|
|
Bu bir mayıs
bize neleri düşündürdü?
2013 yılı 1
Mayısını yaşadıktan sonra ortaya çıkan tabloya ne demeli?
“Geçmiş olsun” mu? Yoksa bayramda kutlamayı kaçırıp çoğu zaman durumu
telafi etmek isteyenlerin yaptığı gibi “Geçmiş bayramınız kutlu olsun”
mu?
Bu sefer İstanbul’da gazlı, yasaklı bir “1 Mayıs” geçirdik.
Kimileri hiç evinden dışarı çıkamadı, kimileri ise çıktığı evine bile
giremedi uzunca bir süre; bütün yollar tutulmuştu.
Medyamız da “doğasına uygun olarak” iki türlü yorumladı olayları:
Büyük bir kısmı “Madem öyle, işte böyle; o marjinal guruplar bayramda
bile olay çıkarmak istediler, ama boylarının ölçüsünü aldılar.” derken,
karşılarında yer alan bir kısmı da “Faşizm işte bu, İstanbul’da resmen
sıkıyönetim ilan edildi, gaza boğulduk” diye yapılanları kınadığını
ifade etti.
*
Peki, yurttaş olarak biz bu tablodan ne anladık, bu deneyim bize ne
öğretti şimdi ona bakalım:
Önce 1 Mayıs’ın ne olduğunu düşünelim; sonra da bu tarihin bir bayram
kutlaması mı yoksa bir etkinlik mi olduğuna karar verelim.
156 yıllık
geçmişine bakılırsa,”1 Mayıs” işçilerin o günlerdeki zorlu
mücadelelerden sonra bazı hakları elde etmesinin yıldönümü.
İşin temeli de 1856
yılında Amerikalı işçilerin, 12’şer saat çalışmaya karşı çıkıp haftanın
6 gününde 8’er saat çalışma şartlarını elde etmek için birbirlerinin
derilerinin rengine bakmaksızın, sadece işçi sınıfından olmanın
bilinciyle siyahlı beyazlı bir araya gelip işi bırakmalarına dayanır.
O günlerden bu yana, işçilerin örgütlenip seslerini yükseltmeleri
çıkarına dokunduğu için, “sermaye” bu olayı pek kolay hazmedememiş, o
olaylardan sonra da çok acılar yaşanmıştır.
1889’da toplanan ikinci Enternasyonal, bu tarihi “Birlik, mücadele ve
dayanışma günü” olarak ilan etmiştir.
O günden bugüne de “1 Mayıs”lar hep bu emekçi birliğinin genişletilmesi,
hak mücadelesinin sürdürülmesi ve emek yanlıları arasındaki dayanışmanın
sermayeye karşı gövde gösterisi olarak anılagelmişlerdir.
*
Peki, bu bir bayram mı?
Bana göre bu bir bayram değil.
Emeğin meselesi sadece çalışma sürelerinin günde sekiz saatle
sınırlandırılması değildir çünkü.
Haydi, şimdilik daha ileri hedefleri, “emeğin iktidarını” falan bir
kenara koyalım ama ulaşılması gereken hedef en azından; emek ile sermaye
arasında her iki tarafça da kabul edilebilir bir dengenin kurulması ise
ve henüz böyle bir şey sağlanamamışsa, ortada ulaşılmış ve kutlanacak
bir mutlu son ya da bayram etmek için bir neden de yok demektir.
İşin enteresan
tarafı, elde edilenlere bakıp onların pek sevindirici, hatta bayram
edilecek bir tarafı olduğunu kabul ederseniz bundan sonrasında uğruna
mücadele edecek ve “düzenden” talep edilecek bir şeyleriniz de kalmamış
demektir.
Dolayısıyla; hiçbir zaman, henüz sonucu alınmamış, süregelen ve daha da
sürecek olan bir mücadelenin bayramı olamaz.
Kaldı ki bu güne
kadar yaşanan pek çok acı, bu günün bir bayram havasında yaşanmasına
uygun değildir. Emekçilerin, bu güne kadar yaşanan 1 Mayıs’lardan kalma
çok acı hatıraları vardır ve bu günler aynı zamanda onların da yıl
dönümleridir, o yönüyle baktığınızda da adeta yas günleridir.
İşte bu özellikleri dolayısıyla 1 Mayıs etkinlikleri bir kutlamadan çok
bir birliğin, mücadelenin ve emekçi dayanışmasının “gösterilmesi”
günüdür.
*
Politik olarak “Emeğe karşıyız” demeseler de, emekçi dayanışmasını
denetim altında tutmaya çalışanlar yani emeğe göre “karşı taraf” takiler
ise; yine kendi çıkar ve politikalarına uygun olarak; emeğin birlik,
mücadelecilik ve dayanışmacı gücünü öne çıkartmamaya, bu günün bir güç
gösterisi değil de sadece “bir bayram” olduğu anlayışını yaymaya gayret
ederler.
Biraz daha
derinlemesine düşünsenize; bir emekçinin çalışmasının günde sekiz saatle
sınırlanması tamam da, o emekçinin sekiz saatlik çalışması karşılığı
kendini ve ailesini geçindirmek, daha doğrusu “hayatta kalabilmek için”
eline geçmesi gereken “asgari ücret” bu mücadelede en temel
tartışmalardan biri olmalı değil midir?
