Deprem çatlağını sıvamak ve “güzel
huzursuzluk” üzerine
“Huzur” nedir?
Baş dinçliği, gönül rahatlığı, dirlik, erinç…
Haydi, günlük dilde söyleyelim: “Asayiş ber-kemal, merak edecek bir şey
yok, keyfinize bakın!” demek gibi bir şey aşağı yukarı.
Ya “huzursuzluk”?
O da tam tersi tabii…
Durumun sıkıntılı, merak edilmesi gerekenlerin çok, keyfin yok olduğu
durumlar…
Size göre hangisi “güzel”?
Ya da hangisini beğenirsiniz desem?
Duruma göre değişiyor bu iş farklında mısınız?
İsterseniz yavaş yavaş ısıtılan suyun içindeki kurbağanın duyduğu “o
huzuru” gözlerinizin önüne getirebilirsiniz; Ölüm yolundaki aymazlığın,
farkında olamamanın verdiği rahatlığın iyi bir örneğidir.
*
1971 müdahalesi günleri…
Toplum huzursuz.
Birinin, -işin başındakiler adına- söylediğine göre “Sosyal gelişme,
ekonomik gelişmeyi aşmış”
Yani insanlar bazı şeylerin “farkında” ve bu durumlara itiraz ediyorlar,
ortada bundan kaynaklanan bir “huzursuzluk” var.
O günlerde anayasa hukuku doçenti olan hocamız Mümtaz Soysal buna “güzel
huzursuzluk” diyor ve bu başlıkla yayımladığı makalesinin ardından –tabii
ki huzuru bozduğu için olacak- 6 yıl 8 ay ağır hapse mahkûm
ediliyor.
*
Dünya dönüyor…
Döndükçe iyiye ya da kötüye doğru her şey değişiyor.
Değişime karşı çıkmak, değişme isteğine direnmek, görmezden gelmek,
üstünü örtmek acaba gerçekleri ortadan kaldırabilir mi?
Düşünün ki oturduğunuz eviniz, dolayısıyla köyünüz kasabanız,
dolayısıyla memleketiniz bir fay hattının üzerinde.
Her gün milim milim de olsa, bastığınız toprak ayağınızın altından bir
taraflara kayıyor.
Böyle bir durumda hala değişime, gelişime bir şey demez, aman bu durum
bozulmasın derseniz doğru bir şey yapmış sayılabilir misiniz?
Haydi yaptınız, bir gece ansızın gelecek o büyük sarsıntı karşısında
sizin, yıkılan hangi “huzurlu çatı” altında kalacağınız belli olur mu?
Yeryüzünün koca koca kıtaları birbirine girerken sizin kendi çatlağınızı
görmezden gelerek, gördüğünüzü sıvayarak sağladığınızı düşündüğünüz o
yüzeysel huzur kimi ne kadar kurtarabilir?
Ha… belki, “Boyayalım abi, fıstık yeşiline boyayalım, turuncuya
boyayalım” diyen boyacılar ile “Hele ben bir sıvayayım, bak göreceksin
izi bile belli olmaz” diyen profesyonel sıvacılar o günlerde kazançlı
çıkabilir.
Sizin işiniz günü kurtarmak değilse, çıkarı burada olanlara teslim
olmamalısınız tabii.
Hiç bu değişen dünyanın o birbirini sıkıştıran, iten “iki ayrı yaka”sı
aralarındaki sizi ezmeden durabilir mi?
*
Ciddi bir fay hattı üzerinde olan Türkiye, coğrafya açısından olduğu
gibi siyaseten de aynı ölçüde hareketli bir çatlak üzerinde.
Bu fayın etrafındaki ülkelerde görülen hareketlilik, dileriz bizim için
asıl depremin öncüleri değildir de felakete tedbirsiz yakalanmayız.
Ama sadece dilemekle olacak iş mi?
Ne dersiniz?
Şimdi bunun huzursuzluğunu duyanlar mı haklı; yoksa onlara karşı
çıkanlar mı?
*
Yine de sonuçta bize huzur gerek diyorsanız haklısınız tabii…
Yanlış anlaşılmasın; bizim eleştirdiğimiz şey; o çatlağın üzerini
örterek sağlanmak istenen “sıvama” huzur.
Gerçek huzur; içerisinde çatlaklar olmayan, sağlam zemine dayanan
yapılaşmada.
O nasıl ve nerede mi?
Tabii ki coğrafyada da siyasette de ortadan geçen “fay”ın üzerinde
değil.
O taraftakiler için o tarafta, bu taraftakiler için bu tarafta.
Peki, hangisi doğru; sağlam zemin hangi taraf diyeceksiniz değil mi?
Onu da bu toprakların geçmişini ve derinliklerini bilenlerden
soracaksınız, öyle boyacılığı badanacılığı çözüm olarak gösterenlerden
değil!
|