“Vaziyet” hiç de içine sinmiyor ise yurttaş ne yapmalı?
Birbirimize sorarız:
-Nasıl vaziyetler?
Herkes lisan-ı münasibine, üslubuna, açık sözlülüğüne göre bir biçimde
cevaplandırır bunu.
-Eh!
-Kötü
-Felaket
-Bom-bo…
Niye peki?
Kardeşim bu işlerin “icra”cılarını biz kendi oylarımızla getirmiyor
muyuz işin başına?
-Getiriyoruz ama bize söyledikleri başka, yaptıkları başka.
-Peki sen ne diyorsun buna?
(Ya bir şey demiyor, ya kafasını başka tarafa çeviriyor, ya da bu
işler böyle gelmiş böyle gider… falan diyor)
*
Tartışıyorlar:
-Yahu bunlara ben boy vermedim, üst kattakiler vermedi, karşı komşu
vermedi, bakkal vermedi, eczacı vermedi, taksi durağına sordum; onlar da
vermemişler. Şu bizim çevrede bir Allah’ın kulu verdim demiyor; nasıl
oluyor anlayamadım.
Mutlaka bir hile var işin içinde.
Bir düşünelim bakalım… Siz sokağa çıkıp her gördüğünüze “Yoksa sen mi oy
verdin bunlara” dediğinizde buradan aldığınız cevaplarla doğru bir
sonuca ulaşabilir misiniz?
-Ulaşamazsınız.
Nedeni şu:
Bunu sorarken etrafınızda “mevcut” olanlarla yüz yüzesinizdir de; işte o
anda yüz yüze olduğunuz insanların önemli bir kısmı, seçim gününde işi
belirleyen sandıklarla yüz yüze gelmemiştir.
Açıklayalım:
Karşı olmak ile karşı oy kullanmak arasında fark vardır.
Karşı olanlar her zaman karşı oy kullanmışlardan fazladır.
Sokakta “karşı” olduğunu söyleyen 100 kişi varsa, seçimlerde bunların
100’ünün de “karşı oy” kullandığını kabul etmek mümkün değildir.
Soruşturun, mutlaka en az 20 tanesi kendine göre bir nedenle o “karşı
oy”unu kullanamamıştır.
Gelin bir hesap yapalım:
Ülkede diyelim ki iktidar ile muhalefet arasında 50-50 bir denge var.
Sizin “muhalif” seçmenlerinizden sadece yüzde 20’si o seçimlerde oy
kullanmadığında aradaki denge 50/40’a döner. Yani iktidarın sandıktaki
oyları kendiliğinden (50/90=) hesabıyla yüzde 50’den yüzde 55,5’e çıkıp
muhalefetin oyları da 50’den (40/90=) hesabıyla yüzde 44,4’e düşmez mi?
-Düşer.
İşte sokaktaki muhalif ile sandıktaki muhalefet oyları arasında da sırf
böyle basit ve matematik bir nedenle (55,5-44,4=) yüzde 10,1 oy farkı
doğuverir.
Arada adayı beğenmediği için kendi partisine oy vermeyenlerle seçmen
listelerine dikkat edilmediğinden oy kullanamayanları, sandıklara sahip
olunamadığı için verilmiş oylardan sağa sola dağılanları da hesaba
katarsanız, “sokaktaki gayrı memnunlar” ile “sandıktaki gayrı memnunlar”
arasındaki sayı farkın daha da artmasının hile falan değil, sadece bir
“hesap” işi olduğunu çözersiniz.
*
Sokaktaki gayrı memnunların sandığa yansıyabilmesinin yolu hiçbir zaman
“seçime beş kala” meydanlara çıkıp “oyunu mutlaka kullanmalısın” diye
insanları azmettirmeye kalkmak değildir.
Adam o son dakika lafına kulak asacak olsa, zaten bunları söylemeye
gerek kalmazdı.
Ya da, kitlelerde eğer böyle bir gevşeme varsa o “son dakika” tavsiyesi
ona hiçbir biçimde etki etmez.
*
Bu
durum “siyasi”lerin çözmeleri gereken en önemli problemleri midir?
-Sanmıyorum.
O Siyasiler zaten “siyasi” olmuşlardır ve çoğu zaman onlar için “eldeki
kuş”u korumak riske girip tabanı genişletmekten daha “cazip”tir.
Bunun için “listeler” genellikle “Kanka”lardan ve “Sen neredeysen
ben oradayım”cılardan, feriştah olsa başkalarıyla bir araya
gelemeyenlerden oluşturulur.
Üstelik bu yapı, örgütün tabanından tepelere doğru yükseldikçe
“makam”lar değerlendiği için daha da katılaşır, hatta kağıt üzerindeki
işleyişinin tam tersi bir dinamizmle “mahalle delegesine varıncaya kadar
zincirleme olarak” taban tavanı değil, tavan tabanı belirler.
*
Peki, bu iş “siyasi”lerin sorunu değilse “halkın”sorunu olabilir mi?
Şüphesiz öyledir.
Bu sorunun asıl ilgilisi, çözüm araması gereken; aslında tam anlamıyla
“halk”ın kendisidir.
Halk, siyasetteki tavrını belirlemek için söz hakkını “siyasetin
içindekiler”e bırakmışsa vah ki ne vah!
Yanlış mı?
“Eğer “seçilmişler” kendi seçilmişliklerine asla önem vermezler; bir
daha bu sandalyelerini hiç göremeyecek olsalar bile kapılarını partiye
eğilim gösteren her yurttaşa ardına kadar açarlar” diyebiliyorsanız ne
ala!
Ama “Şu listeye kimleri alalım ki sonunda bizi seçsinler” “ya da
“kimleri almayalım ki önümüze geçmesinler” deniyorsa, iş gerçekten bir
“kısır döngü”den çıkamıyor demektir.
*
Peki o parti kapılardan giremeyen yurttaş yine de siyaset kapısının
önünde beklemeye devam mı etmeli?
-Hayır, kendi aralarında bir araya gelmeli ve o kapılara adeta
“yüklenmeli”dir.
Bunun bilinen yolu, o ya da bu biçimde ya da adreste sivil toplum
örgütçülüğüdür.
Örgütlenirsiniz ve bireysel etkinliğinizi böylece daha da artırırsınız;
iyi kötü belli düşünceler etrafında ama en azından istediğiniz çizgiden
pek de fazla uzağa düşmeyen bir “etkin yurttaşlar” topluluğu olursunuz.
Onu yapanların her biri artık şikayet eden, “bekletilen” değil; kendi
başlarına birer “etkin yurttaş” olurlar. Birilerinden öyle olmasını
bekleyen değil, kendi isteği doğrultusunda etkili olan.
Yapmayanlar mı?
Onlar da, bu yazının başında belirttiğimiz gibi, etrafına; “…nasıl
oluyor da bu işler hep böyle oluyor” diye dertlenir dertlenir gezerler.
|