|
|
“Barut” olmadan sunulan çözüm ile bu
iş nereye kadar gider?
Ne kadar gerçektir bilinemez ama Napolyon
üzerinden anlatılan bir hikâye vardır:
Savaşta işler kötü gidince generallerini toplayıp sormuş ünlü komutan:
“Söyleyin bakalım biz neden kaybediyoruz?”
İçlerinden biri başlamış anlatmaya;
-Efendim 10 tane sebep sıralayabilirim.
-Say bakalım
-Birincisi barutumuz bitti
Bunu duyar duymaz Napolyon “Tamam” demiş, “Gerisini söylemene lüzum
yok”.
*
Türkiye yıllardır “Savaş” ölçüsünde bir sıkıntıyla karşı karşıya ve başı
büyük belada.
İktidarı muhalefeti birbirine soruyor:
- Nasıl çözeceksiniz bu meseleyi?
-Efendim kabahatin büyüğü anayasada. Önce vatandaşlık tanımını
değiştireceğiz, sonra bırakacağız kendi dillerinde yazsın çizsinler,
sonra bırakacağız kendi yerel yönetimlerini kursunlar, sonra da arkası
kendinden gelip işler düzelir.
-Olmaz, arkasından ne geldiğini bilmek zorundayız; ne yapacaksanız bize
de söyleyeceksiniz.
-Peki, siz söyleyin, siz olsanız ne yapacaksınız?
………
Bu tartışmalar böyle sürüp giderken aradan geçen zaman “sorun”u
büyütmeye, içinden çıkılmaz hale getirmeye devam ediyor.
Bazen ya görüşler örtüşüyor ya siyaset öyle söylenmesini gerektiriyor.
-Tamam, aynen öyle yapalım ama bir de komşulardaki mağdurlar var. Ya
bunlar onlarla bir araya gelir işi büyütürlerse?
-Asıl şimdi bir şey yapmazsak iş büyüyecek, bak sonra faturası da size
çıkacak!
*
Bize göre, bu günkü siyaset ne yazık ki ülke coğrafyasının ekonomiyi en
fazla bunalttığı doğu-güneydoğu bölgesinde yukarıda anlattığımız “barut”
konusunu yani işin ekonomisini göz ardı etmiştir. Siyasiler, oradaki
yurttaşlar açısından “asıl amaç” olan karınların doyması, insanca
yaşamak, çağın nimetlerinden yararlanmak yerine “araçlar” üzerinden
tartışıyor ve eski dilde “tali” diye tanımlanan “ikincil” konularla
uğraşıp sözde çözümler öne sürüyorlar.
-Efendim vatandaşın tanımını değiştirelim
-Bırakalım kendi kararlarını kendileri versinler
-Başımıza bu işi saran adamı salalım, hoşlarına gitsin
-Falan, filan…
“Bölge”de” uzaktan uzağa “bu işten bize ne çıkar” diye hesaplar yapan
birileri de bu yüzeysel tartışmaları kullanarak kendi satrançlarını
oynuyorlar.
Bölgenin “sorunu” kendi siyasi coğrafyasının değişmesi değil de bu
coğrafyadaki insanların yaşam sorunları olduğuna göre; oraların
ekonomisinin nasıl rehabilite edeceği üzerine bina edilmeyen hiçbir
çözüm (!)ün sıkıntıyı bitiremeyeceği, aksine; çözüm diye ortaya atılan
uygulamaların bir sonraki aşamada işi daha da büyüteceği açıktır.
Nasıl mı?
Diyelim ki “bu düzen böyle gitmez” deyip dağa çıkanları aşağı indirdiniz
ve şimdilik komşulardan birine “yolladınız”. Tutun ki bölge halkına da
“Vallahi sen bizim birinci sınıf vatandaşımızsın, inanmazsan aç bak yeni
anayasayı bile aynen istediğiniz gibi yazdık” dediniz.
Ne dersiniz, insanlar her öğün o anayasayı açıp baktıkça açlıkları
geçecek midir?
Geçmez!
Diyelim ki yattık kalktık, yattık kalktık…
İnsanların o “zafer” sarhoşluğu, “bayram günleri” geçti gitti; eşit
vatandaş olduk - olamadık kavgası da gündemlerinden düştü…
“Bölgelerinde” kendi başlarına kalınca tabii ki hepsi de batıya değil
ama “birbirine eşit” yurttaşlar oldular.
Yerel özerklik tamam,
Kendi yöneticini kendin seçtin tamam
Kimse kimseyle savaşmayacak dedin o da tamam.
Ama bir süre sonra hepsinin önüne asıl gündemleri geldi: Bu “mutlu” ve
kendi kararını kendi verecek yurttaşlarımızın karınları acıktı.
