Ankara hangi tip belediyeci adaylarını gözlemeli?
Son günlerde insanların bütün ilgi ve dikkati protestocularla hükümetin
inatlaşması üzerine toplanınca yerel seçimler galiba “henüz vakti var”
diye biraz göz ardı edildi.
En azından, somut bir şeyler göremediğimiz için bize öyle geliyor.
Öyle ya, memleketin havası maazallah ani bir gelişmeyle sınır
komşularımızda çokça yaşanan “Bahar”a benzer bir duruma dönerse; ortalık
yangın yeri olursa; yerel seçimleri o ya da bu almış ne yazar!
Dileriz her şey demokratik teamüllere göre gelişir ve ancak gerçek
demokrasilerde görülebileceği gibi halk bu olayların ışığında iyiyi ve
kötüyü biraz daha dikkatle değerlendirerek son sözü söyler.
*
Yaşadığımız günlerin sıcak gelişmeleri gündemimizde ne kadar öncelikli
olursa olsun, bu toz-duman arasında bir başka olgu “Yerel seçim
takvimi”nin gün üzerine gün koymaya devam ediyor olmasıdır.
“Olsun, ne olacak?” denebilir mi?
Bu konuyu, taraf olma duruma göre iki türlü yorumlamak mümkün:
-Birincisi, “Klasik” diyebileceğimiz siyasetçiler açısından
gecikme bir sorun olmaz. Tanımı gereği onlar siyaseti klasik yöntemlerle
yaptıkları için günlerin böyle geçip gidivermesinden, seçim gününün bir
anda gelip çatmasından pek endişe duymaz; hatta mutlu olurlar.
Çünkü siyasette esen yeni rüzgârlar onların geleneksel dengelerini ve
dolayısıyla kişisel hesaplarını bozabilir; geleneksel kozlarını,
söylemlerini bir anda anlamsızlaştırabilir. Dolayısıyla bu işlerde
kendilerini de geri planlara düşürebilir.
-İkincisi, yaşanan son gelişmeleri iyi okuyan, siyasi birikimleri ne
olursa olsun mutlaka bundan da ders çıkaran ve siyasetin yeniden
kurgulanmasında yarar görenlerin “Telaşlı tavırları”dır.
Çünkü onlar artık görmüş ve anlamışlardır ki bu ülkede kendisini bu
günkü siyaset tarzına yakın görmeyen, hatta mevcut siyasi yapılara
tepki duyan; farklı dünyaları olan, dürüst, içten, inançlı ve eğer
“haydi göreve” denirse özellikle sol siyasete katılmaya hazır ve şimdiki
iktidarla bir biçimde hesaplaşmaya çok istekli ama bizim yeni fark
edebildiğimiz bir gençlik vardır.
Onların bu arklılığı, seçim günü kendisine emanet edilen sandığa bile
gitmeyen kimi partili ile her türlü engellemeye rağmen tabana kuvvet
meydanlara koşan, gaza, basınçlı suya rağmen geri çekilmeyi düşünmeyen
genç arasındaki uçurum kadar fazladır.
Siyaseten bakıldığında, özellikle “iktidardan memnuniyetsizlik”
açısından birbiriyle aralarında tam mutabakatı olan, mevki-makam
beklemeyen, yaratıcı ve gözü pek bu gençler kazanılabilirse, artık
tünelin ucu görünüyor demektir.
Önümüzdeki günler bu açıdan çok iyi değerlendirilmelidir.
*
Zamanın çarkı seçime doğru tıkır tıkır işlerken, gönlünden çeşitli
görevlere seçilmeyi geçirenler tabii ki her şeye rağmen kendilerine
partilerinden bildirilen prosedür ve süreler içerisinde adaylıklarını
koyacak ve çalışmalara başlayacaklardır. Ancak sözünü ettiğimiz nedenle
“günler” herkesin “kendi beklentisine göre” “ağır” ya da onlarınkinden
daha “hızlı” bir biçimde geçecektir.
