Bu siyasi karmaşa en çok kime yarıyorsa


İzlediğiniz filmlerden de olsa, mutlaka fark etmişsinizdir; faili ortada olmayan bir olayla karşılaştığında polis bu işi kimin yaptığını ya da yaptırdığını araştırırken önce şunu düşünür: “Bu işten kimin çıkarı var?”
Gerçekten de özellikle ülke meselelerinde bazı karmaşık olayların nedenini ararken yürütülmesi gereken temel mantık bu olmalı:
“Bu işlerden kimin çıkarı var?”

Şunlarda mutabık mıyız?
1)Bu gün göbeğinde Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu bölgesinde emperyalizmin demokrasi getirme bahanesini ileri sürerek ama aslında enerji kaynaklarını kontrol altına almak için yaptığı; sivil-askeri, görünen-görünmeyen, bilinen-bilinmeyen, sert-yumuşak yutulan-yutulmayan türlü çeşitli müdahaleleri vardır.

2)Bu etkinin bölgedeki “bütün iktidar sahiplerini” baskı;  bir kısım muhalefeti etkisi altına aldığı,- bırakalım iktidar değişikliklerini- bölgede ulusal sınırların bile yeniden çizilmek istendiği, bazen resmen bazen “pardon” diyerek ortaya yeni yeni haritalar atıldığı, bir dost ve müttefik (!) ülkenin her ne hikmetse taa Atlantik’in ötesinden, dostu (!)Türkiye’ye dahi kendine göre yeni sınırlar biçtiği bir gerçektir.

3.Bu tertipten kendisine demokrasi getirilen (!) ülkelere demokrasi yerine en hasından şeriatın geldiği, ortalığın her geçen gün biraz daha kan gölüne döndüğü, işlerin giderek daha da içinden çıkılmaz hale geldiği ortadadır.

4.Emperyalizmin bir ülkede bu tür işlere girerken; önce anti-emperyalistleri, yani emperyalizme karşı çıkan, kendi sınırlarını, kendi düzenini, kendi ekonomisini, kendi halkını koruyan yurtseverleri hedef alıp başlarına çorap ördüğü, işin raconu gereği değil midir?

Buna karşılık herhangi bir ülkede emperyalizmin işini bilerek ya da bilmeyerek kimler kolaylaştırır dersiniz?
Söyleyelim; başta “Emperyalizme karşı çıkanlara karşı çıkanlar”
Ne yaparlar?
“Milliyetçilik faşizmdir, kafatasçılıktır, ulusalcılık gericiliktir, etnik ayrımcılıktır…”
Hoppala!
İyi de, bu kan gölüne dönmüş bölgede, bu gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı ekonomik krizde, eğer bir siyasi görüşün sahipleri “Aman, önce sınırlarımıza mukayyet olalım, bizi bölme planlarına karşı çıkalım, halkımızın birlik ve beraberliğini bozarak kendi emperyal emellerine ulaşmak isteyenlere dur diyelim, ekonomimizi yabancılara teslim etmeyelim, kimse bizim sırtımızdan komşularımızın iç işlerine karışıp bizi hasım durumuna getirmesin, bizi birbirimize düşürmesinler demek; yurtseverliğin, ulusçuluğun, ulusalcılığın ya da milliyetçiliğin ta kendisi ise, bunun neresi faşizmdir, neresi gericiliktir, neresi etnik ayrımcılıktır?

Yurtseverliği, ulusalcılığı savunanlar gelip sizi Ortaçağ düzeninin bağnazlığına, geri kafalılığına yönlendirmiyorsa, şeriata özendirmiyorsa bunun neresi gericiliktir?
Kafataslarınızı ölçüp “bu olmaz, bu da olmaz” “bak bu tam benim kafama göre” demiyorlar, bu ülkenin bütün yurttaşlarını eşit görüyorlarsa,  etnisite üzerinden tartışmaya da siyasete de hayır diyorsa neresi faşizmdir?
Birileri ekonominizi uluslararası tekellerin kucağına atarken onlara karşı çıkıyor, önce bu halkın ekonomik çıkarları gelir, halkımızı sömürtmeyiz diyorsa neresi yanlıştır?
Siz hiç gerçek antiemperyalizmde, gerçek sosyal demokrasilerde etnisiteye göre davranılacağını, aynı ulusun evlatlarına farklı farklı davranılabileceğini söyleyebilir misiniz?

