nereden aklıma
takılmış pek hatırlayamıyorum ama hep dikkat ettiğim bir şey vardır:
Bir şeyinin reklamı çoksa, satıcısının pazarlama konusunda bir sıkıntısı
var demektir.
Öyle ya, insanlar gözlerinin önündeki bir malın ya da “hizmet”in
değerini ilk bakışta anlayıp zaten satın alıyorlarsa ya da tam tersine,
“dönüp bakmıyorlarsa” sen reklamla kime neyi tanıtacaksın?
Reklam, halkın; ya
piyasaya yeni sürülen ya da önceden sürülmüş ama satışı pek de iyi
gitmeyen malı biraz allayıp pullayarak, insanların duygularını
gıdıklayarak “pazarlama” olayıdır.
Adını bir zamanlar “Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni
genelevde piyanist sanıyor” adlı kitabıyla öğrendiğimiz ünlü reklamcı
Jacques Séguéla da yaptığı bu işin ne olduğunu ilginç bir
benzetmeyle anlatmıyor muydu?
Reklamcılık kötü bir şey mi?
O kadar da değil belki ama her işin bir karşılığı olmalı. Eğer
reklamcılar iş iştir diye hiç olmadık bir şeyi bile becerileri ölçüsünde
allayıp pulluyorlarsa; halkın da, onların bu “beceri”lerinin neye hizmet
ettiği konusunda bilgilenmesine pek fazla itiraz etmemeleri gerekir.
*
Türkiye 2013 Mayıs sonundan bu yana hop oturup hop kalkıyor.
Protestolar sadece Taksim Gezi parkında mı?
Hayır, aç pencereyi bak sokağa hemen orada.
Hatta açmasan da tencere tava seslerini duyarsın akşamın karanlığı
içinden.
Penguene ya da laf ola beri gele programlara takılmayıp memlekette neler
olduğunu merak eden biriysen, çık seni uyutan kanallardan, zaplayıver
“haber veren” televizyonları, kendi gözünle gör olanı biteni…
*
Hükümet, bir esnaflık üst kuruluşu üzerinden ve reklamcılar eliyle
“kampanya” hazırlatmış.
Beklentisine göre, reklamcılar bu protestolar karşısında esnafın duygu
ve düşüncelerini anlatan metinler yazıp filme çekecek. Halka
gösterilecek, Hükümet de, “Bak gördünüz mü, esnaf bu işlere ne diyor”
diyecek.
Galiba hükümet bu konunun Taksim esnafının ve reklamcıların işi olduğunu
düşünerek içinde bulunduğu çözümsüzlüğü daha da katmerli hale
getirdiğinin; bunun esnaflık ya da reklamcılık konusu değil aslında bir
“hükümet etme” işi olduğunun pek farkında değil.
*
Biz, daha önceki yazılarımızda bu protestoların bir “sebep” değil
“sonuç” olduğunu söylemiş, hatta ilk protestoları başlatan olaylar bir
biçimde tatlıya bağlansa bile, daha derinlerdeki nedenler ortadan
kalkmadıkça işin sonunun alınamayacağını yazmıştık.
Hatırlatmak için bir daha söyleyelim:
Üç ağaç ile başlayıp tüm yurdu ayağa kaldıran neden aslında halkın son
iktidar dönemindeki uygulamalardan kaynaklanan gerilimiydi. İnsanlar
yıllardır; ekonomik sıkıntılarından gelecek endişesine, hayat tarzlarına
yapılan müdahaleden cumhuriyet değerlerinin yok edilmesine kadar pek çok
şeyden geriliyor ama bu gerginlik gerektiği gibi boşalamıyor, “Nasıl
olsa arkamızda her şartta bizi destekleyen bir yüzde elli var” denerek
hükümetçe de pek umursanmıyordu.
Daha doğrusu o mevcut olduğu ileri sürülen yüzde ellilik blok ancak bu
umursamaz tavırla elde tutulabiliyordu.
