Siyasetin eşiğine oturmuş bir dolu insan


İnsanlar bazen büyük büyük konuşurlar ya;
acaba hangileri “siyaset” adınadır?

Örneğin şu tür konuşmalarda:
-Ben yurtseverim,
-Bana ne memleketten, baktım olmadı çeker giderim,
-Vatan için canım kurban,
-Biz babadan dededen bu partiliyiz,
-Siyasete bulaşmayacaksın kardeşim
-Ben bu partide şu kadar yıldır…
-Verelim gitsin, bu iş bitsin.
-Falan, filan…

Dikkat edilirse; insanlar ülke ve toplum konularında ya şu ya da bu biçimde bir “tavır” içinde oluyorlar, ya da derin bir “umursamazlık”ta.

Şimdilik “umursamayanlar”ı yani “ben bir şey yapmıyorum, söylemiyorum; nasıl biliyorlarsa öyle yapsınlar” diyenleri bir yana ayırırsak, bu konularda şöyle ya da böyle bir “tavır” gösterenlere kendi çapında da olsa “siyaset yapıyor” demek yanlış olmaz.

- Söyleyenin kendisi bile “Yok canım benimki de siyaset mi?” dese de, toplumsal bir konuda tavır koymaktan bir siyasi partide üst yönetici olmaya kadar çok geniş bir yelpazede her türlü tavır, az ya da çok “ siyaset yapmak”tır.

*

-Bir toplumun “siyasileşme”si iyi midir kötü mü?
Toplumun siyasileşmesi, her zaman için onun siyaset dışı kalmasından iyidir.
Çünkü siyaset yapanlar iyi kötü tartışıp bir yerlerde anlaşabilir de, siyaset dışı olmak, siyasetin yani toplumsal konularda belirleyiciliğin “başkalarına emanet” edilmesinin ta kendisidir.

Nedeni gayet açık:
Bir düşünün; 100 kişiden 30 kişinin “ben siyasetle ilgilenmem” dediği durumda, geriye kalan 70’in yarıdan bir fazlası yani 36 kişi o toplum adına yapılacak her türlü yanlış ya da doğrunun belirleyicisi olmaz mı?
Böyle bir durumda siyaset dışı olmanın yarattığı çarpıklığı fark ediyor olmalısınız.

İşte bu hesaptan dolayıdır ki, bir toplumun tepki göstereceği açık olan konularda “toplum aleyhine” siyasi tercihlerde bulunmanın yolu, insanların önemli bir kısmını bir biçimde siyasetten uzaklaştırmaktan, toplumsal konularda “bana ne”ci ya da “aman ha! neme gerek”çi yapmaktan geçer.
Örneğin:
Birileri hızla fakirleşirken,
Birileri haksızlığa uğruyorken,
Birileri ülkenin geleceğine ipotek koyuyorken,
Birileri toplumu yanlış mecralara sürüklüyorken,
Koca bir toplum nasıl oluyor da buna engel olamıyor” deniyorsa bilin ki bu işlerden çıkarı olanlar, -bir şekilde- “toplumu siyaset dışında tutuyorlar” demektir.
*
Aç kaldığı, işsiz kaldığı için “mecburiyetten” öyle görünenler bir yana,
Diğerlerini siyaset dışı tutmanın değişik yolları vardır:

Örneğin; başka cazibe konuları bulursunuz, insanları ona kanalize edersiniz. Futbol ve TV dizileri bunların başlıcalarındandır.
Bir zamanların Portekiz faşist diktatörü Salazar’ın “Futbol olmasaydı ben Portekiz’i idare edemezdim” sözü ünlüdür.
Aynı şekilde, bu toplumun yapısını çok iyi algılamış bir yazarımız; Aziz Nesin’in “Gol Kralı Sait Hopsait” romanında geçen “Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” lafı da futbolun, insanları sağcılık ve solculuktan yani “siyasetten” kopardığını anlatmaktadır.

Örneğin; şimdi bile pek fazla değişmeyen ve bir zamanlar “pembe dizi” ya da “sabun köpüğü”  diye adlandırılan anlamsız TV dizileri de insanların gündemlerini kolayca esir almakta, onları kendilerinin de içinde olduğu toplumsal konulardan uzaklaştırmaya yetmektedir.

Örneğin; korkutur sindirirsiniz. İnsanlar kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile söz söylemeye cesaret edemezler. Aslında kendi düşünce hürriyetleri içinde rahatça açıklamaları mümkün olan şeyleri söyleyemez, yutkunur dururlar; dolayısıyla siyaseten suskunlaşırlar.

*

İktidarlar, kendi kadroları dışındaki insanların siyasetle uğraşmasından pek hoşlanmazlar.
-İyi de, toplumların mutlaka siyasetle ilgilenmesi gerekli mi?
-Siyaset olmadan olmaz mı?
-Hayır olmaz.
Bir toplumun kendisini ilgilendiren konularda kayıtsız kalması, bir geminin bilmediği sularda pusulasız dolaşmasından daha farklı olabilir mi?
Ya da toplum kendi çıkarını kollamaz, içindekiler ne tarafa götürüldüğünü sorgulamazsa geleceğinin ne olacağı, çarkların kimin için döndüğü bilinebilir mi?

*

-Peki siyaset toplum sağlığı açısından bu kadar önemliyse onu nasıl canlandırmalı?
-Toplumu siyasete sokmak özellikle muhalefet partilerinin görevidir ve tabii sorumluluğudur da.
Fakat ne yazıktır ki, bu sorumluluğu yerine getirmesi beklenen siyasi partilerin iç kuralları, yapılaşmalarının aşağıdan yukarı doğru değil, yukarıdan aşağıya düzenlenmesine, yani; tepesindekilerin siyasete alacakları kişileri neredeyse tek tek kendilerinin seçmesine yol açmakta ve bu biçimde oluşan piramitte öyle herkesin de değil, ikinci bir seçenek olabilecek olanların bile bu yapıya “sokulmamasına” imkân vermektedir.  

Büyük şair Cemal Süreya bir şiirinde

“Eşiklere oturmuş bir dolu insan
 Keşke yalnız bunun için sevseydim seni”
der.

Pek çoğu “kağıttan üyeler”ce seçilip; sonra meydanlarda, salonlarda çıkıp siyaset konuşanları duydukça aklıma hep bu dizeler gelir.
Keşke derim, o “yoldaşlarım”, “yol arkadaşlarım” diyenler var ya;
eşiklere oturmuş kalmış bir dolu insana bunları söylerlerken –keşke- derim; keşke yalnız bu söyledikleriniz için sevseydiniz onları da, toplumun şimdi yaşamsal hale dönüşmüş ihtiyacına rağmen o insanlarımızı siyasetin dışında bırakmasaydınız.