İkide bir varlık barışı ve barışlar içinde bir ekonomi mi?


Türkiye yeni bir “Vergi affı”na hazırlanıyor.
Bu, “
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” tasarısına –bu konuyla ilgisi olsa da olmasa da- son anda eklenen bir bölüm ile yasalaştırılacak olan “İkinci Varlık Barışı”.

Şöyle geriye doğru bakıp kısa bir hatırlatma yapalım:
-2002 Kasımında iktidara gelen ve Kemal Unakıtan’ın Maliye Bakanlığını yaptığı Hükümet, 2003 Yılında bir “Vergi Barışı” ilan edilip son beş yılın yani 1997, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarının vergi  ve cezalarına af getirmiş.

-2008 Kasımında bir “Varlık Barışı” kanunu çıkarılmış, 2004, 2005, 2006, 2007 ve 2008’in 10. ayı itibariyle kayıt dışı varlıkların vergi ve cezalarını affetmiş.
-2009 Temmuzunda çıkarılan bir kanunla bu barış uzatılıp genişletilmiş.

-2011 yılı Şubatında 6111 Sayılı Kanun ile “Alacakların Yeniden Yapılandırılması” adı altında son beş yılın vergi ve cezaları hakkında “dolaylı” bir af kanunu çıkarılmış.

Şimdi 2013 Nisanında yeni bir “Varlık Barışı” dalgası geliyor ve 2008, 2009, 2010, 2011, 2012 yıllarını affa sokuyor.

Özetle söylersek; 1997-2012 yılları arasındaki son 15 yıl kesintisiz bir “barış” içinde geçmiş.
Hani; “Peki iyi de… çok paralar kazanmakla meşgul insanlar acaba ne zaman bir fırsatını bulup vergilerini zamanında ödeyebilmişler”  diye sorulacak olsa bunun için vergicilerin ciddi ciddi bir takvim araştırması yapması gerekecek.

Ne dersiniz?
Bu barışseverliğimize (!) sevinelim mi?
Hani “Hayat bayram olsa” şarkısındaki dileğin birileri açısından gerçekleştiğini, hayatlarının sürekli bayramla geçtiğini düşünüp biz de olanları onlar gibi neşe ile mi karşılayalım?
Yoksa bu “barış”ların aslında belirli bir kesimin sırtındaki vergi yükünü sürekli kaldırdığını gördüğümüz halde onların bu af ve barış nedenlerini yaratırlarken işledikleri ve konusu kara kaplı kitaplarda suç olarak geçen eylemlerinin tamamını, devletimizin “olacak o kadar” diyerek sineye çekmesini doğru politikalar olarak mı kabul edelim?

*
Şimdi bir de şöyle düşünelim:
Barışın ya da affın konusu nedir?
“Suç” değil mi?
Öyle ya, suçluluk olmayınca affedilecek suç;  husumet olmayınca barışacak hasım olur mu?

Bu durumda son 15 yıl içinde, “Ben bu devlete vergi mergi vermem, ödememek için elimden geleni yaparım ve bana bir şey olmaz, ödeyen ödesin kardeşim…  deyip suç işleyenleri ve onları haklı çıkaran bu uygulamaları görünce durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Son on bir yıldaki böylesi ne mali-ekonomik uygulamaları, ekonomide kimilerinin en fazla yüzde 2’lik, yüzde 5’lik yüklerle inanılmaz yükselişler yakalamasını nasıl karşılarsınız?

*
Kimileri bu söylediklerimize karşı çıkıp “İyi ama… gizlenecek, yurt dışına kadar taşacak kadar serveti yaratan kazançların vergisi hiç mi ödenmiyor?” da diyebilir.
Doğrudur.
Gönül rızası ile ödeyenler de vardır, bu barışsever işleyişi fark etmeyip ödeyenler de…
Bu arada şansı (!) yaver gitmeyip denetlenerek ödemek zorunda kalanlar da…
Onları bir kenara ayırmak gerekir.

Ya gerisi?
Bir de onlara bakalım:
-Bakan Unakıtan, 2003 Mayısında kendisine yöneltilen bir soru önergesi üzerine, vergi barışında yapılan bildirimlerin 7,9 Katrilyon olduğunu açıklıyor.
 Büyüklükleri karşılaştırmak için baktım; 2003 yılı bütçesindeki Kurumlar Vergisi (Şirketlerin kazançları dolayısıyla ödediği vergi) geliri 8,6 katrilyon olarak gerçekleşmiş.

-2008-2009 yılları varlık barışında 48 milyar lira beyan edilmiş, 2008 yılı bütçesi gerçekleşen Kurumlar Vergisi ise sadece 18,6 milyar liradır.

-2011 Mayısında Bakan Mehmet Şimşek, “Yeniden yapılandırma” dolayısıyla Bakanlığının 39,6 milyar liralık alacağı yeniden yapılandırdığını bildirdi.
2011 yılı bütçesindeki Kurumlar Vergisi hasılatı 27 milyar liraydı.

*
Görmüşsünüzdür mutlaka; kimi taksilerin, minibüs ya da kamyonların arkasında “Nazar etme senin de olur” yazar.
Tamam; taksicinin, minibüsçünün, kamyoncunun kendilerince pek de kolay elde edilemeyen varlığına nazar etmeyelim de,  onlardan kat kat büyük ve denizler aşıp bir ucu başka memleketlere kadar uzanmış kayıt dışı servetlere ne diyelim?
Acaba onlarla aynı bayram havasını yaşayabilmek, bu aflara, bu barışlara mazhar olabilmek için neler yapalım?
Acaba son 11 yılın böylesi “barışçıl” tavırlı ekonomi yönetimi, bu tarzı sırf birilerine karşı ne kadar “barışsever” olduğunu göstermek için mi uyguluyor?
Yoksa bu durum ekonomi – maliye politikası açısından bir açmazın, bir zaafın ya da bodoslama bir tercihin göstergesi mi?
Acaba her barış yarattığı adaletsizlikle aslında bu devletin kurallarına uyanları ezen, uymayanları –ne kadar çok uymamışlarsa o ölçüde- sevince boğan, devlet açısından ise yapılanları sineye çektiren bir uygulama mı?

Ne dersiniz?
Şu yeni “barış dalgası”na böylesi  bir nazar mı edelim, yoksa sarfınazar (görmezden gelmek) mı ?