Ancak bu işlerin de vadesi dolmuş olacak ki, Dünya’dan hükümetin lehine
esen rüzgar ve uluslararası dengeler ile küresel tercihler hayli
değişti. Amerika para basmaktan vazgeçeceğini hissettirdi, Ortadoğu’ya
silahlı müdahalenin işine yaramayacağını anladı. Batı dünyasının
ekonomileri sallanmaya başlayınca kendi dertleriyle uğraşmak zorunda
kaldılar, komşularımıza getirilmek istenen baharlar geri tepti…
Bir dönem Türkiye’nin önemini artıran bu konjonktür değişip hükümetin
sarıldığı sıcak para kolaycılığıyla yolculukta da son durağa gelinince
önce dışarıdakilerin hükümete bakış açıları değişti, sonra da hükümetin
etrafa bakışları.
Hükümetin “siyaseten” dış desteği azaldı, “ekonomik olarak” sıcaklı
soğuklu para imkânları daraldı. Bu durumda çok şey çıkmaza girince
siyasetin sertleşeceği, ekonominin sıkıntıya gireceği açıkça belliydi.
Ölçmek mümkün
değil ama işte bu genel siyasi ve ekonomik durum, oldukça gerilmiş ve
artık yeter demeye hazır olan halkı hiç de hesaba katılmayan bir nedenle
harekete geçirdi, ülkenin her yerinde protestolar ve direnişler aldı
yürüdü.
Hükümetin izlediği siyaset, nedenleri hayli derinlerde olan bu
protestolara bakıp siyaset tarzını baştan aşağıya değiştirecek
esneklikte olmadığı için, maalesef elindeki tek tercihi, ne bahasına
olursa olsun kuvvet kullanmaktı. Böyle de yapıldı… Ama tabii ki böylesi
“tedbir”lerle, asıl nedenler ortadan kaldırılamadığı hatta siyasette ve
ekonomide daha da açmaza düşüldüğü için sonunda bu günlere gelindi.
Şimdi sanılıyor ki, Beyoğlu esnafı “Bizim işler bunlar yüzünden durdu”
deyince daha doğrusu dedirtilince göstericiler tırsıp geri çekilecek,
durum da düzelecek.
Ne mümkün?
Burada reklamcının kabahati yok tabii, esnafın da.
Reklamcı, penguen-arası reklamların inandırıcılığı kaybolup piyasası
durgunlaşırken yakaladığı bu yeni siparişi değerlendirmek durumundadır.
Esnaf ise şu an kırılan cam çerçevesinin derdinde, reklamın etkisi
geçince daha kim bilir neleri düşünmek zorunda kalacak.
Gelelim için özüne.
-Peki, bu reklamı duyunca Amerikan Merkez Bankası (FED) sıkı para
politikasından vaz mı geçecek?
-Obama, Suudi Kralı, Katar Şeyhi Mursi’yi bağrına bağrına basıp Erdoğan
çok haklıymış onun dediğini yapalım mı diyecek? Esat’ın kulağı mı
çekilecek?
-Küresel sermaye “ne de olsa eski müşteri” diye Türkiye’ye zamdan önceki
fiyattan kredi mi verecek?
-Halkın işi açılıp herkes eleman aramaya mı başlayacak, maaşlar mı
artacak? Kredi kartı borçları mı silinecek?
-Güneydoğu yeniden disipline mi girecek?
-Suriye sınırı eski disiplinine mi kavuşacak?
Vallahi bilemiyorum.
Keşke hükümet bu işte reklamcılara bel bağlamasa, çözümünü Taksim
esnafından beklemeseydi.
Çıkıp, hem içeriden hem dışarıdan “mesaj alınmıştır” deyip politikasını
gözden geçireceğini, yanlış olan neyse olabildiği kadar düzeltileceğini
vaad etseydi.
Yapmadı, yapamadı.
O halde biz şimdi şu “reklamları” çabuk geçsek de bir an önce filmin
devamını görsek.
|
|