|
Nerede o sosyal
demokrasi durağından geçmeyen Şöyle bir düşünelim bakalım: Eğer gönlünüzden geçtiği gibi
sosyalist bir düzende doğmadınızsa, gözünüzü açar açmaz nasıl bir
dünyaya geldiğinizi düşünürsünüz? Yüreğinizin sesine kulak verdiniz ve beğenmediniz, "kahrolsun bu düzen" dediniz. “Sermayenin egemen olmadığı, içerden dışarıdan kimsenin kimseyi sömürmediği, herkesin üretime katıldığı, kimsenin aç yatmadığı” bir düzenin özlemini duydunuz değil mi? Bundan daha güzel bir duygu
olabilir mi? Kimlerle? * Nasıl olacak mesela? Peki, öyleyse hepsini alalım
da… söyleyin bakalım, nasıl alalım? * İster bir sosyalist düzeni kapitalistleştirmek; isterseniz bir kapitalist düzeni sosyalistleştirmek yönünde; ne yaparsanız yapın; en azından içinde bulunduğunuz ülke ve dünya koşulları, bunu öyle gönüllerden geçtiği gibi yapma imkânı vermezler. Yani ne taraftan ne tarafa yönelirseniz yönelin; siz mutlaka en azından belirli bir dönem için bu ikisinin karması bir ara düzenden geçmek zorunda kalırsınız. Peki… hep orada kalmak da var
mı? Bazen o ara düzeni de benimser kalırsınız, genellikle de fazlasına nefesiniz yetmediği için "mecburiyetten"... Diyelim ki kapitalizm ile sosyalizm istasyonları arasındaki o ara durakta, “sosyal demokrasi”ye saplanıp kaldınız. Düşünelim bakalım; acaba o yüreğinizdeki son durağa erişme imkânını bulamamışsanız; vardığınız nokta, hiç yola çıkmamaktan daha mı kötüdür? Buraya kadar aldığınız yol, hizmet etmek istediğiniz halkımız için çok bir büyük bir kayıp mıdır? * Bizce sosyal demokrasi, her zaman sosyalizm ile kapitalizm arasında bir seçenek; ortaya atılmış "üçüncü bir ekonomik model" değil, birinden diğerine yönelişte var olan koşullara göre mecburen yaşanan bir “denge” halidir. Bu denge hali, duruma göre; kimi zaman kapitalizme, kimi zaman sosyalizme daha yakın bir noktada ama her durumda bir “ara noktada” olacaktır. Bakın işte bu açıdan sosyal demokrattan bol bir şey yoktur da, kimin sosyal demokratlığı daha soldadır diye sorulursa bunun siyasette bir anlamı vardır. * Diyelim ki siyasette yola çıktınız, ipler de elinizde... Bırakalım faydasını zararını tartışmayı bir kenara; ekonomide ne kadar sektör, ne kadar işletme varsa tam da gönlünüzden geçtiği gibi kamulaştırıyorsunuz, sahipliliklerini bu topluma mal ediyorsunuz ama… işin bir yerinde de tıkanıp kaldınız. Diyelim ki ağır sanayiden bankalara, enerjiden tarıma, ticaretten ulaştırmaya kadar… örneğin 100 temel işletmeden 60’ını devletleştirdiniz; bu arada 40’ı özel sektörde kaldı… Ne olacak? Nur gibi bir “karma ekonomi” oldunuz mu? Diyelim ki patronun elinden alıp özelleştiremediniz ama “bundan sonra benim kurallarıma göre çalışacaksın” diye dayattınız. Adamlar da “olur, öyle yapalım” dedi ve çalışmaya devam etti. Peki siz böyle yapmakla bir bakıma “sermaye ile uzlaşmış” sayılır mısınız sayılmaz mısınız? * Sonuç olarak kabul etmek gerekir ki; “felsefi olarak” düşünülse, “ideal olarak” yürekten benimsense de; ne yazık ki bu günün koşullarında -kendini bu dünyadan koparmadıkça, kapılarını bu dünyaya kapatmadıkça- bir ülkenin mevcut ekonomik düzenini tümüyle kamulaştırarak yürütme şansı yoktur. Tümüyle kamulaştırılmamış her ekonomi ise, mantıksal olarak bir “karma ekonomik düzen” uygulamasıdır yani daha geniş bir anlatımla “sosyal demokrasi” düzenidir. * Bu durumda sosyal demokrasi cephesinde siyaset yapanların " kapitalizmin uzantısı" ya da "sosyalizmin düşmanı" gibi tanımlanması da, sosyal demokrat noktada siyaset yapanların toplumcu düşünceye ters, toplumculuğa düşman gibi görülmesi de hem yanlış hem “yol arkadaşları”na karşı büyük haksızlıktır. Böyle bir suçlamanın haklı olabilmesi için ancak, koşulların sosyalizme geçişe imkân veriyor olması, ortada tümüyle halkçı bir düzen kurulmasına imkân varken birilerinin “bu kadar toplumculuk da bize biraz fazla” demiş olması, değişimi engellemekte olması gerekmez mi? Var mıdır böyle bir durum? Bunu zaten sosyal demokratlar da kendi içlerinde “kıyasıya” yapmıyorlar mı? O halde sosyal demokrasiyi piyasacılıktan, sermayeden yana saymak; onlarla işbirliğini reddetmek, hatta hızını alamayıp “karşı kamptan” saymak acaba ülkenin ve bölgenin tam da emperyalizmle burun buruna olduğu bu sıkıntılı günlerde kime ne yarar sağlayacaktır? Siyasette bardağın ille de boş tarafını görmek ve göstermekle “keskin” görünmek kolay da; “neden”ini, “niçin”ini ve "koşulları" görmezden gelip dolu tarafına tepki vermek, bu işlere olumsuz tarafından yaklaşmak değil mi?
|