“Gezi öncesi” adaylarının durumu budur.
Peki ya onları aday gösterecek olan parti yönetimlerinin durumu?
Bizce onlarınkini değerlendirirken de aynı ölçüleri kullanmakta yarar
var.
-Bütün bu yaşananlara rağmen siyasette esen yeni rüzgârı “Bunlar
gelir geçer, bak borsa bile önce düştü, şimdi toparladı” diyenlerle
aslında bu gelişmeler karşısında söyleyecek sözü bulunmayanlar için
durum sanki “Eski hamam, eski tas”tır. Onlara göre “Telaşa hiç
lüzum yok”tur, siyasette de değişen fazla bir şey olmaz. Her şey
düşünülmüştür, gerekli yoklamalar yapıldıktan sonra yetkili kurullar
durumu görüşüp adayları bildireceklerdir.
-Diğer taraftan; her türlü özleme ve özendirmeye rağmen “gençliğin”
neden kendilerine bir türlü yakınlaşmadığından şikâyetçi olan ve bu
gelişmeleri iyice irdeleyip sağlıklı değerlendirmeler yapabilen parti ya
da partililer, şimdi seçimler her geçen gün biraz daha yaklaşırken
mutlaka eskisinden daha telaşlı, zamana daha da ihtiyaç duyanlardan
olmalıdırlar.
Çünkü önlerinde, hala süregelen, yeni kahraman ve önderlerini yaratan bu
olayları iyi değerlendirmek, ayağa kalkan bu kitlelerin taleplerini iyi
yakalayabilmek; sonra da onların beğeni ve desteklerini alabilmek için;
gösterilecek adayından seçimlerde verilecek mesajlara kadar her şeyin
yeniden belirlenmesi gibi bir ciddi “konuları” vardır.
Bunu gerçekleştirebilirseniz bir fırsatı değerlendirmiş olur, siyasette
yaşamsal bir avantaj yakalar, eşiği atlarsınız; yok gerçekleştiremez,
niyetiniz olsa bile zamanı iyi değerlendiremezseniz hem önünüze gelen bu
tarihi fırsatı kaçırır, hem bu kitlelerin ve onların topluma mal ettiği
yeni siyasete yeni dinamiklere ilelebet yabancı kalırsınız.
“İlelebet” diyorum çünkü yaşanan olaylar artık siyasette “kıl”
ile “zeka”yı birbirinden iyice ayrıştırmış, sinikliği kaldırıp
atmış, bu toplumda çok şeyi değiştirmiştir.
Türkiye bir daha asla o “kıllı-gışlı” günlere geri dönmeyecektir.
*
Özetle: Türkiye’de yıllardır sürdürülen “klasik” siyasetin, şimdi
yaş ortalaması 29,7 olan genç nüfusunu, özellikle de onların içindeki bu
eğitimli, yaratıcı, çağdaş, etkin ve gerçekten demokrat tavırlı geniş
kitleyi “tatmin etmediği”, hatta onların artık dayanamayıp
doğrudan meydanlara koştuğu ve bundan sonra da her zaman koşacağı
anlaşılmıştır.
Onlar, önlerine bir sandık konsa da konmasa da bu gün oldukça “etkin”
bir biçimde hem yerel hem genel siyasetin içindedirler artık.
Önümüzdeki seçimlerde çeşitli görevlere aday adayı olmak her partilinin
hakkıdır, hatta kimilerinin görevidir de.
Ancak adaylar bu genç kitleleri ve onların taleplerini arkalarına
alamadıkça; partiler ise önlerine gelen aday adaylarını bu nitelikleri,
bu ekipleri, bu destekleri ve bu programları ile değerlendirmedikçe
“siyaset çarkı” yine eski gıcırtılı haliyle dönmeye, bu fırsatı kaçıran
partiler ise adeta birer “seçim şirket”i olarak kalmaya ve tarihin
perspektivinde öylece görülmeye mahkûm olacaklardır.
|