Sosyalistler, ulusalcılar ve sosyal demokratlar


Ayran nedir?
“Yoğurt”un belirli oranda “su” ile karışımı değil mi?
Koyusu olur, sulusu olur ama ikisinin bir biriyle karışımının adı her zaman “ayran”dır.
“Ama o ben adamın ayranını beğenmiyorum, çok ekşi!”
-Olabilir, ama senin tadını beğenmemen onun “ayran” olduğu gerçeğini değiştirmez ki!
Ayrancının kimliği de…
“Ama bu “ayran”cı daha önce düpedüz su satıyordu…”
-…………..?
“Ayran” sembolik bir konu tabii.
Anlayan anlamıştır; anlamayan ayrancı hikayesi sanır.
Aşağıda anlatacağımız üzere maalesef bizdeki siyasette bu tür tartışmalardan bol bir şey yok.

 *

Yukarıdaki bölümde geçen yoğurdun yerine sosyalizmi, suyun yerine kapitalizmi, ayranın yerine de sosyal demokrasiyi koyalım… durum aynıdır.

Gelin önce şu her yerde gördüğümüz tanımlara bir daha bakalım:

“Sosyalizm”veya eski adıyla iştirâkiyye (katılımcılık) ya da diğer bir anlamıyla toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan düşünce sistemidir.

“Kapitalizm”ise, özel mülkiyetin, üretim araçlarının büyük bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, gelir dağılımı, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının arz ve talebin buluştuğu piyasa ekonomisi tarafından belirlendiği sosyal ve ekonomik sistemdir.

Şimdi soralım bakalım:

Bir memleketteki düzen bu günkü dünya koşullarında kitaplardaki gibi bir “sosyalizm” olamıyor ama tam “kapitalizm”i de reddetmiş ve işin şu ya da bu noktasında ama her ikisinin arasında bir yerde kalmış ise, o ülkedeki “karma rejim”e ne ad verilebilir?

“Az kapitalist” mi?, “Az sosyalist” mi? “Biraz ondan, biraz ondan” mı?

Yüzeysellikte, ortadaki bu duruma sağdan bakanlar birilerini sollarında görüp “bunlar sosyalist” derken, gönlü solda olanlar da onları kendilerinin sağlarında görüp tam tersini söylerler:
“Bunlar kapitalist!”


Bu tanımlar doğru mu?

Değil tabii, siyaset biliminde bu “karma ekonomik” düzenin adı “Sosyal demokrasi”dir.
Sosyal demokrasi olgusu, 19. yüzyılın ikinci yarısından beri emekçi sınıfların yürüttüğü sosyal ve siyasal mücadeleler ile egemen sınıfların verdikleri ödünler sonunda varılan uzlaşmanın ürünüdür.

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere “Sosyal demokrasi denen siyasetin içinde, egemen sınıflara karşı verilmiş ve halen de verilmekte olan bir mücadele vardır.”

*

Dünya, hala patronu kapitalist olan “tek kutuplu” bir düzende dönmektedir.
Bu tek kutupluluk, tabiatı icabı dünyanın her ülkesi ya da bölgesinde elinden geldiği kadar etkili olma, etkisini en ücra köşelere kadar yayma gayretindedir.

Bunu sağlamak için de öncelikle üniter devlet yapılarını olabildiğince ufalayıp kendisine direnemeyecek kadar küçük yerel yönetimler oluşmasını, bu yerel yönetimler üzerinde kendi devletlerinin bile pek söz sahibi olmamasını isterler.

Direnilmesin ki, bu kapitalizm kendi kontrolünde geliştirdiği bazı uluslararası kurumlar eliyle o yerel yönetimlerin genetiğini istediği gibi değiştirsin, sistemin büyük sermayedarları da kimi bankacılık, kimi büyük mağazacılık, kimi otomotiv, kimi enerji sektöründe, medyada, eğitimde buralara rahatça girsin ve ulaşabildiği alanları kendi pençesine alsın; bu arada bu işlerin rahat yürümesi için gerekli siyasal ve hukuksal yapıyı kursunlar.

*

Türkiye’miz de işte bu küreselci kapitalizmin “yoğun biçimde ilgilendiği” ülkelerden biridir.
Bu ilgilerinin kazanca dönüşebilmesi için de tabii ki “Türkiye’de yerel yönetimler güçlendirilmeli” denerek aslında tersinden bir anlatımla “Üniter devlet zayıflatılmalı”, kapitalizmin ağır müdahalelerine karşı çıkanlar ve çıkabilecek olanlar engellenmeli; kendilerine karşı duran yurtseverler, sosyal demokratlar, sosyalistler etkisiz hale getirilmeli, bir araya gelmelerine bile fırsat verilmemelidir.

*

Şimdi kendimize bir soru soralım:

Bir ülke ile yoğun biçimde ilgilenen yayılmacı kapitalizme, onun emperyalist emellerine karşı çıkmak gerekirse acaba kimler kimlerle işbirliği içinde olmalıdırlar?

-Antikapitalist düzeni benimseyen sosyalistler…
-Biz yabancıların bu ülkeyi yönetmesini, bölmesini, sömürmesini istemeyiz diyen ulusalcılar,
-Emekçi sınıflarla birlikte kapitalizmi ve tabii ki uluslararası kapitalizmi ellerinden geldiği kadar dizginlemeye çalışan sosyal demokratlarla “hep birlikte” değil mi?

 

İkinci, soru:

Bu ülkenin antiemperyalist üçlüleri olan; Sosyalistler ulusalcılarla, ulusalcılar sosyal demokratlarla, sosyal demokratlar sosyalistlerle anlaşamaz, bir araya gelemezlerse, herkesin birbirine düştüğü bu tablodan en fazla bu ülkede “dikensiz gül bahçesinde” dolaşır gibi gezen kapitalistler ya da kibar deyimiyle “liberaller” kazançlı çıkmazlar mı?

Hatta kazançlı çıkmak bir yana, onlar bu duruma bakıp bakıp gülerlerken siyasetten bir şeyler beklemekte olan sade vatandaşlar “Sizden de bir şey olmaz” demezler mi?

 *

Lafın sonunu şöyle bağlayalım:

Siyasette “sosyalistler” de,” ulusalcılar” da, “sosyal demokratlar” da bilimsel tanımları gereği antiemperyalisttir.

Kendi aralarında daha öne çıkma konusunda ayrı iddiaları olsa bile, ülkeleri üzerine yapılan hesaplara karşı çıkmada mutlaka bir araya gelmeleri, ortak tepki göstermeleri gerekir.

Tepkiyi karşı taraf yerine aslında doğal taraftarları olanlara göstermek gibi bir tavır ne kadar doğrudur?

Sosyalist, ulusalcı ya da sosyal demokrat örgütlerde bazı kendi tanımlarına uygun olmadığını düşündüğümüz uygulamalar olabilir; ama şu günlerde bu gibi durumlar hiç bir biçimde bu siyasal akımlara karşı olmayı gerektirmez.

Zaman zaman çizgilerinden kaydıkları gerekçesiyle eleştirilebilirler, bilimsel tanımlarına uymaya, daha gayretli olmaya davet edilebilirler ama teorik olarak hiçbir zaman kapitalist cephenin bir unsuru diye tanımlanıp reddedilemezler.

Bunun aksine düşünce ve eylemler ancak karşı cephenin ekmeğine yağ sürer, halkın o siyasetçilerden beklentilerini azaltır, umutlarını söndürür ve onları “piyasa”ya teslimiyete iter.