Evet, insanlar belki sadece 8 saat çalışacaktır ama eline vereceğiniz
para kuru ekmeğine bile yetmeyecek, çalıştığı sekiz saate karşılık karnı
24 saat aç kalacaksa 1 Mayıs’larda hangi kazanımın adeta bayramı
yapılabilecektir?
Bununla hangi kutlanası sonuca varılmıştır ki?
Öyle ya, aldığı parayla karnın doymadıktan sonra 8 yerine 4 saat çalışıp
böyle bayramlara (!) müstahak olsan ne yazar?
Saat başı ücreti aynı kaldıkça, sermaye açısından bir adamı 8 saat
çalıştırmak yerine 2 adamı 4’er saat çalıştırmak arasında bir farklılık
olabilir mi?
“Emekçinin can
suyu” diyebileceğimiz asgari ücretin kaç lira olması gerektiğinin
belirlenmesinde bile söz hakkı tümüyle o iktidarlarda iken, popülizm
uğruna emeğin kutsallığından söz edip, kanun çıkarıp 1 Mayısları bayram
ilan edenler; acaba bu “bayram” işinde “Siz şimdilik bu kadarıyla
yetinin ve bize dua edip bunun tadını çıkarmaya bakın, fazlasına da
kafanızı yormayın, biz sizi kollarız” demekte değiller midir?
Siz emekçiye “8
saat” bayramını münasip gören “düzen”in ardından “insanca yaşamaya uygun
ücret” için de bir bayram yapma imkanı yarattığını hatırlıyor musunuz?
Maalesef kimse kimseye böyle bir “bayram”ı münasip görmemiştir.
*
Olayın iki tarafının bakış açıları böyle olunca ” 1 Mayıs”lar nasıl
yaşanır diye düşünürsek, gayet doğaldır ki en başta emekçiler,
arkasından emeğini satma şansını bile bulamayan milyonlar, çalışma
yaşını doldurmuş ama yaşamları boyunca verdikleri emeklerinin
karşılığını alamamış emekliler ile emekten yana bir düzenin yanlılarının
böyle günlerde görkemli gösteriler yapmaları; böylece aralarındaki
birliği ve dayanışmayı, sahip oldukları mücadele azmini göstermek
istemeleri, kendilerinden beklenen en doğal davranıştır.
Tabii ki aralarındaki dayanışmayı gösteren büyük organizasyonları
yapacaklar, bunun için kentin en önemli meydanını dolduracaklar ve
haklarını elde etme konusundaki kararlılıklarını gür sesleriyle
“birilerine” haykıracaklardır.
Peki buna karşı
“diğer taraf”ın ne yapmasını beklersiniz?
Tabii ki onlar da emeğin bu organizasyonunu ellerinden geldiğince ve bir
biçimde bölecek, onları ayrıştıracak, toplantıların kent merkezinden
dışarılara, gözden ırak yerlere kaydırılmasına gayret edeceklerdir.
Medyaları da, “Ey siz işçiler, bu güzel bayramı neden paşa paşa
kutlamıyor, kırlara çıkmıyorsunuz? bakın bu gün tatildir de üstelik”
diyecektir.
Hiç kimse bu tavırların bilmem kimin inadı ya da falancanın
basiretsizliğinden kaynaklandığını; o giderse bu işlerin düzeleceğini
sanıp yanılgıya düşmemelidir.
*
Gelelim şiddet olaylarına.
Kimin neyi neden yaptığı bir tarafa; sonuçta 1 Mayıs’ta ne “bayram” ne
“birlik, dayanışma ve mücadelecilik azmi” gösterileri dolayısıyla şiddet
uygulanması doğru değildir ve böylesi tavırlar amaca ulaşmada kimi
kitleleri bu birliktelikten uzaklaştırmaktadır. Çünkü bu güçler
dengesinde emeğin ağırlığı kavgadan değil; üretimdeki ağırlık,
örgütlenme ve mücadele gücünden kaynaklanır.
Şiddet, belki bu
konuda tahammülsüzlük aşamasına gelmiş ya da getirilmiş kesimlerin
patlamasıdır, hatta bazan savunma ihtiyacından kaynaklanır ama bundan en
çok karşı tarafın mutluluk duyacağı, “Bakın bunların derdi başka, kendi
bayramlarını bile ne hale getirdiler” lafını ettirmeye, bunun üzerinden
olayı saptırmaya imkân verir. Sonra da; emeğin birlik, dayanışma ve
kararlılık içinde olduğunu göstermek için kullanacağı, arkasına yeni
yeni kesimlerin desteğini alabileceği çok önemli bir fırsat “boşa
harcanmış” olur.
Bütün bu
anlatılanlardan sonra; yukarıda söylenenlerin bu 1 Mayısta ne kadar
gerçekleştiği, tarafların kendi amaçlarına ulaşmaları açısından
yapmaları gerekenleri ne ölçüde yapabilmiş oldukları mutlaka gözden
geçirilecektir.
Bizimki, bu değerlendirmeler yapılırken konuya belki katkı olabilecek
bir bakış açısı getirmekten ibarettir.
|
|