Karnın doyması için para, para olması için iş, iş olması için yatırım,
yatırım olması için yatırımcıya para kazandıran bir ekonomik yapı olması
gerekmez mi?
Maalesef o yok.
Zaten olsaydı, bölge ekonomisi herkese kazandırabilseydi kim kime karşı
olurdu?
Siz örneğin Almanya’daki insanlarımızın bunlar bizden değil diye
Almanlara karşı olduğunu duydunuz mu?
Peki bu durumda ne olacak?
“Bölge” kendi kararını kendisi verecek tamam da, o özerk yöneticiler bu
coğrafyadaki insanı ülkenin batısındaki standartlarda bir yaşama
kavuşturabilir, aynı ayarda besleyebilir mi?
Koca Türkiye ekonomisi bile dış ticaret açığı verirken “oranın ekonomi
coğrafyasının” bu işe yeterli olmadığı açık. Bölge ekonomisi
kazanamayınca da bölge insanının kazanması mümkün değildir.
Hele hele batının iki katı olan aile başına 3,42 ortalamasıyla o
çocukları büyütme, eğitme, ona iş sağlama yüküyle,
İnsanların “gerginliğin baskı altında tuttuğu refah talepleri”nin hemen
ertesi günlerde patlayacak olmasıyla,
Ekonomik mirasın şimdiki beğenilmeyen” haliyle devralınmasıyla.
Çok açıktır ki, “bu coğrafya”; kendi başına bırakıldığında Türkiye’nin
batısı ya da geri kalan bölgeleri ile boy ölçüşecek bir ekonomi
yaratamaz; böyle bir ekonomi de de “dışarıdan” destek alımadan halkının
talepleri karşılanamaz.
Karşılayabilseydi, bunca yıldır verilen teşvikler işe yarar, doğuda bu
teşviklerle ya da bir biçimde zenginleşenler kapağı batıya atmazlardı.
*
Bu durumda ne denecek?
-“Ankara bize siyaseten karışmasın ama batıdan topladığı vergilerle bize
“para takviyesi” yapsın”
-“Eh madem artık özerksiniz, yöneticilerinizi seçtiğiniz, kendi
kararlarınızı kendiniz aldığınız gibi bölge halkının karnının nasıl
doyacağını da en iyi siz tayin edersiniz.”
Böyle bir tablo karşısında şimdi “işte çözüm budur” diyenler acaba bu
sefer daha farklı bir çözüm arayışına girmek zorunda kalmayacaklar mı?
-Bak vermezseniz biz de… dendiğinde Türkiye’de yeni yeni ayrılık
arayışları, gerginlikler ortaya çıkmayacak mı?
Ne yapacaksınız? Bir yandan yönetimini serbest bırakacak diğer yandan
istediği parayı vereceksiniz.
Nereye kadar?
Bu durum çözümsüzlükte yeni ve daha ileri bir safha değil midir?
*
Bu savaşın kazanılmasında gereken şey; öncelikle o ekonomik “barut”u
bulmak, bölge ekonomisinin “olabildiği kadar” kendi ayakları üzerinde
durmasını sağlamaktır.
Barut yoksa gerisini anlatmaya gerek yok diyen Napolyon’un bir başka
ünlü deyişi de “para para para” dır bilindiği gibi.
Unutmayalım: Siyasette hiç kimse kendisinin yönetemediğini uzun süre
sırtında taşımak istemez.
Ekonomisi kendi ayakları üzerinde duramayan bir bölge, hele inatla kendi
kararını kendisi vermek, bana karışamazsın deyip kendisine el uzatacak
olana “rağmen” yönetmek düşüncesindeyse, ortada yaman bir çelişki
olacaktır. Böyle bir durumda gündemine oturacak o ekonomik sıkıntılar
karşısında bölge yönetimlerinin hangi istenmeyen çözümlere yelken
açabileceğini kestirmek güçtür.
İktidarın bu güne kadar görülen uygulamasında, konuya öncelikle ekonomik
açıdan yaklaşıldığını hatırlamıyoruz.
Herhalde işin o tarafını genel tercihlerine uygun
olarak küresel piyasanın sihirli eline bırakıyorlar.
Hatta şimdiden “özel sektör”e gidin orayı da kalkındırın diye
davetiyeler çıkarılmaya başlandı bile.
Sosyal demokrat CHP’nin açıklanan 19 maddelik çözüm önerilerinde ise
sadece 16. Maddede mayınlı arazilerin temizlenip dağıtılması gibi
“olayın ekonomisine” de değinen bir görüş ileri sürülmektedir. Mayınlı
arazinin bu çözümde eldeki imkânlardan biri olarak kullanılması tamam
ama “dağıtılması” yanlış olacaktır.
Bunun yanlışlığı ve önerilerimiz ayrı bir yazı konusudur.
|
|