Diyelim ki siz bu “yurtsever” siyaseti beğenmediniz…
Birileri de çıktı; “bak ne güzel haritalar çiziliyor, bırakalım herkes kendi bahçesini çevirsin dedi.
Döndü, emperyalist dostlarımız ne yaparsa güzel yapar, bırakalım bizim üzerimizden komşuları da düzeltsinler dedi.
Döndüler, bir ülkenin halkını bir arada tutan en önemli unsur olan “dil” birliğini hafife aldılar, gittiler yabancı sermaye gelsin de nasıl gelirse gelsin; bana kaça satarsa, giderken neyi götürürse götürsün” dediler…

Hatta bu ülkeyi yedi düvele karşı savaşarak kuranları, çökmüş bir imparatorluğun küllerinden çıkarıp bu güne getiren Mustafa Kemal’i de reddettiler, böyle bir düzen kuracak idiyse hiç kurtarmasaydı şimdi işler ne kolaydı dediler…
O idealist kadronun dişinden tırnağından arttırıp kurduğu devasa işletmeleri de “babalar gibi satalım” “üçe beşe bakmayalım” dediler…
Bu arada sözüm ona; onların karşılarındaki birileri de bu yapılanlara sus pus kaldı, kendi hesaplarına geldiği için onlara karşı çıkan gerçek yurtseverlere “faşist”, “gerici” “ayrımcı” falan deyip tavır aldılar.

İçiniz rahat eder mi?
Benim etmez, canım siyasettir olacak o kadar dense de etmez.
Kafası biraz karışanlarınki de etmesin.
Zihinlerini berraklaştırmak için en başta söylediğim gibi bir düşünsünler.
Düşünsünler bakalım; bu bölgede birileri kendi hesaplarına göre haritalar çizer, demokrasi diyerekten ama her nedense şeriatin en hasını, komprodorun en önde gidenini iktidara getirmeye çalışır, ortalığı bu kan gölüne çevirir iken,  bizdeki bu anlamsız siyasi çatışmalarda kimleri kendilerine en yakın, en “işini kolaylaştırıcı” bulurlar?

Bu işlerde bilerek- bilmeyerek kimler kimlerin değirmenine su taşımaktadırlar?
Bu tabloda yurtseverlere, ulusalcılara “karşı” çıkanlar acaba –el mahkum- kimlerle yan yana düşmektedir?
Kan gölünü yaratanlar acaba kimleri alkışlamakta, kimleri ileri demokrasinin(!)  havarileri görmektedirler?
Bu işlerde size göre de bir gariplik varsa bakın bakalım;  bu durum kimlerin işine yaramaktadır.
Onu bulun, bu gün şikâyet ettiğiniz ama nedenini ulusalcılar olarak gördüğünüz çok şeyin “faili”ni elinizle koymuş gibi yakalayacaksınız demektir.
Hele bir de “sosyal demokratım” diyorsanız; yani emperyalizmin ne olduğunu, emperyalizmle aynı çizgiye düşmenin ne olduğunu, onların “temel içgüdülerinin” demokrasi ya da halkların mutluluğu değil, sadece kazanç hırsı olduğunu, böl ve yönet siyasetini, yurtseverlik olmadan solculuğun, antiemperyalistliğin  olamayacağını biliyor olmalısınız.
Parçalanan Yugoslavya’yı hatırlayın; Irak’ı, Tunus’u, Libya’yı, Mısır’ı, Suriye’yi düşünün…
Sonra içiniz elveriyorsa; verin buralara demokrasi getirenlerle (!) el ele, onlar neyi beğeniyorlarsa, sizi hangi durumda ve neyle uğraşırken alkışlıyorlarsa aynen onu yapın.